Perakende

Bernardo, Osmanlı motiflerini Aşk-ı Osmani ile sofralara taşıdı!

Sofra tasarım uzmanı Bernardo tarafından hayata geçirilen Aşk-ı Osmani Koleksiyonu, esin kaynağını Osmanlı motiflerinden, Osmanlı renklerinden aldı ve geçmişin güzelliği yeni bir yaklaşımla bugüne taşındı.

Duayen Sanat Tarihçisi Prof. Dr. Nurhan Atasoy ve Sanat Tarihçisi- Yazar Prof. Dr. Gül İrepoğlu, Bernardo için Osmanlı biçimleri ve renklerini yeniden yorumlayarak birlikte tasarladıkları “Aşk-ı Osmani” Koleksiyonu ile geçmişin sanatsal izlerini günümüz sofralarına taşıdılar. 


Osmanlı Sanat Tarihi Duayeni Prof. Dr. Nurhan Atasoy ile mimar-sanat tarihçi ve romancı Prof. Dr. Gül İrepoğlu, birikimlerini benzersiz bir koleksiyonda birleştirdi. Sofra tasarım uzmanı Bernardo tarafından hayata geçirilen Aşk-ı Osmani Koleksiyonu, esin kaynağını Osmanlı motiflerinden,  Osmanlı renklerinden aldı ve geçmişin güzelliği yeni bir yaklaşımla bugüne taşındı. 


Prof. Dr. Gül İrepoğlu Aşk-ı Osmani Koleksiyonu için “Osmanlı ustalarının hüneriyle padişahların ince zevkine uyacak özende üretilmiş muhteşem motiflerden yola çıkarak onları yeniden yorumladık. Ayrıntılar üzerinde tek tek durarak günümüzün kullanımına uygun tasarımlar ortaya koyduk. Bu proje Bernardo’nun evlere sevinç getiren, gönülleri aydınlatan sofraları ulaşılabilir kılma ilkesinin uzantısıdır” diyor.

Bernardo Aşk-ı Osmani Koleksiyonu tasarım sürecinin her aşamasına titizlikle katkıda bulunan Prof. Dr. Nurhan Atasoy ile Prof. Dr. Gül İrepoğlu, geleneksel Osmanlı motiflerinden esinlenerek Zerre-i Kubbe, Kısmet-i Kubbe, Bereket-i Kubbe, İkrami, Altın Kafes, Levni, Gül-i Firuze ve Çintemani serilerini yönlendirirken, ürün ve desen tasarımı-uygulaması, Sevil Acar’ın yetenekli ellerinden çıktı. 

Osmanlı sanatından bilgi dolu ilhamlara dayanan ve evlerde saray zevkini yaşatarak keyifle kullanılacak parçalardan oluşan Bernardo Aşk-ı Osmani Koleksiyonu, yemek takımları, kahve ve fincan takımları, tepsi, kâse, tabak, servis parçaları, şamdan, gondol, sahan, lokumluk, meyvelik, çerezlik gibi pek çeşitli ürünler içeriyor.


BERNARDO AŞK-I OSMANİ PROJE EKİBİ:

Prof. Dr. Nurhan Atasoy–Osmanlı Sanatı Tarihi Konsept ve Desen Tasarımı

Prof. Dr. Gül İrepoğlu–Osmanlı Sanatı Tarihi Konsept ve Desen Tasarımı

Sevil Acar–Ürün ve Desen Tasarımı-Uygulama


Nurhan Atasoy Kimdir?

Prof. Dr. Nurhan Atasoy Türkiye’de sanat tarihinin duayenidir. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü’nde 41 yıl Osmanlı ve Avrupa Sanatı konularında ders verdi, bu sürenin 6 yılında aynı zamanda Edebiyat Fakültesi dekanı olarak görev yaptı. 1997 yılındaki emekliliğinden sonra etrafına saçtığı ışık hiç sönmeyip, aksine giderek yoğunlaştı, Atasoy etrafını eğitmeye ve kitap yazmaya devam etti. Tüm dünyada Türk kültürünün ve sanatının tanıtımını gönüllü olarak üstlenen Prof. Dr. Nurhan Atasoy, Türkiye, Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nde büyük ses getiren uluslararası sergiler düzenledi, çeşitli ödüller kazandı. İznik çinileri, Osmanlı kumaşları ve kıyafetleri, Osmanlı çadırları, Osmanlı minyatürleri, Osmanlı bahçeleri ve çiçekleri, Harem, Osmanlı Kültürünün Avrupa’daki yansımaları, İbrahim Paşa Sarayı, Nakkaş Kara Memi ve Muhibbi Divanı, Matrakçı Nasuh ve Menazilname konularında, her biri birer başvuru kitabı niteliğinde olan sayısız eser verdi.


