22 / 11 / 2024
fuzul

Andrew Ferren'ın gezisinin konusu Mimar Sinan eserleriydi!

 Andrew Ferren'ın gezisinin konusu Mimar Sinan eserleriydi!

New York Times yazarı Andrew Ferren'ın 8 Haziran tarihli gezi yazısının konusu, Türkiye'ye Mimar Sinan eserleri için yapılan ziyaretti...




New York Times yazarı Andrew Ferren’ın 8 Haziran tarihli gezi yazısının konusu, Türkiye’ye Mimar Sinan eserleri için yapılan ziyaretti. Ferren bu mesaiyi ‘Architectural Pilgrimage’ yani ‘Mimari hac’ olarak tanımlamıştı. Ona göre devrinin yıldız mimarı Sinan’ın eserlerini incelemek de ‘Ulvi’ bir görevdi. Bu amaç uğruna ‘Cennet vatan’da önemli bir süre geçirmiş, yine de hakkını verememişti. Mimar Sinan, tarihimizin en büyük mimarı. ‘Ecdadın kubbesini aşacağız’ diyerek 500 yıl sonra onu teknoloji desteğiyle geçmeyi kafasına koyanlar hariç herkes bu gerçeği kabul ediyor! Ama eskilere göre bu tahtın bir ‘halefi’ var. Müteveffa Çetin Emeç’in yazıişleri müdürlüğünü yaptığı Yıllarboyu Tarih mecmuası 1982 yılının ekim, kasım ve aralık ayında yaptığı yazı dizisinde Boğaziçi’nin mimarını tayin etmişti: Şirketi Hayriye. Araştırmaya göre vapurların çalışmaya başlamasıyla İstanbul’un köyleri ulaşılır oldu ve şehir gelişti. O zaman biz bu iki makaleyi harmanlayarak, vapur vasıtasıyla bir ‘Hac’ gerçekleştirelim: Yalı Haccı! 


E peki nasıl olacak? Murat Belge’nin yalıları herkese anlatacak vakti olmadığına göre başka yarenler aramalı. Lafı daha fazla dolandırmayayım, ‘Boğaz turu’ yapmanızı tavsiye edeyim. Eminönü’nü mesken tutmuş çeşitli tur tekneleri var. Sorduklarım arasında rehber yoktu (Paranızla tutun getirin dediler). Tercihimini en azından elektronik rehber hizmeti sunan ‘Şehir Hatları’ndan yana kullandım. Yaz sezonuyla birlikte yoğun şekilde gerçekleştirilen ‘Boğaz turu’ revaçta. 


İki çeşit tur var: Uzun ve kısa. İkisinin de güzergâhları aynı ancak küçük turda mola yok. 


‘Nazar’a gelmeyelim İçerik paylaşayım: Kişibaşı 25 lira ödenen uzun turda Eminönü ilk durak. Beşiktaş, Kanlıca, Sarıyer, Rumeli Kavağı ve en son Anadolu Kavağı. Burada inip gezdikten sonra dönüş için belirli saatlerde kalkan vapurlara aynı biletle binip aynı rotayla dönüş yoluna geçiyorsunuz. Gidiş ve dönüş toplam 3 saati buluyor. Anadolu Kavağı’nda geçireceğiniz zamanı da eklersek yaklaşık 5-6 saatlik bir serüven yaşıyorsunuz. 

10 liralık kısa turda da ilk durak Eminönü. Ortaköy’e uğradıktan sonra ‘Büyük tur’daki güzergâh izleniyor ancak herhangi bir yerde durulmuyor. Anadolu Kavağı’na kadar gidilip dönülüyor. Dönüş de aynı. 


Rehber isterseniz Eminönü’ndeki iskeleden 5 lira karşılığı beynelmilel dillerle Türkçenin de seçenekler arasında yer aldığı ‘elektronik rehber’den edinebilirsiniz. Kimlik rehin bırakıp dönüşte almak mümkün. Rehberde görüntülü, sesli ve yazılı anlatım mevcut. Anlatım keyifli, ‘Süpermarket anonsçusu bezginliği’ yok mesela. Ama bir itirazım var! İstanbul Boğazı’nın yer aldığı her görüntüye arkaplan olan ‘Kâtibim’ daha ne kadar süreyle resmi şarkımız olacak? Yoksa müzikal olarak yerimizde sayıyoruz da haberimiz mi yok? Görüntülere ‘Kâtibim’vari müzikler eşlik ediyor. Buna rağmen turistler pek rehbere ilgi göstermiyorlar. Çünkü okumayı çok seven ‘eloğlu’ rehberiyle gelmiş! 


