Genel

Akkuyu Nükleer Santrali neden iptal edilmiyor?

Radikal Gazetesi'nin yazarlarından Necati Özkan Akkuyu Nükleer Santral Projesi'nin neden iptal edilmediğini ele aldı. İşte Necati Özkan'ın o yazısı...

Türkiye'nin kendi enerji güvenliği ile ilgili olarak yapması gereken ilk doğru hamle, Akkuyu Nükleer Santral Projesi'ni kendi iradesiyle iptal etmektir.

 

Türkiye ile Rusya arasında yaşanan gerilimin kısa sürede biteceğine ilişkin bir emare henüz ortada yok. Türkiye tarafı baştan beri alttan alan, ilişkiyi yumuşatmaya dönük mahcup bir siyaset ve iletişim dili uyguluyor. Rusya tarafı ise, devlet başkanı Putin’in kafasındaki nihai sonucu elde edinceye kadar tavrını sürdürecek araçlar kullanıyor.

Önce Türkiye’den bazı malların ithalatı durduruldu. Ardından vizesiz seyahat kararı iptal edildi. Rusya’daki Türk şirketlerinin merkezleri bir aşiret devletine yakışır kabalıkta basıldı. Bazı iş adamlarımız hukuksuz şekilde tutuklandı. Bankalarımızın Rusya ofisleri sudan gerekçelerle basıldı. Öğrencilerimiz başta olmak üzere vatandaşlarımız sınırdışı edilmeye ve Rusya’da yaşayan Türk- Rus aileler parçalanmaya başlandı.

Geçtiğimiz hafta ülkemizdeki çeşitli bankaların ve kamu kuruluşlarının sitelerine karşı yapılan ve hayatı pek çok yerde durma noktasına getiren siber saldırı da bu kapsamda devreye sokuldu.

Bu sürecin en önemli araçlarından biri, dünya kamuoyunu etkilemeye ve Rusya’nın nihai hedeflerine hazır hale getirmeye yönelik olarak yürütülen tek taraflı propaganda savaşı.

Dün Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Tanju Bilgiç’in bir açıklaması düştü ajanslara. Sözcüye göre "Kırım Tatar Taburu" adıyla anılan ve Ukrayna’nın Herson bölgesinde oluşturulacağı ifade edilen gönüllü birliklere, Türkiye'nin destek verdiği veya vereceği yönündeki iddialar gerçek dışıydı.

Dışişleri sözcüsü Bilgiç, "Bu asılsız iddialar üzerine 'Rusya'nın bir kez  daha sırtından vurulduğu' yönündeki Rusya kaynaklı açıklamalar son dönemde ülkemize karşı yürütülen kara propagandanın devamı niteliğindedir” diyordu. Anlaşılan o ki, Rusya, Ukrayna’da yapmaya hazırlandığı bazı hamleleri de Türkiye ile ilişkilendirmeye hazırlanıyordu.

Yakın geçmişteki çeşitli uluslararası meselede Rusya’nın aynı tür yöntemleri izlediğini biliyoruz. Rusya’nın muhataplarına karşı etkileyici hikayeler yazacak bir dezenformasyon makinasına sahip olduğunu, propagandanın çeşitli türünü birlikte kullanan hibrit bir sisteme sahip olduğunu defalarca gördük.

1990’larda Moldova’nın Transdinyester bölgesi ile ilgili çıkan çatışmada ve Dağlık Karabağ’da, ardından 2000’lerde GürcistanIn Osetya bölgesindeki çatışmada bu propaganda makinasının nasıl mükemmel çalıştığını izledik. Keza 2014 yılında Kırım’ın ilhakı sürecinde ve ardından Ukrayna’nın doğusunda yaşanan iç savaşta da, Rus propaganda makinasının dünyayı nasıl etkilediğine şahit olduk.

Bildiğimiz kadarıyla Türkiye tarafında Rusya’nın dezenformasyon yöntemlerini algılayıp ona karşı mücadele edebilecek merkezi bir yapı yok. Aslında Başbakanlık, Dışişleri Bakanlığı ve Savunma Bakanlığı’nın bu konuda birlikte hareket etmesi; bilişim ve iletişim uzmanlarından oluşan bir “Strateji takımı” kurması şart.