Gül İrepoğlu Kimdir?

Prof. Dr. Gül İrepoğlu mimar, sanat tarihçisi ve romancıdır.

İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ndeki mimarlık eğitiminden sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü’nde akademik kariyere girdi; 26 yıl hizmetten sonra çalışma alanlarını çeşitlendirmek üzere üniversiteden erken emekli oldu. Çeşitli TV kanallarında kültür, sanat ve tarih programlarının yanı sıra TAÇ Türkiye Anıt Çevre Turizm Değerlerini Koruma Vakfı başkanı ve UNESCO Türkiye Milli Komisyonu Yönetim Kurulu üyesi ve Somut Kültürel Miras Komitesi başkanı olarak görev yaptı. Osmanlı Sanatı ve Avrupa Sanatı, Osmanlı Padişah Portreleri, 18. yüzyıl kültürü ve Lale Devri, lale kültürü, gül kültürü, doğu ile batının sanatsal ilişkileri ve Osmanlı ve Avrupa mücevher tarihi alanlarında eserler verdi. Tarihte geçen hikâyeler ve Topkapı Sarayı’ndaki yaşam üzerine kurgulanmış romanları pek çok dile çevrildi. Sanat tarihi çalışmalarını, roman, öykü yazmayı ve yurt içi-yurt dışı konferanslarını sürdürmektedir.


AŞK-I OSMANİ KOLEKSİYONU’NUN SARAYLI ÖYKÜLERİ… 


Zerre-i Kubbe Serisi

Kubbe, Osmanlı anıtsal mimarisinin ayrılmaz parçasıdır. Öte yandan Osmanlı kültüründeki çiçek sevgisinin bir uzantısı olarak sanatın her dalında bitkisel motifler kullanılır; kimi zaman hemen tanınacak şekilde doğadakine yakın görünümde, kimi zamansa çiçeklerin benzersiz kıvrımlarından yola çıkarak yeni biçimlere varılan, sürekliliğin estetiğini yansıtan motifler…


Bu tasarımda anıtsal yapıları taçlandıran muhteşem kubbelerle iç mekânları bezeyen çiçeklerden esinlenilmiştir. Zarafetle yorumlanan biçimler altın ve gümüş renklerine taşınarak birbiri içine geçen çiçek şeritleriyle tamamlanmış, ortaya her bir zerresinden ışık saçan parçalar çıkmıştır.


Kısmet-i Kubbe Serisi

Kubbe, Osmanlı’da olduğu gibi, diğer kültürlerde de anıtsal mimarinin ayrılmaz parçasıdır. Klasik kubbelerin yanı sıra tepeye doğru sivrilen biçimleriyle soğan kubbeler hayal gücüne seslenen görünümler ortaya koyar.


Öte yandan çiçek sevgisi Osmanlı kültürünün en belirgin özelliklerindendir. Çiçekler yüzyıllar boyu sanatın her alanında gerek doğal görünümleriyle, gerekse dış hatlarıyla stilize edilerek yansıtılmıştır.

Bu tasarımda kubbe biçimi zarafetle hareketlendirilerek göz kamaştıran kapaklara dönüştürülmüştür. Çiçek biçimiyse takımın her parçasına cazip ve görkemli bir temel oluşturmuş, tüm yüzeyi yoğun stilize motiflerle bezenerek zenginleştirilmiş, altın ve gümüşün parlaklığı bir araya getirerek sofraya açık kısmetler taşıyacak bir uyum ortaya konmuştur.


Bereket-i Kubbe Serisi

Kubbe, Osmanlı’da olduğu gibi diğer kültürlerde de anıtsal mimarinin ayrılmaz parçasıdır. Klasik kubbelerin yanı sıra tepeye doğru sivrilen biçimleriyle soğan kubbeler hayal gücüne seslenen görünümler ortaya koyar.


Şemse motifi esinini güneşten alan, yuvarlak ya da elips biçimli bir motiftir; çinide, kumaşta, nakışta, tezhipte, kitap sanatında ve ciltçilikte kullanılmıştır. Selçuklulardan başlayarak Osmanlı ve İslam dünyasına yayılmış olan Rumi ise kuş kanadı veya yarım yaprakların biçiminden yola çıkarak geliştirilmiş ve başka motiflerle bir araya getirilmiştir.


