150 yıllık, yepyeni binalar: Restorasyonla gençleşiyorlar!
En genci 150 yıllık olan tarihi binaların kalıntıları, restorasyon yoluyla gençleşerek hayatlarını sürdürüyor
Dünyada enteresan bir restorasyon yöntemi kullanılıyor. Sadece dış kabuğu kalmış, yıkılmak üzere olan binalar, eski yapıyı da sağlamlaştırarak modern yapılara çevriliyor. En genci 150 yıllık olan tarihi kalıntılar, çok daha gençleşerek hayatlarını sürdürüyor. Türkiye’de de Tuz Ambarı’nın restorasyonu esnasında benzer bir yöntem kullanılmıştı. 3 yüzyıldır kullanılıyor İskoçya açıklarındaki Coll isimli adacıkta bulunan The White House (Beyaz Ev), 18. yüzyılda inşa edildiği tahmin edilen bir binanın içinde bulunuyor. Ev 2010 Haziran’ında kullanıma açılmış. Dış duvarları az çok olduğu gibi kalan binanın dışı, inşaat başladığı sırada oldukça dayanıksızlaşmış bir halde imiş. Bununla beraber çatı da yıllar önce yıkılmış. Edinburgh merkezli William Tunnell Architects firması, okyanusun sert iklimi yüzünden yıkılmak üzere olan olan taş duvarları güçlendirdi ve ev bu duvarların içine inşa edildi. Duvarları güçlendirmek için paslanmaz çelikten yapılmış çerçeveler kullanılmış. Sarkmaya başlayan baca desteklenerek işlevi tekrar kazandırılmış. Bununla beraber temellerin güçlendirilmesi için binanın altı kazılırken, bronz çağından kalma çömlekler bulunmuş ve bunlar dikkatlice yerinden çıkarılmış. Ev okyanus kıyısında bulunuyor ve dışına sert tuzlu su vuruyor. Mimarlar bu yüzden dalgalara karşı da sağlamlaştırmak için aylarca planlama yapmışlar. Yeni yapılan binanın dışında, yüksek performanslı alüminyumlanmış materyaller kullanılarak izolasyon sağlanmış. Moritzburg müze eklentisi Almanya’nın Halle kentinde bulunan 15. yüzyıldan kalma bir kale, İspanyol Nieto Sobejano Arquitectos firması tarafından bir modern sanat müzesine çevrilmiş. Mimarlar öncelikle, kalenin orjinalinde açık olan en üst katını bir çatıyla kapatmışlar. Bu tasarımın en ilginç yanı ise, çatı bölümünden aşağıya doğru sarkan, kolon yardımı olmaksızın havada duran ekstra bir galeri alanının da yaratılmış olması. Bu sayede bina daha rahat kullanılabiliyor, çünkü diğer sanat eserleri için de yer açılmış oluyor. Çatı yapısı şeffaf olduğu için, içeri doğal ışık giriyor. 2004’te açılan yarışmayı, Nieto Sobejano Arquitectos’un bu projesi kazanmış. Gotik askeri mimarinin en değerli örneklerinden birisi kabul edilen kale, ilk yapıldığı günden beri pek çok kez değişime uğramış. Yüzyıllar içinde binaya hem eklemeler yapılmış, hem de çeşitli bölümleri yıkılmış. Buna rağmen dış duvarı ve köşelerindeki yuvarlak kulelerden bazıları hala orjinalliğini koruyor. Müzede, Alman ekspresyonizminin en önemli sanatçılarının eserlerinden oluşan bir modern sanat koleksiyonu bulunuyor. Aralarında Lyonel Feininger’in Halle şehrinde yaptığı resimler de var. Müzenin inşaat işleri 2008’de bitmiş. Çiftlik evi enerjisini kendi üretiyor İspanya’daki Caceres vilayetinde bulunan 322 metrekarelik ev, eski bir çiftlik evinden dönüştürülmüş. Bir ailenin kullanımı için uygun olan ev, Madrid merkezli Abaton firmasının uğraşları sonucu bugünkü halini almış. Daha önceden penceresiz ve düz bir bina olan ev, aslında güney