Anadolu Yakası'nda her 100 evden 50'si yıkıldı!
Türkiye'de kentsel dönüşüm süreci hızla devam ediyor. Anadolu Yakası'nda neredeyse her yüz evden kırk ya da ellisi, kentsel dönüşümün sonucu yıkıldı.
İstanbul’un kimi semtlerinde daha çok da Anadolu Yakası'nda neredeyse her yüz evden kırk ya da ellisi, kentsel dönüşümün sonucu yıkıldı. Aydınlık Gazetesi köşe yazarı Burçak Evren yıkım çalışmalarını değerlendirdi.
Belki de yüz yılda belki de daha fazlasında yaşanacak olan bir değişim dönüşümün içindeyiz. İstanbul’un kimi semtlerinde daha çok da Anadolu Yakısı'nda neredeyse her yüz evden kırk ya da ellisi, kentsel dönüşümün sonucu yıkıldı. Sanırım bu yıkımlar günümüzdeki kadar yoğun olmasa da, önümüzdeki yıllarda da sürüp gidecek...
Bu yıkımların büyük bir kısmının zorunluluk sonucu yapıldığı ortada. Depreme karşı dayanıklılık bu zorunluluğun başında geliyor. Yıkılanların çoğunun, ömürlerini doldurmuş eski, harap binalar olduğu söylenebilir. Sonuçta yeni yapılanların, yapıldıkları yöreye, görece bir estetik kazandırdıklarını yadsımak pek mümkün değil.
Gerçekten de yeni binalar şık, hoş, cam ağırlıklı, balkonsuz olma gibi ortak bir paydaya sahip olsalar da, genelde belirli bir geleneği yansıtmadıkları gibi tanımlanma kolaylığını öngören ya da ortaya koyan bir kimliğe de pek yansıtmıyorlar. Tümü; kimlikle kimliksizliğin o tarif edilmezliğin sınırında duruyorlar. Yani kolaylıkla yadsınmadıkları gibi, aynı kolaylıkla benimsenmiyorlar. Ne bileyim, sanki bulundukları yerlerde eğreti doğrusu yapay olabilir mi bir yabancı gibi duruyorlar.
Yeni yapılan binalarda sözünü ettiğimiz yabancılık duygusu, yalnızca fiziksel özelliklerinden, ya da yıkılmayanlarla tezat oluşturduğu farklılıktan ve de ayrıcalıklarından gelmiyor, daha çok ,geleneksel mahalle kültürünü bilinçsizce ortadan kaldırmaya yönelik o görünmez ama pratik yaşamda karşılığını bulan tehdidinden kaynaklanıyor
Kentsel dönüşümün zorunlu kıldığı yeni yapılarla, mahalle kültürü arasında ne gibi bir ilişki olabilir? Hemen söyleyelim: Mahalle kültürünün temel ögelerinden biri de geleneksel esnafla mahalleli arasındaki ilişkidir. Bu ilişki her gün mahalle bakkalı ile başlar, kasap, manav, berber, kunduracı, tuhafiyeci, yufkacı ve de bunun gibi bir diğer küçük esnafla devam ederdi. Ne yazık yeni binalar bu ilişkiyi de bir daha yaşanmamacasına yok edip gitti.
Ayakta zor duran bir bakkalın, bir berberin ya da bir manavın yeni yapılan binaların altındaki lüks dükkanların bırakın sahibi olmayı, kiracısı bile olması düşünülemez. Zaten bu düşünülmez olan da yaşanıyor. Yeni binaların altında bakkal yerine süper marketler, terziler yerine butikler, kahvehaneler yerine kafeler, yorgancının yerini ünlü yatak markaları, türünün son örneği olan esnaf-mahalle lokantalarının yerine şık restoranlar açılarak, mahalle kültürünün bilinen son ögeleri, yani mahalleyi mahalle yapan her biri, ortadan kaybolarak yok olup gidiyor. Eski mahalleler şık ama renksiz ve bir o kadar da sessiz kalıyor.
Lükse, yeniliğe ve de teknolojiye karşı durmak elbette ki mümkün değil.dir... Mümkün olsa da yıkar geçer sizi...Doğrusu da bu olmalı... Ayrıca yaşam, eskiye duyulan özlem ya da daha bilinir adıyla nostaljiye dayanılarak da yaşanmıyor... Yaşanmamalıdır da...
Ama, kimliksiz, doğup büyüdüğünüz bir yöreye yabancı olarak da yaşanmıyor...
İşin garibi; özlediğimizi yıkan da, eleştirdiğimizde oturup yaşayan da biziz...
Sanırım asıl sorun da burada başlıyor....