Bu tasarımda kubbelerin zarafeti altın rengindeki servis tabağı ve şekerlik kapaklarına ve bunları tamamlayan mumluklara yansıtılmış, takım elips biçimli ayaklı kâseyle zenginleştirilmiştir. Tüm parçaların yüzeylerindeki bezemede kullanılan görkemli şemselerle Rumi motifleri klasik Osmanlı esinlerini sofranın bereketine taşımaktadır.


İkrami Serisi

Nilüferin yalın çizgilerle ifade edilmiş hali olan lotus, Çin’den İslam dünyasına geçen bir motiftir. Osmanlı sanatında lotus biçimi yalınlaştırılarak yeni bir karakter kazanmış ve her türlü bezemede; tezhipte, çinide, kumaşta ya da taşta ve madende sevilerek kullanılmıştır.

Bu tasarım İznik çinilerini çevreleyen lotusların yalın çizgilerinden esinlenerek yuvarlak ve oval biçimlerle tepsilere, servislere, peçeteliklere ve şamdanlara uygulanmış ve lotusun huzur veren zarafeti madenin parlaklığında kalıcılaşmıştır.


Altın Kafes Serisi

Selçuklulardan başlayarak Osmanlı ve İslam dünyasına yayılmış olan Rumi motifi, kuş kanadı veya yarım yaprakların biçiminden yola çıkarak geliştirilmiştir. Orta Asya’dan yola çıkarak bitkilerin hem çiçeklerinin, hem de yaprak ve saplarının yalın kıvrımlarda ifade bulduğu hatayi motifleri de Rumilerle birlikte Osmanlı sanatındaki bezemelerin baş köşesinde yer alır.

Geçmiş zamanda kimi güzellikler yer yer kafeslerin ardında gizlenir. Bu tasarımda hatayi ve Rumilerin yoğun ve kıvrak bileşimlerinden esinlenerek oluşan motiflerle, ince işlemeli kafeslerin gizemi altın rengindeki pırıltılarla yansıtarak günümüze taşınmıştır.


Levni Serisi

18. yüzyılın başında Osmanlı kültüründeki yeni ve incelmiş zevkler, gül, nergis, sümbül ve karanfil gibi çok sevilen çiçeklerin yanı sıra laleye olan tutkuda simgeleşmiş ve bu zaman sonradan Lale Devri olarak tanımlanmıştır. Lale Devri’nin ünlü nakkaşı Levni resimlerinde bu dönemin çeşitli tiplerini bir kuyumcu özeniyle, tüm ayrıntılarıyla betimlemiştir; bu figürlere bakınca o günlerin çiçek kokulu nefesini soluruz.

Bu tasarım için Levni’nin elindeki gülü koklayan ve saçlarına karanfil takmış göz alıcı zarafetteki kadın figürü seçilmiş, sanatçının olağanüstü bir tutkuyla çeşitlenen renkleriyle betimlediği figür altın renkli cam zemin üzerine özenle işlenmiştir.


Gül-i Firuze

Birçok kültürde olduğu gibi Osmanlı kültüründe de önemli bir çiçek olan güle önemli dinsel-sembolik anlamlar yüklenmiştir, örneğin Hz. Muhammed’in terinin gül koktuğuna inanılır. Gül birçok mevsimde açma özelliği, kokusundan ve suyundan yararlandırma cömertliği ve tartışılmaz güzelliğiyle görsel sanatların her alanında ve edebiyatta ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Gülün biçimi çizgisel olarak çeşitlemeye elverişli olduğundan, kendine özgü çizgilerinden yola çıkarak pek çok yorum yapılagelmiştir.

Sözcüğün kendisinden anlaşılacağı gibi, turkuaz dünyada Türk rengi olarak bilinmektedir. Yüzyıllar boyunca Selçuklu ve Osmanlı Sanatının çinilerinden ve diğer alanlarında çok sevilen bir renk olarak beliren turkuaz, temel renklerle kombine edildiğinde de göz alıcı renk ahenkleri ortaya çıkar.

Tasarımda Osmanlı sanatındaki pek çok süslemede kullanılan, açılmış bir gülün stilize edilerek yalın çizgilere indirgenmiş yorumu görülür. Motifin çevresi yine sık kullanılan geleneksel bir motif olan lotuslarla, yani nilüferin ve tomurcuğunun stilize edilmiş biçimiyle zenginleştirilmiştir. Tasarıma adını veren turkuaz, altının parıltısıyla daha da belirginleşmiştir.

