Kent Haberleri

Diyarbakır Sur, Toledo gibi olacak!

Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Diyarbakır Sur’u öyle inşa edeceğiz ki aynen Toledo gibi mimari dokusuyla herkesin görmek istediği bir yer haline gelecek" dedi.

Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Diyarbakır Sur’u öyle inşa edeceğiz ki aynen Toledo gibi mimari dokusuyla herkesin görmek istediği bir yer haline gelecek" dedi.


Başbakan Ahmet Davutoğlu, Mekke ve Medine ziyaretinin ardından Suudi Arabistan yönetimi ile temaslar ve Suudi yatırımcılar grubu ile toplantı için Riyad’a geçti. Kraliyet konukevinde gazetecilerle sohbet eden Davutoğlu’na; Sur’u, terörle mücadele operasyonlarını, sosyal destek planlarını, Cenevre’yi sorduk.


-Kâbe’den açayım konuyu.. Sabah namazında, bir Diyarbakırlı “Diyarbakır’dan selam” diye seslendi. Bir de tavafta iken, bir Kürt “Bayırbucak Türkmenlerine yardım edin” diye bir şey söylemiş. O anlarda ne hissettiniz?


Mescid-i Nebevi’den otele gelirken bir çocuk, “Ben Diyarbakırlıyım” diye geldi, sarıldı. “Bize dua edin” dedi. 23 Temmuz’da operasyonların başlaması doğru bir karardı. Aldığımız karar, dört halkadan oluşan terör zincirini kırmaktı. Kuzey Irak’a ağır darbe vuruldu. DEAŞ’a operasyon yapıldı. Ardından kırsalda etkili bir mücadele başlattık. Belli ilçelerde yığınak yapılan yerlerin üzerine gidildi. İnşallah bu süreç tamamlandığında, ki Silopi bitti, Sur ve Cizre de neredeyse bitti. Burada birçok yabancı keskin nişancı da tespit edildi. Bunların hedefi de Türkiye’yi karıştırmak.


‘ŞİMDİ BAŞKA AŞAMA’

Şimdi başka bir aşamaya geçiyoruz, operasyon ardından nasıl bir süreç başlatacağız, onu hazırlıyoruz. Bakanlar Kurulu’nda 300 adım tespit edildi. Bu haftadan itibaren bütün bakanlar, genel başkan yardımcıları ve milletvekilleri dönüşümlü olarak alanda olacak. Belediye başkanlarına da her bir belediye ile ilgili görevler verdik. Tam bir gönül seferberliği içinde meseleyi, ilçeleri tek tek ele alıyoruz. Bir ilçede bazı adımlar atarsınız yanlıştır ama diğerinde doğru olabilir.


-Mahallekollar mı kurulacak?

Yeni güvenlik planlamasına gidiyoruz. Detaylarını Mardin’de açıklayacağım. Bu güvenlik önlemlerinin artırılacağı anlamına gelmiyor. Sadece şartlara uygun tedbirler geliştiriyoruz. Burada klasik güvenlik yöntemleri ile başarılı olmanız çok zor. Kapsamlı bir sosyal destek de başlayacak. 15 bin öğrenciyi Batman’da eğitime aldık. Sağlık hizmetleri aynı şekilde yürüyecek.



‘TAŞ ÜSTÜNE TAŞ KONSA...’

Bu şehirler, 90’lı yıllarda çarpık ve kontrolsüz bir şekilde gelişen şehirler. Bu olaylar yaşanmamış olsaydı bile kentsel dönüşümün yapılması gereken yerlerdi. Sur, Silopi, Nusaybin ve benzer yerlere insanca yaşanabilecek konutlar yapılabilecek. “Özellikle Sur’da bir taş üzerine taş konsa haberim olacak” dedim. Tescilli Diyarbakır evleri, camiler, kiliseler, hanlar Diyarbakır’ın mimari dokusuna hiçbir zarar vermeden restore edilecek.Diyarbakır Sur’u öyle inşa edeceğiz ki aynen Toledo gibi mimari dokusuyla herkesin görmek istediği bir yer haline gelecek.


