Genel

Chris Glass: Soho House ile özgün olmayı hedefliyoruz!

Çok yakında İstanbul’da açılacak olan ünlü lüks otel zinciri Soho House’ un Avrupa Üyelik Direktörü Chris Glass’ı The Loft’ ta İdil Çetin ile röportaj gerçekleştirdi...

Çok yakında İstanbul’da açılacak olan ünlü lüks otel zinciri Soho House’un Avrupa Üyelik Direktörü Chris Glass’ı The Loft’ta ağırladık. Özgün stiliyle bizi kendine hayran bırakan Glass’la moda, İstanbul ve yaşam tarzı üzerine konuştuk. 


Seni biraz daha yakından tanıyalım mı?

 

Atlanta, Georgia’da doğup büyüdüm. The Boston Conservatory’de Müzikal Tiyatro okudum. Okuldan sonra New York’a taşındım. 2001’den beri Almanya’da yaşıyorum. En sevdiğim renk lacivert. Çikolatalı dondurmaya bayılıyorum. Ve el yazısı ile yazılmış teşekkür notlarını çok güzel buluyorum.

 

Çok yoğun bir programın olmalı, günlük rutinin nasıldır?

 

Blackberry’m aynı zamanda çalar saatim, bu yüzden uyandığımda yaptığım ilk iş maillerimi kontrol etmek oluyor. Acil bir şey olmadığından emin olduğumda kendimle baş başa kalıyorum… Banyoda kendimi zihinsel olarak güne hazırlıyorum ve sonra ne giyeceğime karar veriyorum. Toplantılarımı arka arkaya ayarlamaya çalışıyorum ki öncesi ve sonrasındaki işlerime odaklanabileyim. Haftanın 3-4 gecesini dışarda eğlenerek geçiyorum. Bu yüzden günüm geceye çabuk karışıyor. Hafta sonları elimden geldiğinde yataktan çıkmamaya çalışıyorum.

 

Kaçış noktan var mı?

 

Evimi bir vaha gibi tasarladım. Oturduğum binanın en üst katında yaşıyorum ve eve bir girersem tekrar dışarı çıkmam çok zor oluyor. Kalın perdelerim var, kimse içeriyi göremiyor, ben de dışarıyı çok zor görüyorum. Evim benim küçük kozam. Her şey çılgınlaştığında çocuklu arkadaşlarımı görmeye giderim. Benim her gün kafama taktığım şeyleri çocuklar hiç umursamıyor. İhtiyaçları ve ilgilendikleri çok sıradan. Bu durum beni anında dünyaya geri döndürüyor.

 

Soho House dünyanın en “cool” otellerinden biri olarak kabul ediliyor. Soho House’u diğer otellerden ayıran nedir?

 

Sanırım biz “cool” değil özgün olmayı hedefliyoruz. Eğer “cool” algısı oluştuysa, bu kendine has olmanın harika bir sonucudur.

 

Amerikalı biri olarak Avrupa’da özellikle Berlin ve İstanbul’da yaşamak nasıl sence?

 

Avrupa’da yaşamak benim için hayallerimin gerçek olması demek. Berlin, arkadaşlarımın, gardırobumun, işimin ve tüm eşyalarımın olduğu bir şehir. Avrupa’nın kalbinde yaşamanın avantajı; kıtadaki diğer tüm şehirleri ve kültürleri kolayca keşfedebilmek. İstanbul’u 2 dünyayı birleştiren harika bir köprü olarak görüyorum; biri çok iyi bildiğim, diğeri ise keşfetmeye yeni başladığım. İstanbul, çok eski bir şehir olması ve aynı zamanda çok modern ve yeni şeylerin nabzını tutması sebebiyle bana ilham veriyor. İstanbul’a her gelişimde aslında ne kadar küçük olduğum gerçeğiyle yüzleşiyorum. Bu da bana iyi geliyor.

 

İstanbul’un son 10 yılda bu kadar “hip” olmasının sebebi ne sence?

 

3 basit sebebi olduğunu düşünüyorum; 

Boğaz: Her şeyi birleştiren ve aynı zamanda ayıran muhteşem deniz tüm şehirde harika bir his yaratıyor. Bir tepeye geliyorsunuz ve aniden denizin size bakışını yakalıyorsunuz, yüzünüzü güldürüyor. Özgürlüğü öneriyor.