Bu takımda Osmanlı’nın mükemmeli arayan motifleri, gücün ve saltanatın renklerinden olan firuze ile altının birleşiminde yansıtılmıştır.


Çintemani

Çin’de ve Şaman kültüründe iyilik ve kuvveti temsil eden üç benek motifi Osmanlı’da da güç simgesi olarak, bazen tek başına, bazen kaplan postu deseniyle, bazen çiçeklerle birlikte karşımıza çıkar ve Çintemani olarak adlandırılan yalın bulut betimlemeleri de padişahların kullandığı tabakların sevilen süslerindendir.


Tasarımda Çintemani hem Osmanlı sanatında İznik çinilerinde ve kaftanlarında kullanıldığı klasik şekliyle, Çin bulutlarında oluşan çapraz çerçeveler içinde, hem de motifi oluşturan unsurların ayrı ayrı, yalın kullanımıyla yorumlanmıştır.

Bu takımda Çintemani deseninin her biri ayrı güzellik sergileyen çeşitlemelerinde, yaşamın tadını yansıtan renkler uygulanmıştır.


VAZGEÇİLMEZ TAT; ASIRLIK GELENEK

Sadece bir içecek değil, sohbettir, keyfin adabıdır Türk kahvesi. Kâh yedi kat el hısım olur tadıyla; sevdiğinin huylu mu huysuz olduğu imtihan edilir tuzuyla, kâh üç kuşak bir araya gelir aynı dili konuşur kokusuyla, kâh dünyanın bir yerinde bozulan mideye çare olur çekirdeğiyle, kâh zor zamanlarda umut olur telvesiyle, kâh gizli sırlara ortak olur köpüğüyle, kâh eskilere dem vurdurur dile değen ilk yudumuyla, kâh en neşeli gecelerin vazgeçilmezi olur tadıyla, herkesle içilmez, herkese ikram edilmez Türk kahvesi. Ehlikeyfin neş’esi, sohbetin bahanesidir…


Bakır cezvesiyle, gümüş tepsisiyle, bir içimlik suyu, çifte kavrulmuş lokumuyla Osmanlıdan gelen geleneklerin en narin gülüşüdür Türk kahvesi…


Aşk-I Osmani Kahve Fincanları

Osmanlı motifleri kesintisiz bir kültür birikimi içinde geçmişin güzelliğini bugüne taşıyarak yeni yaklaşımlara esin kaynağı oluşturuyor. Sarayları ve camileri süsleyen eşsiz İznik çinilerinde, padişahların muhteşem kaftanlarında, hasbahçenin mis kokulu meltemlerinde, Kanuni Sultan Süleyman’ın şiir kitabının sayfalarında yer alan laleler, güller, karanfiller, sümbüller, yapraklar, bulutlar, kıvrımlar, Rumîler, benekler… 


Lale-i Karanfil

Çiçek sevgisi Osmanlı kültürünün en belirgin özelliklerindendir. En sevilen çiçeklerden olan ve üzerine şiirler, kitaplar yazılan lale ile gerek rengi ve biçimiyle, gerekse kokusuyla mest eden karanfil yüzyıllar boyunca çinide, kumaşta, nakışta, tezhipte, minyatürde ve mimari süslemede sıkça birlikte düzenlenerek yorumlanmış çiçeklerdir. 


Bu tasarım 16. yüzyılda üretilmiş bir İznik bordür çinisinden esinlenerek hazırlanmıştır. Lale ile karanfil dönüşümlü olarak kapakta ve tabağın ortasında yer alan hareketli bir gülçenin, yani güle benzeyen motifin çevresinde dolanır. Osmanlı lacivertiyle turkuazın buluşmasını yansıtan kompozisyonu bağlayan karakteristik çerçevede altın tercih edilmiştir.


Lalezar

Lale Orta Asya’dan Anadolu’ya Türklerle birlikte gelen çiçektir. Bu topraklarda çeşitlendirilmiş ve Osmanlı’nın nadide çiçeklerinden biri olmuş, Avrupa’ya da İstanbul’dan götürülmüştür. Eski harflerle yazılışında kullanılan harflerin Allah kelimesinde bulunan harflerle aynı oluşu ve tersten okunduğunda ortaya hilal kelimesinin çıkması da lalenin Osmanlı kültüründeki özel yerini belirler. Benzersiz biçimiyle pek çok tasarıma açık olan lale, hemen her alanda, en çok da çinide ve kumaşta, özellikle padişah kaftanlarında sevilerek kullanılagelmiştir. 