“TOLEDO’NUN SIRRI”

“Donkişot”un yazarı İspanyol romancı Cervantes’in “İspanya’nın en değerli mücevheri” diye tanımladığı doğum yeri Toledo, 1986 yılında Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alındı. Tajo Nehri’nin kenarında yer alan kentteki tarihi eserler korunurken, bölgede yapılan tüm yeni binaların da eski kentin mimari üslubuna uygun olması şartı aranıyor. Toledo, surları içinde yüzyıllar boyunca bir arada kardeşçe yaşayan Hıristiyanlar, Museviler ve Müslümanlar nedeniyle “Üç Kültürün Şehri” olarak da biliniyor.


Habertürk



Haber Birgün Gazetesi'nde şu şekilde yer aldı...


Marx Kapital'de Doğu toplumlarını tarif ederken devletler ve hanedanlar birbiri ardına yıkılırken kendi kendine yeterli toplulukların ekonomik altyapısının değişmiyor olmasını "ekonomik yapısı siyasi gökyüzündeki fırtına bulutlarının etkisi dışındadır" diye tarif eder. Benzetmeyi dikeyden yataya çevirdiğimizde Türkiye'nin melaline varırız. Ülkenin bir tarafı yakıp yıkılıyor; diğer tarafındaysa hayat biteviye devam ediyor. Seçimler geçtiğine göre "şehit cenazeleri" üzerinden seferber edilecek veya sosyal medyada galeyana getirilecek hassas kitleler de yok. Zaten AB de göçmen şantajıyla susturulmuş olduğundan, yıllarca insanlar öldürülse, kimsenin gıkı çıkmayacak gibi. Bu sessizliği Davutoğlu'nun beyanı bozdu. Cenazelerine kavuşmaları engellenen bir halka Cuma namazlarını her hafta ayrı bir Doğu kentinde kılacağını muştulayan başbakan, sonra esas konuya (elbette yine inşaat!) geldi: "Tescilli Diyarbakır evleri, camiler, kiliseler, hanlar Diyarbakır'ın mimari dokusuna hiçbir zarar vermeden restore edilecek. Sur'u öyle inşa edeceğiz ki aynen Toledo gibi mimari dokusuyla herkesin görmek istediği bir yer haline gelecek." Davutoğlu'nun aklına Toledo diyince söylermiş mimari geliyor. Tam olarak ne kastettiği anlaşılmasa da, büyük ihtimalle şehrin kadim mimarisini kastediyor. Şahsen Toledo dendiğinde benim aklıma ispanya İç Savaşı'nda faşistler geliyor ama kendisinin düşünce çizgisini takip edince de (onun istediği) bir yere varamıyorum. Toledo; Hıristiyan, Müslüman ve Yahudi toplulukların barış içinde birarada yaşadığı bir kentti. Kadim mimarisi, Müslümanların elinde olduğu dönemde yeni katkılarla birleşince tarihî Toledo ortaya çıktı. Ama "buralar bizim" diyen bir büyük ulus şovenizmi ve Engizisyon'da cisimleşen dinci barbarlık (Reconquista, yeniden fetih) devreye girince Toledo önemini kaybetti. Sözgelimi büyük sanatçı Garda Lorca sadece muhalif duruşu ve eşcinselliğinden ötürü değil; ispanya'nın yeniden fethinin köklü bir medeniyetin yok edilmesine yol açtığını ve çokkültürlülüğü dinamitlediğini iddia ettiği için de nefretleri üzerine çekmiş ve dinci faşistler tarafından öldürülmüştü. Dolayısıyla Toledo bir yandan çokkültürlülük demekken, diğer yandan bir bölgenin halkına dışarıdan dayatmada bulunan ve kendi kültüründen başka her şeyi çerçöp sayan bir zihniyetin devreye girmesi; dinci-milliyetçi barbarlığın halkların birarada yaşamını dinamitlemesi demektir. Toledo'nun çokkültürlülüğüne karşı TOKİ'nin tekkültürsüzlüğü nasıl bir mucize yaratabilir ki? Yok eğer Davutoğlu 20. yüzyılın sonundaki mimari "dönüşümü" kastediyorsa, kent Dünya Kültür Mirası'na alındığından yeni müdahalelerin eski yapıyı bozmaması gerektiği söyleniyor. Bu kısım da AKP'ye pek uymuyor, zira mesela kadim camilere ucube pisuarlar döşeyen zihniyetin nasıl bir "restorasyon" yapacağını tahmin etmek güç değil. Fakat Toledo dendiğinde asıl akla gelen Alcâzar kuşatmasından hareketle faşist mezalimdir. Franco İç Savaş'ta Madrid'e yaklaşmışken, 21 Eylül 1936'da sürpriz bir kararla ordusunu güneydoğuya çevirip Toledo kuşatmasını kırmaya karar verdi. Henüz yerini sağlamlaştıramamış olan Franco hem bir efsane yaratmak istiyor ("savaşta tek bir adamımı bile terk etmem"), hem de kurmay kademesindeki iç çekişmelerde elini güçlendirmek istiyordu. 27 Eylül'de Toledo'ya giren dinci faşistler muazzam bir katliam yaptılar (Preston, Franco: A Biography: 174-84). Madrid'in alınması iki buçuk yıl sürecek olsa da, Franco bu hamlesiyle kahraman oldu. Kanaatimce Toledo'nun mimarisindense bu "doku"su Sur'da yapılanlarla daha çok örtüşüyor, Davutoğlu'nun lapsusu bunu ele veriyor. Üniversitede bir hocamız, "restorasyon inşaat için kullanılmaz, restorasyon bir rejimin, özelde de krallığın yeniden kurulması (yani ihya) demektir" der dururdu. Davutoğlu restorasyon dediğinde nedense benim aklıma bu geldi: Esas derdi eski rejimi (padişahlık mı halifelik mi, her neyse) ihya etmek olan zihniyet buna TOKİ'yi alet ederken de sirkatin söylüyor. 