Çünkü, daha dün Kırım ve doğu Ukrayna örneklerinde gördüğümüz gibi, Rusya’nın sistematik propagandası giderek yoğunlaştıracaktır. Kendi kanallarında yayınladıkları haber, video ve röportajların önemli kısmını, diğer dillere çevirip aktaracak ve zihinleri adım adım hazırlayacaklar.

Sadece son 10 günden kaç örnek verelim…

Örneğin, önce Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’den düşürülen uçağın kara kutusunun uluslararası uzman bir heyetin önünde açılacağını ve uçağın düşürülmesiyle ilgili gerçeklerin gün yüzüne çıkarılacağını söylediğini duyduk. Ardından ne olduysa, Putin bu kararından vazgeçti ve “karakutudan ne çıkarsa çıksın Rusya’nın tavrından ve taleplerinden vaz geçmeyeceğini” ilan etti. Ve sonunda uçağın kara kutusu açıldı ama ne hikmetse “hasar gördüğü için kayıtların okunamadığı” bilgisi yayınlandı.

Benzer şekilde geçen hafta CHP milletvekili Eren Erdem’in “Batılıların Suriye’ye Türkiye topraklarından sarin gazı gönderdiğine” ilişkin sözlerinin, Rus propaganda makinası  tarafından çarpıtılarak servis edildiğine ve bu propagandaya Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın ve Başbakanı’nın bile, Milletvekilinin gerçekten ne söylediğini gerçeğini araştırmadan inandığına şahit olduk. 

Bir başka örnek geçen hafta, Rus kanallarında ve internet sitelerinde ne olduğu belirsiz bazı hava görüntüleri eşliğinde “Türkiye’nin IŞID ile petrol kaçakçılığı yaptığı” ilişkin haberler yayınlanmaya başlamasıydı. İlginç olan, tüm bu bilgi, haber ve görüntülerin Rus Savunma Bakanlığı kaynaklı olmasıydı.

Bize göre bütün bunlar, Rusya’nın Türkiye ile ilgili global zihinleri hazırlama sürecinin aşamaları. Bu hazırlıklar, Türkiye ile batı arasındaki zaten gevşek olan bağları, hükümetler nezdinde olamasa bile kamuoyu nezdinde koparma çabalarıdır.

Türkiye’yi yönetenlerin, nedeni ve nasılı ne olursa olsun, Rus uçağının düşürülmesinden önceki pozisyona kolay kolay dönülemeyeceğini anlaması gerekir. Bir yandan ilişkilerin ateşini düşürmek için elden geleni yapmalı… Diğer yandan Rus tarafıyla doğrudan iletişim kanallarını çalıştırmak için çaba sarfetmeli… Ama bunların yanısıra uzun bir sürece yayılacağı anlaşılan büyük fotoğrafı doğru kavrayıp, Rus propaganda makinasına karşı güçlü bir strateji ve uygulama ekibi görevlendirilmelidir.

Öte yandan, Türkiye’nin kendi enerji güvenliği ile ilgili olarak yapması gereken ilk doğru hamle, Akkuyu Nükleer Santral Projesi'ni kendi iradesiyle iptal etmektir.

Eğer her musibette bir hayır aranacaksa, bu hayır Akkuyu olacaktır.

Etraflıca etüd edilmeden, uluslararası bir ihale açılmadan koşulsuz şekilde Rusya’ya ikram edilmiş olan ve Türkiye vatandaşlarına minimum 77 milyar dolarlık bir devasa faturayı ödeme zorunluluğu getiren Akkuyu’nun iptali, Rusya’yı yönetenlere bu akıl dışı gidişattan ne kadar zararlı çıkabileceklerini de gösterecek ilk hamle olacaktır.

Rus savaş uçağının düşürülmesi sonrası çıkan gerilimden bağımsız olarak önerdiğimiz, Akkuyu Nükleer Santrali Projesi’nin iptal edilmesi ile ilgili gerekçelerimize bir sonraki yazıda değineceğiz.


Radikal/ Necati Özkan