Saat 13.30’daki vapura bindiğimde 72 milletten insanla beraber seyahate başlıyorum. Ki bu vapurdaki kalabalık, önemsenmeyecek kadar azmış. Erken kalkan yol alır şiarından hareket eden turistler sabah 10.30 vapurunu tercih ediyormuş. İyot kokusu eşliğinde gezi başlıyor. Gelsin yalılar, gitsin saraylar... 


Zaman zaman yalılarda yangın ya da tanker kazalarıyla ilgili haberler okuyoruz. Bu gezi sonrası anladım ki kazaların nedeni ne elektrik kontağı ne de dümen kilitlenmesi. Tek bir sebep var: Nazar! Zira futbol dünyasında büyüleyici futbol oynayan ekipler için sıkça kullanılan “Onların oynadığı futbol ise bizimki nedir” söylemini bu yalı sahipleri için uyarlarsak, “Onların yaşadığı hayatsa bizimki nedir” durumu var ortada. O yüzden yalı sakinlerine Yaşar Usta tadında sesleniyorum: Bak beyim! Yaşadığınız hayatın kıymetini bilin.

Neyse, evlerin geniş, perdesiz camlarını görünce rahatladım. En azından manzaranın tadını çıkarıyorlar. 


Tahrir’de toplanmasınlar! 

Murat Belge’nin yaşadığı coğrafyada yalılar hakkında konuşmak bana düşmez ama Mısır Konsolosluğu’nun yer aldığı Hıpa Sarayı boğazın en ihtişamlı yapılarından. Günün birinde burası ellerinden alınırsa Tahrir yeniden eylemlere ev sahipliği yapabilir. Dikkat! 

Yine Yıllarboyu Tarih’in 1978 Haziranı’na ait nüshasında Selçuk Kaskan’ın ‘Trenler ve Vapurlar’ başlıklı makalesinde geçmiş vapur seyahatlerine dair şöyle bir ‘nerede eski günler’ tavrı var: “Vakit bol, insanlar terbiyeli, saygılıydı. Büyük büyüklüğünü, küçük küçüklüğünü bilir, biri ötekine sevgi, öteki ona saygı gösterirdi. Kalabalık yoktu.” İşte bu boğaz turunda gidiş dönüşün 3 saat sürmesi -konaklamayla toplam 5-6 saat- bu durumu anımsatıyor. Adeta bir terapi... 


Aynı makaleden bir başka anı: “Vapurların hele bir tanesi akşamları Köprü’den kalkar, nazlı nazlı bütün Anadolu sahilini dolaşır, Moda, Kalamış, Caddebostan, Suadiye, Bostancı’dan sonra Büyükada’ya, ordan da Heybeli’ye geçerdi. Büyükada’da oturan Rum, Ermeni esnafı akşamları bunun başüstüne çilingir sofrası kurarlar, Adalar’a kadar ufak ufak demlenirlerdi.” Bu ‘âdet’ tarih olmuş. 2-3 yıl öncesine kadar sürerken artık -sebebi bilinmez niye- bunu yapan kalmamış. 


Vapurun uğradığı noktalar kendi çapında bir ekonomi de yaratıyor. Mesela Kanlıca’ya uğradığınız anda ‘Kanlıca yoğurdu’ önünüze geliyor. İkram değil elbette parasıyla. 


İstanbul Boğazı’ndaki yolculukta aslında hayata benzer seyir var. Eminönü’nün curcunasında başlayan serüvende, Beşiktaş’ı eğitim, Kanlıca’yı yaşam, Sarıyer’i iş, Rumeli ve Anadolu Kavağı’nı emeklilik dönemiyle özdeşleştirebilirsiniz. 


Karadeniz’e yaklaştıkça artan yeşil tonu ise insanı endişeye düşürüyor. Tur sayesinde ‘talan edilecek’ yerlerin hâlâ var olduğu anlaşılır diye üzülmemek içten değil. Allah, bu kıyıları ‘İnşaat ya resulallah’ diyen müteahhitlerimizin ilgisinden korusun, amin! Yine de siz fırsatı kaçırmayın. Bu bölgenin nesli her an tükenebilir çünkü 3. köprünün yapım alanları buraya yakın. Ve illaki etki edecek. İşte o gün ‘o güzel ağaçlar, o çirkin iş makinelerine binip gidecekler...”

Radikal




Geri Dön