Ferit Burak AYDAR/Birgün



Haber Cumhuriyet Gazetesi'nde şu şekilde yer aldı...



Başbakanımız Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu benzetmeleriyle ünlü bir akademisyendir. Her benzetmesinde bir öngörü vardır aynen son Sur-Toledo örneğinde olduğu gibi. İspanya'nın ortasında yer alan Kastilya-La Mancha özerk bölgesinin merkezi olan Toledo, Diyarbakır'ın Sur ilçesi gibi zengin bir tarihsel dokuya sahiptir. Sur'un tarihi geçmişi çok eskilere, MÖ 7500 yıllarına kadar uzanmaktadır. Son dönemde yapılan arkeolojik kazılarda dünyadaki en eski yerleşim alanlarının bu bölgede olduğu görülmüştür. İlçede Hurriler, Mitanniler, Hititler, Asurlar, Medler, Persler, Yunanlar, Romalılar, Bizanslılar, Araplar, Selçuklular, Osmanlılar gibi 30'a yakın uygarlık hüküm sürmüştür. Aynen Sur gibi sur-içi bir yerleşim birimi olan Toledo'nun tarihi Sur kadar eski değildir. MÖ 192'de Romalı komutan Fulvius Nobilior bir çoban yerleşimi olan bölgeyi ele geçirerek daha sonra Toledo adını alacak olan Toletum'un ilk temelini atmıştır. 702-1085 yılları arasında Arap egemenliğinin hüküm sürdüğü kentte Arap-Endülüs uygarlığından günümüze kalan birçok yapı bulunuyor. Buraya kadar sözü edilecek bir durum yok. Ne var ki Sayın Başbakan'ın yaptığı benzetme ile dikkat çekmek istediği, iki yerleşimin mimari dokusu ya da turizm açısından önemi değil herhalde. 80 yıl öncesine gidelim... Toledo, İspanya İç Savaşı'nın başladığı 1936 yılında cumhuriyetçi bir kentti. Askeri vali Albay Jose Moscardo isyancıların saflarına katılarak cumhuriyetçi milislerle savaşa tutuştu, fakat yenik düşeceğini anlayınca 100 subay, 800 sivil muhafız (Guardia Civil), Falanj üyeleri ve bir avuç Piyade Okulu öğrencisiyle uzun aylar boyunca kalacağı Alkazar Kalesi'ne sığındı. Kalede ayrıca cumhuriyetçi ailelerden 550 kadın ve çocuk ile Toledo sivil valisi rehine olarak tutuluyordu. Aslında Toledo da, Alkazar Kalesi de her iki taraf açısından pek önem taşımıyordu. Franco, Alkazar'ın ele geçirilmesi için Madrid cephesindeki birliklerin bir bölümünün birkaç haftalığına çekilerek Toledo'ya gönderilmesi emrini verdi. Toledo, General Jose Enrique Varela komutasındaki birlikler tarafından ele geçirilince kentte binlerce cumhuriyetçi asker, milis ve sivil katliama uğradı. Kentin işgalinden sonra Franco, Caudillo (Şef) olarak anılmaya başlandı. 1939 yılında İç Savaş'ın sona ermesiyle birlikte Francisco Franco y Bahamonde El Caudillo ülkede iktidarı ele geçirdi ve 1975 yılında ölümüne kadar 36 yıl boyunca demir yumrukla yönetti. Evrensel "kuvvetler ayrılığı" ilkesini "kuvvetler uyumuna" dönüştürdü. Hem devlet başkanı, hem başbakan, hem genelkurmay başkanı, hem de partisi Movimiento Nacional'in lideriydi. Yargı da, yasama da emrindeydi. Dört dörtlük bir diktatör olarak çağcıllarına ve kendinden sonra geleceklere örnek oldu. Ulusal Ceza Mahkemesi kayıtlarına göre iç savaş sırasında 143 bin 353 kişi yaşamını yitirdi. Bu sayıya idam edilen binlerce muhalif dahil değildir. Öyle günler geçiriyoruz ki Toledo denince insanın aklına Primada Katedrali, San Martin ve Alcantara köprüleri, El Trasito Sinanogu değil de savaşlar, ölümler, diktatörler geliyor. Ne diyelim? Ülkemizi de, bizleri de Tanrı korusun! 