cepheli. Bunu hesaplayan mimarlık şirketi, çok basit bir çözüme başvurarak, binanın taşıyıcılarına zarar vermeden büyük cam boşlukları açmış. Şimdi salondan bahçeye çıkarken, balkon kapısı gibi de kullanılabilen büyük pencerelerden geçmek yeterli oluyor. Bu arada binanın sağlamlığını korumak için de, metal sütunlar kullanılarak bina desteklenmiş. Türk atasözlerine aşinalar mı bilinmez ama, mimarlar projede samanlığı seyran etmeye gayret etmişler. Binada daha önce samanlık olarak kullanılan alanlar, şu anda yatakodası işlevini görüyor. Binanın tamamı bol bol doğal ışık alıyor ve ısınma masrafları ciddi ölçüde azalıyor. Binanın elektrik ve su ihtiyacı için de, civardaki 2 dere yatağı kullanılıyor. Arazideki doğal derelerin üzerine ufak türbinler konarak hem elektrik hem de su elde edilirken, ayrıca gün boyunca enerji depolayan güneş panellerinden de yararlanılıyor. Tuz ambarından reklam ajansına Tuzambarı binası Kasımpaşa’da bulunuyor. 170 yıl önce yapılan binanın bugünkü haline getirilmesi çalışmaları ise 2008-2009 yılları arasında sürmüş. Bugün Medina Turgul DDB reklam şirketi tarafından kullanılan bina, 3 bin metrekarelik kapalı alana sahip. Binanın üzerine Tekel tarafından yapılan çelik çatı beyaza boyanarak, tek renk ışık alması sağlanmış. Projede sonradan eklenen tüm çelik konsolidasyon elemanları siyah renkte. Bu sayede eski yapının üzerinde yapılan yenilikler de görülebiliyor. Kerem Erginoğlu, binadaki projeye başlamadan önce sadece dış kabuğunun ve çelik çatısının olduğunu belirterek, “Zemin topraktı, binanın arka kısmına belediyenin hemen komşu parselde yapılmış kapalı yüzme havuzunun hafriyatı atılmış durumdaydı. Çelik konstrüksiyon asma katları biz ilave ettik. Buralarda kısmen eski ahşap döşemelerin izleri duvarlarda okunuyordu” diyor. Daha önce Tekel’e ait olan Tuz ambarları, Medina Turgul DDB reklam şirketi tarafından kiralanmış. Tasarım ekibi ise Erginoğlu&Çalışlar firmasından İ. Kerem Erginoğlu, Hasan C. Çalışlar, Fatih Kariptaş, Emre Erenler, Elmon Pekmez ve Türkan Yılmaz’dan oluşuyor. Firmanın verdiği bilgilere göre, renovasyon işleri yaklaşık 1800-2000 TL/metrekareye malolmuş. Binada 4 ayrı galeri ile 10 metreyi aşan tavan yüksekliği bulunuyor ve taştan yapılan duvarları oldukça kalın. Taş duvarlara dokunmadan ikinci bir strüktür oluşturulmuş ve bu strüktür çelik-cam olarak tasarlanmış. İçeride asma katlar yapılmış ve bunlar birbirlerine bağlanmış. Yapının orijinal dokusunu koruyabilmek için tüm taş duvar derzleri yıkanmış ve kimyasal analizler sonucu karar verilen solüsyonlarla kuvvetlendirilmiş. Bu aşamada yıkılmış ve zarar görmüş bazı taşlar yeniden örülerek restore edilmiş. Binanın depreme dayanıklı hale getirilmesi için de özel yöntemlere başvurulmuş. Binaya baştan temeller ve destekleyici döşemeler atılmış. Tüm kemerler ve lentolar çeliklerle takviye edilmiş. Üst duvar bitimlerine, beton ve çelik hatıl dönülmüş ve çelik çatı güçlendirilmiş. Projede sürdürülebilir çözümler bulunmuyor, ama eski bir binanın değerlendirilmesi başlı başına bir sürdürülebilirlik örneği olarak algılanıyor. Erginoğlu bu konuda “Bu binayı dönüştürmek ve yeniden kullanılır hale getirmek, sürdürülebilir mimari ve kaynakların kullanımı açısından çok önemli bir çevreci çözüm. Herhangi bir yeşil bina sertifika programına başvurulsaydı, sırf bu kriterlerden dolayı bile ciddi bir derece alırdı” diyor. 