Araziler yatay yapılaşmanın tehdidi altında!
Evrensel Gazetesi köşe yazarı olan Bülent Falakoğlu bugünkü yazısında imar planlarını anlattı. Boğazlar yasasının yeniden düzenlenmesi teklifini değerlendirdi.
Kentli nüfus sürekli artıyor.
Şehirleşme oranı da...
Söz konusu artış giderek şehirleri giderek yaşanmaz yerler haline getiriyor. Öyleyse şehirleri, şehirlerin geleceğini tartışmak önemli.
Bu durumda Şehircilik Şûrası da önemli olmalı değil mi?
Lakin öyle olmuyor, şuralar pek de önemsenmiyor.
Bu yüzdendir, hafta içi yapılan Şehircilik Şûrası’nın ancak 8 yıl aradan sonra toplanmış olması. Onda da şuranın içeriğinin değil Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasının öne çıkması.
Cumhurbaşkanı hem geçmişe hem geleceğe yönelik dikkate değer tespitlerde bulundu. Tespitlerden yola çıkarak daha yaşanılası kentler üzerine bir sonuca varabiliriz.
GEÇMİŞE YÖNELİK İTİRAF!
Erdoğan’ın geçmişe yönelik söylemleri aslında bir itiraf.
Özeleştiri denemez çünkü 14 yıldır bu ülkeyi yönetmiyormuş gibi konuşuyor.
Diyor ki örneğin...
“1940’tan itibaren yaşanan gecekondulaşmada aynı tip binlerce bina ortaya çıkmıştır. Bu yapılaşma tarzı derhal son bulmalıdır. Ben dikey değil yatay mimariden yanayım.”
‘Aynı tip bina’ denince hükümetin gözdesi TOKİ başı çekiyor.
Yıllarca çirkin, depreme dayanıksız, estetik yoksunu, kibrit kutusu gibi evleri her ilde aynı biçimde yapma suçu TOKİ’ye ait.
Dikey ve çirkin binalardan şikayet etmeye gelince...
1994 yılından beri İstanbul’u...
2002 yılından bu yana Türkiye’yi AKP iktidarı yönetmiyor mu?
İstanbul Avrupa’nın gökdelen şampiyonu yapan kim?
İstanbul’un siluetini bozan yüksek çirkin binaların... Hiçbir altyapısı olmadığı halde yan yana dizilen gökdelenlerin... Büyük çoğunluğu AKP döneminde inşa edilmedi mi?
Onlarcası halen aynı şekilde yükselmiyor mu?
“Kot, denilen bir olay var. Bununla ne yazık ki müteahhitler, acımasız bir şekilde yolsuzluk yapıyor. Meyilli bir arazide beyefendi, inşaatı en yüksek noktadan alıyor. Kazanmak istiyorum, derken şehre ihanet ediyorsun.”
Bu sözlere ne demeli?
Yolsuzluk varsa niye hesap sorulmuyor?
Herhangi bir dağın zirvesine yapılan küçücük bir kulübenin bile uzaydan izlenip, haritalara yerleştirildiği... Arama motorundan o kulübenin rahatça bulunabildiği bir çağda gizlice mi yapıldı bu yolsuzluklar?
Yoksa müteahhitler de mi kandırdı?
Sanal alemde edilmiş bir kelimeden Cumhurbaşkanına yönelik suç bulma konusunda oldukça usta olan savcılar neredesiniz? Cumhurbaşkanının açıkça söylediği yolsuzluk suçlaması karşısında neden harekete geçmiyorsunuz?
SONUÇLARI HİÇ DE MASUM OLMAYACAK...
Osmanlı, Selçuklu, İslami görüntü...
“Türk ailesine uygun konut” vurgusu...
Hepsi, “Bu anlayış değişikliği neden” başlığı altında anlatmaya çalıştığımız planı pazarlamanın parçası...
O pazarlama kırsal alanı kentleşme baskısı ile daha da küçültecek. Mülk sahipleri şehrin dışındaki yeni kentlere sürülürken, doğanın yağmalanması bu mülk sahiplerine yem olarak sunulacak.