Deniz KAVUKÇUOĞLU/Cumhuriyet




Haber Yeni Şafak Gazetesi'nde şu şekilde yer aldı...


Başbakan Davutoğlu'nun, Diyarbakır'ın Sur ilçesi için mimari örnek olarak gösterdiği Toledo kenti neresidir?


Diyarbakır ve Şırnak gibi şehirlerin, 90'lı yıllarda çarpık ve kontrolsüz bir şekilde yapılandığına dikkat çeken Başbakan Ahmet Davutoğlu, terör olaylarının yaşandığı bu bölgelerde güvenlik operasyonlarının ardından kentsel dönüşüm başlayacağını söyledi. Sur, Silopi, Nusaybin ve benzer yerlere yaşanabilir konutların yapılmasının önemli olduğunu ifade eden Davutoğlu, özellikle Sur'da yapılacak her türlü değişiklikten haberdar edilmesini istedi. Davutoğlu, tescilli Diyarbakır evleri, camiler, kiliseler, hanlar Diyarbakır'ın mimari dokusuna hiçbir zarar vermeden restore edileceğini dile getirdi.


Peki Toledo neresidir?


Madrid'in 70 km güneyinde yer alan şehir ismini Romalılar zamanında Toletum olarak almıştır. Milattan sonraki sekizinci asırda Müslüman Arap fethiyle birlikte şehrin adı Araplar ve diğer Müslüman milletler tarafından Tuleytula olarak tanındı.

Toledo'da ilk yerleşimin Bronz Çağı'na kadar dayandığını kaydeden Toledo Belediyesi Turizm Ofisi Direktörü Paloma Gutierrez, kentle ilgili ilk yazılı belgelerin 192 yılında, Antik Roma dönemine ait olduğunu ifade etti. Gutierrez, Toledo'nun Orta Çağ'daki nüfusunun 30 bin kadar olduğunu ve Müslümanlar, Yahudiler ve Hristiyanların birlikte yaşadığı bir kent olmasından dolayı, "3 Kültür ve Tolerans Şehri" olarak adlandırıldığını anlattı.

Toledo bugün önemli bir turizm potansiyeline sahip... Dış ülkelerden buraya yoğun bir turizm akımı var. Toledo'nun tarihi bölümünün de dahil olduğu 40 İspanya eseri UNESCO Dünya Miras Listesi'ne girdi.


Toledo'da ilk yerleşimin Bronz Çağı'na kadar dayandığını kaydeden Toledo Belediyesi Turizm Ofisi Direktörü Paloma Gutierrez, kentle ilgili ilk yazılı belgelerin 192 yılında, Antik Roma dönemine ait olduğunu ifade etti. Gutierrez, Toledo'nun Orta Çağ'daki nüfusunun 30 bin kadar olduğunu ve Müslümanlar, Yahudiler ve Hristiyanların birlikte yaşadığı bir kent olmasından dolayı, "3 Kültür ve Tolerans Şehri" olarak adlandırıldığını anlattı.