Çin’de ve Şaman kültüründe iyilik ve kuvveti temsil eden üç benek motifi Osmanlı’da da güç simgesi olarak, bazen tek başına, bazen kaplan postu deseniyle, bazen çiçeklerle birlikte karşımıza çıkar ve Çintemani olarak tanımlanır.


Bu tasarımda Osmanlı ipeklerinin rengini anımsatan bordo ile ihtişamın vazgeçilmezi altın kaynaşmakta, laleler yalın ve zarif hatlarıyla kompozisyonu hareketlendirirken, onlara geleneksel üç benekler eşlik etmektedir.


Gülbahçe

Gül, Osmanlı kültüründe çok sevilen ve önem verilen bir çiçektir. Güle benzeyen motiflere verilen isim olan gülçe, çinide, kumaşta, nakışta, tezhipte, minyatürde ve mimari süslemedeki çiçek kompozisyonlarında çeşitli yorumlarla karşımıza çıkar.

Bu tasarımda fincan ve tabağın dilimlerle vurgulanan hareketli çizgilerine uygun olarak gülçe motifinin tamamı değil, yarısı kullanılmıştır. Osmanlı esintisinin zengin biçim dünyasını adeta çiçeklerin kokusunu koruyarak günümüze taşıyan tasarımın renkleri Osmanlı ipeklerinin rengini anımsatan bordo ile ihtişamın simgesi altın olarak seçilmiştir.


Aşk-ı Bahar

Kanuni Sultan Süleyman’ın şiirlerinin yer aldığı Muhibbî Divanı’nı sınırsız renk ahengiyle olağanüstü incelikte çiçeklerle süsleyen nakkaş Karamemi, bitkilere olan gerçekçi yaklaşımıyla yeni ve gerçekçi bir çiçek üslubu ortaya koyarak 16. yüzyıl Osmanlı Sanatında yeni bir sayfa açmış, birçok sanatçı onu izlemiştir. Osmanlı geleneğinde bahar dallarının da ayrı bir yeri vardır, yenilenme, tazelenme anlamına gelen ilkbaharda sokakta dolanan bahar dalı satıcılarının varlığı minyatürlere yansımıştır.

Bu tasarımda nakkaş Karamemi’den esinlenilerek 16. yüzyıldan başlayarak sanatın her alanına doğal ayrıntılarla yansıyan Osmanlı çiçek sevgisi yorumlanmıştır. Lale ve karanfil gibi çiçeklerle bahar dalları hareketli kompozisyonlarda kaynaştırılırken, hepsi bahar sevincini yaşatan renklerle donatılmıştır.


Nevbahar

Kanuni Sultan Süleyman’ın baş nakkaşı Karamemi’nin padişahın şiirlerini ve şahane tuğrasını dönemin ihtişamını ve beğenisini incelikle yansıtarak süslediği çiçekler 16. yüzyıldan başlayarak günümüze kadar esin kaynağı olmayı sürdürmüştür. 


Bu tasarımda Osmanlı kültüründe çiçeğe yaklaşım ve bitkilerin gerçeğe yakın ayrıntılarıyla işlenişinde gösterilen özen, o zamandan günümüze gelen biçimlerin sonsuz zarafeti altının ihtişamı ve aynı zamanda yalınlığı vurgulanarak yorumlanmıştır.


Rumîli

Sözlük anlamıyla Rumî, Anadoluya ait demektir. Sanat tarihi terimi olarak ise karakteristik bir motif çeşitlemesine işaret eder; Selçuklulardan başlayarak Osmanlı ve İslam dünyasına yayılmış olan Rumî, kuş kanadı veya yarım yaprakların biçiminden yola çıkarak geliştirilmiş ve başka motiflerle kombine edilmiştir. Yüzyıllar öncesinden günümüze kadar pek çok sanatçı kıvrak ve dengeli çizgilerin ustaca birleşimi olan Rumî motifini sıkça kullanmıştır.


Bu tasarımda doğa sevgisiyle yaşam sevincini sayfa yüzeyine taşıyabilmiş olan nakkaşlardan esinlenilmiştir. Motifler serbest bir dağılımla yerleştirilmiş, Rumîlerin inceliği göz önüne serilmiştir. Altınlar arasındaki turkuazlar Osmanlı karakterine vurgu yaparken, fincanın ve tabağın adeta dalgalanan biçimleri de motiflerle uyum içindedir.