Arsa ve Arazi

Arsa değerlerine karşı açılan davalarda usul sorunları!

Dünya Gazetesi köşe yazarı Bumin Doğrusöz, bugünkü yazısında arsa değerlerine karşı açılan davalarda usul sorunlarını anlattı. İşte o haber...

Takdir komisyonlarınca önümüzdeki yıldan itibaren uygulanmak üzere belirlenen ve esas itibariyle emlâk vergisi matrahını, dolaylı olarak da gelir vergisi ve harçlar gibi pek çok mali yükümlülüğü etkileyecek olan arsa / arazi değerlerine karşı başvurulacak hukuki yol konusunda daha önce üç yazı yazmıştım.


Son yazımda bu konuda tanışlardan ve okurlardan gelen sorulara göre tereddüt konusu olan konuları ele almıştım. Bu yazımda ise özellikle yargı çevrelerinden gelen sorun ve değerlendirmeleri ele almak istiyorum.


Bu konuda karşılaşılan ilk sorun bu davayı kimi açabileceği noktasında oluşmuştur. Bu iptal davasını hiç şüphesiz emlâk vergisinin mükellefi olanlar ile menfaati bulunan diğer kimseler açabilir. Ancak bazı davaların site veya apartman yönetimleri tarafından açıldığı görülmektedir.


Her ne kadar 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunun 27. maddesinde ana taşınmazın kat malikleri kurulunca yönetileceği, 34. maddesinde bu kurulun yönetici veya yönetim kurulu atayabileceği belirtilmişse de yönetici veya yönetim kurulunun görevlerinin belirlendiği 35. maddesinde yönetici veya yönetim kuruluna kat maliklerini temsilen davacı veya davalı olma yetkisi tanınmamıştır. Bu nedenle kat maliklerinin bireysel menfaatlerini ilgilendiren konularda kat malikleri adına dava ehliyetleri yoktur. Ancak yönetici aynı zamanda kat maliki ise kendi adına dava açabilir. Pek tabii ki verilecek bir iptal kararı, önceki yazılarımda da belirttiğim gibi bütün malikler için geçerlilik taşıyacaktır.


Bu konuda ikinci sorun ise söz konusu davalarda karşımıza çıkan “yürütmeyi durdurma” talepleridir. Bu talebe şimdilik gerek yoktur. Mahkemeler öncelikle yürütmeyi durdurma talebi konusunda karar yazmak zorunda kalacaklarından ve bir de tarafl ar bu karara itiraz etmek yoluna gittiklerinde, yürütmeyi durdurma taleplerinin davayı uzatmaktan başka bir işe yaramayacağı görülmektedir. Çünkü mahkemeler bu talebi reddetmek zorundadırlar. İdari Yargılama Usulü Kanununa göre yürütmeyi durdurma kararı ancak gecikmesinde sakınca olması ve kararın uygulanması halinde ileride telafisi güç bir zararın ortaya oluşma olasılığının varlığı halinde verilebilir. Söz konusu takdir komisyonu kararlarının 1.1.2018’den önce uygulanma olanağı yoktur. Dolayısıyla şu anda kişiler için dava tarihi itibariyle, “kararın uygulanması halinde ileride telafisi güç bir zararın ortaya” çıkma olasılığı söz konusu değildir. Burada yürütmeyi durdurma kararı ancak, Aralık sonuna kadar mahkeme kararın oluşmaması veya oluşma olanağının bulunmadığının ortaya çıkması halinde Aralık ayında bir ek dilekçe ile talep edilebilir.


Bir başka sorun ise birden fazla bölgede taşınmaz sahibi olanların, bütün taşınmazları için toplu dava açmalarıdır. Bu noktada mahkemeler doğal olarak, 30 gün içinde yeniden usulüne uygun olarak dava açılabilmesi için “dilekçe ret kararı” vereceklerdir. Çünkü her bir takdir komisyonu kararı ayrı bir işlemdir ve ayrı bir dava konusu yapılması gerekir. Farklı belediyeler için ortak dava açılması ise hiç mümkün değildir. Zira hasım farklılığı vardır. Burada belki aynı belediye sınırı içerisindeki birden fazla takdir komisyonu kararı için ortak dava açılabileceği düşünülebilir. Benim önerim her bir takdir komisyonu kararının ayrı bir davaya konu edilmesidir.


Aynı sokak veya mahal için farklı kişilerce dava açılması halinde, bu davaların bağlantılı dava olarak görülmesi gerekmektedir. Bu davalar farklı mahkemelerde ise bağlantı kararını bölge idare mahkemesi verecektir. Bazı mahkemeler, bu davaların biri için bilirkişi incelemesi yapıp sonucuna göre verilen kararı, örneğin kısmen iptal kararını dikkate alıp, zaten söz konusu sokak veya mahal için karar verildiğinden yeniden karar verilmesine olanak olmadığı yönünde karar verebilirler. Ancak bu tür kararlar yanlış olacaktır. Çünkü sonraki kararlar için yargılama giderleri ve vekâlet ücreti sorunu ortaya çıkacaktır. Bu da ihtilafı gereksiz yere uzatacaktır.


Tereddüt doğuran bir diğer konuda vergi mahkemesi kararlarına karşı kanun yoludur. Her ne kadar Vergi Usul Kanununun mükerrer 49. maddesinde kararlara karşı Danıştay’a 15 gün içerisinde başvurulabileceği yazılıysa da burada kararlara karşı izlenecek yol, İdari Yargılama Usulü Kanununun 7035 sayılı Kanunla değişik 45. maddesine göre istinaf yoludur.


Görüldüğü gibi sorunlar hep usul hukukuna ilişkin olarak yaşanmaktadır. Daha önce de belirttiğim gibi usul, esas kadar ve hatta bazen daha önemlidir.



Bumin DOĞRUSÖZ/Dünya