Tarih: Bu şehir o kadar eski ki onu özgün kılıyor. Türk kültürü ve İstanbul kültürünü etkileyen tüm kültürler denenmiş ve hepsi gerçek. Bu özgünlük kökler yaratıyor ve aitlik hissi veriyor. 

Gizem: Şehirde hep bir gizem var… O köşeyi dönünce ne var? Ya da o kapıların ardında? İnsanların merak duygusunu besliyor.

 

İstanbul’a geldiğinde ilk izlenimin neydi?

 

İstanbul’a ilk seyahatim beni hareketsiz bırakmıştı. Bir semtte tıkılı kalmıştım ve şehri keşfedememiştim. Yıllar sonra tekrar geldiğimde bana şehir farklı açılardan gösterildi. Büyülenmiştim. İnsanlar çok sıcak ve misfirperverdi. Yemekler harikaydı. Kültür ilham vericiydi. Şimdi bu şehre her gelişimde, havaalanından itibaren yüzümde büyük bir gülümseyle başlıyorum seyahate – yanımda Boğaz ve bir çok şeyin mümkün olabileceği hissi.

 

İşin gereği çok sık seyhata ediyor olmalısın; en sevdiğin şehir neresi?

 

Şu an listemde İstanbul en üst sırada.

 

En sevdiğin restoran hangisi?

 

İstanbul’da Münferit’i çok seviyorum. Berlin’de Grill Royal. Ama annemin yemeklerini geçebilen mekan çok azdır.

 

Peki ya bar?

 

Berlin’deki Saint Jean mahalle barım. Rahattır, seksidir ve her zaman enteresan şeyler olur.

 

Şu aralar playlistinde kim ve hangi şarkısı tekrar tekrar çalıyor?

 

Beyonce’nin “BEYONCE” albümünü şu ara çok sık dinliyorum. Ama her zamanki listemde Gladys Knight, Donny Hathaway, Nancy Wilson gibi isimler var. Klasik soul’u ve “özel” sesleri seviyorum.

 

Size “son moda” diyebilir miyiz ?

 

Kendimi son moda birinden çok stil sahibi biri olarak görüyorum. Sevdiğim tasarımcılar ve dikkatimi çeken trendler var ama stil daha çok bağımsız bir ifade benim için.  Modanın yorumlanması…

 

Kendi stilini 3 kelime ile tanımlarsan?

 

Tuhaf

Düşünülmemiş

Şık

 

Gardırobunun temel parçaları nelerdir?

 

Büyük çanta insanıyım – haftada birkaç kez çanta değiştirmeyi severim. 

Kaçış çantam ordudan kalma kamuflaj bir kask çantası. Jean’siz yaşayamam – gardırobumda sağlam bir Levi’s yığını var. Çok güvendiğim bir çift Y3 deri pantolonum var. Ve kararsız kaldığım durumlarda basit bir Rick Owens t-shirt beni hiç yanıltmaz.

 

Stil ikonların var mı?

 

Stiline hayran olduğum insanlar var tabii ki ama kendi yolumdan gitmeyi öğrendim: Eğer yapacaksam, kendi tarzımı kendim yaratırım.

 

Giyindiğinde nasıl bir görünüm kazanmak istersin?

 

Gülümseme. Gülümsemenin her şeyin önüne geçtiğini düşünüyorum.

 

Lüks tanımın nedir?

 

Benim için lüks; yapmak istediğimi yapıyor olmak – yapmak zorunda olduğumu yapmak değil.

 

Zamanda yolculuk yapma şansın olsa hangi döneme gitmek istersin? Neden?

 

Sanırım 30’lara giderdim. Stil açısından çok çekici buluyorum.

 

Geriye dönüp baktığında hayattaki en büyük başarın ne?

 

Bu hayat bittiğinde durmak ve bunu düşünmek için çok zamanım olacak. Bu süre içinde yapmam gereken çok iş var.

 

Son olarak, Soho House’un İstanbul’da açılmasını bekleyen okuyucularımız için ne söylersin?

 

MUHTEŞEM olacak!


 

İdil Çetin