Su havzaları, koruma bölgeleri, tarımsal olarak nitelikli araziler... Hepsi çok kısa sürede yatay yapılaşmanın tehdidinde olacak.
Yatay yapılaşmayla pazarlanan “aile tipi” yaşanabilir şehirler hayali de yerini hayal kırıklığına bırakacak. Bugün kentlerde yaşadığımız garabet kısa sürede şehrin çeperindeki yeni kentlerimizde de yeşerecek. Çünkü ortada kırı ve kenti bütünleştirmeyi amaçlayan doğayla uyumu gözeten ekolojik bir anlayış yok.
Bir 10 yıl sonra Cumhurbaşkanı ya da başka birinin yerel mimari garabetini lanetleyişini beklemeden itiraz edelim.
Haklı eleştirilerin yeni rantlara kurban gitmesine razı gelmeyelim!
KULAĞIMIZA KÜPE OLSUN!
Cumhurbaşkanının, muktedir olduğu gerçeğini atlayarak, hiç üzerine alınmadan yaptığı eleştiriler kulağa küpe olmalı.
Evet tek tip çirkin binalar olmamalı.
Binalar güvenli ve estetik yapılmalı.
Evet, insan toprağa yakın olmalı. Binalar yapıldığı yerin coğrafyasına uygun olmalı. O coğrafyaya uygun malzemelerden inşa edilmeli.
Evet cumhurbaşkanı (Kıyı, orman, dere, çevre koruma kanunları değiştirilerek sürekli yeşile tecavüzün önü açılsa da... İktidarı döneminde Kayseri büyüklüğünde orman alanı azalmış olsa da...) haklı; odamızdan baktığımızda betonu değil yeşili görmeliyiz.
Evet, sadece rant, kazanç odaklı anlayışla şehir inşası gerçekleştiremeyiz. Tarihle, tarım alanlarıyla, doğayla barış olmalı inşaat anlayışı...
Lakin çözüm acaba Cumhurbaşkanının dediği gibi yatay mimari mi?
BU ANLAYIŞ DEĞİŞİKLİĞİ NEDEN?
ASLINDA son dönemlerde hükümet sözcülerinden sıkça duyar olmuştuk: “Yüksek binalara son. Mekan politikamız, dikey değil yatay bir yapılaşma olacak” sözlerini.
Başbakan Davutoğlu da... 62. Hükümet Programı’nda şöyle diyordu: “Başta kadim şehirlerimiz olmak üzere tüm mekanlarımızda politikamız, dikey değil yatay bir yapılaşma olacaktır.”
Yatay şehirleşme bir tür ‘kültür devrimi’ inşası olarak sunuluyordu.
Şimdi Cumhurbaşkanından duyduk şu sözleri...
“İnsan, topraktan uzak değil; toprağa yakın olarak yaşamalıdır. Dikey mimarinin altında yatan gerçek, az topraktan çok büyük para kazanmak. Artık ülkemizde tarihimize, kültürümüze hayat tarzımıza uygun binalar inşa etme dönemi geldi, geçiyor.”
Soru şu: İmar rantını ekonomik büyümenin manivelalarından biri haline getirmiş AKP iktidarındaki söylem değişikliğinin sebebi ne ola ki...
Özetle... Büyükşehir sınırları yasayla genişledi. Haneleri şehrin merkezinin dışına taşımak ve merkezi ticaret-finans odağı haline getirebilmek için yatay mimari iyi bir formül.
Böylece konut edinmek isteyenler kırsala yönlendirilecek. Riskli alan ve kentsel dönüşüm yoluyla merkezde elde edilecek arsaların sahipleri çepere yönlendirilecek.
Merkezdeki arsa sahibi takas veya imar hakkı transferiyle kırsalda nispeten nitelikli sayılacak alanlara yönlendirilecek.
Kırsala yönlendirme, yeni uydu kentlerin doğmasını tetikleyecek.
Yatay-yerel yapılaşma sayesinde merkezi yönetim arsa stokunu değerlendirirken, yeni imar ‘fırsatları’ yaratacak.
Endüstriyel konut piyasası canlanacak.
Böylece kentsel dönüşüm aynı zamanda kırsalın yapılaşma dönüşümünü tetikleyecek.
Evrensel