150 yıllık sütunlardan ev yapmak Çek mimarlık firması Kamil Mrva Architects, sadece sütunları kalan bir binanın kalıntılarından ev yaratmış. Sütunların arasında kalan bölgeye kutu gibi bir ev birimi yerleştirilmiş ve sonuçta loft tarzında, tek bir yaşam alanından oluşan bir ev ortaya çıkmış. Nového Jicína bölgesinde, Kojetín isimli köyün yakınlarında olan bu ev, 1862’den kalma bir kalıntıyla iç içe. 150 yıllık bina kalıntısında kumtaşından duvarlar ve sütunlar orijinal haliyle korunmuş. Sütunların içine kutu şeklinde bir ev birimi konulmuş. Böylece sütun kalıntılarına güç binmiyor ve oldukları gibi korunuyorlar. Eski sütunlardan yukarıya doğru ince metaller çıkıyor ve bunlar da çatıyı tutuyor. Böylece çatıya yüzermiş gibi bir görüntü verilmiş. İnşaatı 2009’da biten evde, açık mutfak, oturma odası, uyuma ve çalışma alanları bir arada bulunuyor. Projede ayrıca doğal malzemeler kullanılmış; yükü taşıyan yapı ile çatı bölümü ahşaptan yapılmış. Türkiye’de mümkün mü Türkiye’de bu tip bir proje yapılmak istendiğinde, izinler Anıtlar Kurulu ve ilçe belediyelerinden alınıyor. Ancak eski binalarla ilgili bir proje yapmak, en az 1 yıllık bir süreyi bulabiliyor. Kerem Erginoğlu, yatırımcıların bunu göze alarak bu işi yapmaları gerektiğini belirtiyor. “Yatırımcılar belli bir sürenin harcanması gerektiğini, pek çok izin alınacağını, bugün alıp ertesi gün işlemlere başlanamayabileceğini bilmeli ve ona göre yatırım yapmalı. 1 yıl filan sürebiliyor izinler. İnşaatın yapılması daha kısa bir süreç. Doğru projeci ve yükleniciyle çalışmak şart. Kurullar karşısında da bol şans ve sabır gerekli.” Erginoğlu’nun verdiği bilgilere göre, projelerin yapılacağı bölgelerdeki yetkililerin yaklaşımı bu noktada önemli bir rol oynuyor. Örneğin sanat tarihi uzmanı bir kurul üyesi, bina dönemin özelliklerini yansıtmasa bile yine de eskisinin aynısı şeklinde yapılmasını isteyebiliyor. Erginoğlu bunu şöyle açıklıyor: “Anıtlar Kurulu’nun üyeleri farklı kesimlerden farklı kişiler olduğu için, kurul üyeleri projelere sübjektif olarak yaklaşıyor. Bazen sanat tarihi kökenli kurul üyeleri fazla oluyor. Onlar eskinin aynısını, bir tür rekonstrüksiyon yapmamızı bekliyor. Bu hem kamusal binalarda, hem de diğer binalarda bu şekilde oluyor. Halbuki aynı malzeme olmayınca, ne olursa olsun bir şeyin taklidi gibi oluyor. ‘O bina o dönemin binasıymış, oysa bu çağdaş bir bina’ diyebilmek ve her iki dönemi de farklı şekilde gösterebilmek, benim daha çok tercih ettiğim bir yöntem.” Bu noktada “eski ve antika” bina ayrımının yapılması gerektiğini belirten Erginoğlu, “Bazı bina antikadır gerçekten, bazısı eskidir. O farka göre hareket etmek lazım aslında. Dolmabahçe Sarayı’nda ya da Topkapı Sarayı’nda ise bu ek, o zaman başka şekilde yapılması gerekebilir. Ama prensip olarak her çağın kendini temsil etmesi lazım. Öteki türlü insanları yanıltmış oluruz. Hangisinin eski, hangisinin yeni olduğunu, gelen kişi algılayabilmeli” diyor. Eda Utku / HÜRRİYET