Gutierrez, Toledo'da çok ünlü tarihçilerin, doktorların, matematikçilerin yaşadığının altını çizerek, ünlü Müslüman

astronom Ebu İshak İbrahim'in (El Zerkali) bunlardan biri olduğunu belirtti. Başbakan Ahmet Davutoğlu, bir açıklamasında kültürel mimari özelliklerin korunması bağlamında Diyarbakır'ı Toledo ile karşılaştırmıştı.



Yeni Şafak




Haber Birgün Gazetesi köşe yazarı olan Ateş İlyas Başsoy'un yazısında şu şekilde yer aldı...


Burası vatanın senin be, burası ülken senin, toprağın. İlk öpüştüğün sokağı da yanında götürecek misin, sarhoş olduğun merdivenler de gelecek mi seninle? Nereye gidiyorsun? Nereye gidebilirsin? Toledo’ya mı?


“Kurbanı bahçeye bağlarlardı. Abimle kurbanın yanına giderdik, onu severdik, bize anlatılmaz bir anlamla bakardı. Sonra bayram sabahı gelirdi, abim ablamlar babama yalvarmaya başlardık. Babam namazdan dönünce kurban kesilecek. Ne yapsam?”


“Ben bu itleri tanıyorum, seçim gecesi de sokakta “Hepinizi s...keceğiz” diye bağırmışlardı. Bunlar tombalacıların, üçkağıtçıların, yankesicilerin çocukları. Babaları şimdi müteahhit oldu veya emlakçı. Eski binalara el koyuyorlar, belediye onlardan soruluyor. Halletmeyecekleri iş yok. Nitelikli yankesici. Ama sorarsan her yıl Umre’ye gidiyor, Osmanlı filan... İşte bu boklar geldiler, silahlı. Tekbir getiriyor. “Alnınızdan vururum lan” diyor. Yanımızda kız arkadaşlarımız var, herkes kaçışıyor. Ben dik dik bakıyorum ama ayaklarım da titriyor, bunda saklanacak bir şey yok; karşındaki faşistte tabanca var, saniyede kararır dünyan... Sevgilim tutuyor, ben de kaçıyorum; kaçıyorum işte, bildiğin. Arkamızdan diyorlar ki: “Gidin barda için orospu çocukları.” Ben hayatımda iki kez ölümüne kavga ettim, birinde anama, birinde sevgilime küfretmişlerdi. Duruyorum. Geri dönmek ve bu ihaleci yavşağın suratını dağıtmak istiyorum. Ne yapsam?”


“Haftada bir gün ailecek yemeğe giderdik. Eşim bir kadeh şarap içer, ben de iki duble rakıyı ağır ağır yudumlarım. Garson Ali vardır, bitirim, şakalaşırız. Bir gün masaya tanımadığım yeni bir garson geldi, dedi ki “İçki yok”. “Niye?”dedim. “Kaldırıldı” dedi... Bir de bana tiksintiyle baktı. Herhalde bu herif hırsız soyundandır diye umursamadım ama daha ilginç bir şey de oldu: Ali’ye baktım, gözlerini kaçırdı. “Hayrola yahu, içkiyi kaldırmışlar?” dedim. “Öyle” dedi. İzlendiğini düşünüyormuş gibi mutfak tarafına baktı. “Aile ortamında içki iyi bir şey değil zaten” dedi bana. Anlayamadım, anlayamadığım için de bön bön baktım. Ali ona gülümseyen yeni garsonun yanına gitti. Gülüyordu, rahatlamış gibiydi. Ne yapsam?”


“O mitingle aynı anda ilginç bir şey oldu. Biz gaz maskeleriyle ara sokaktayız. Yoksul, yaşlı bir adam yanımızdan geçerken birden kürsüdeki herifin tonuyla sesini yükseltti. Yoksul bir evin penceresinden bir kadın da adama destek verdi. “Cahil yoksullar” biz, “okumuş zengin”lere karşı bir araya gelmişti. Ha o sırada cebimde boş bir akbil ve beş liradan başka bir şey yoktu ayrı. Bana bağıran “yoksul” komşunun üç daire, bir de dükkanı olduğunu sonra tesadüfen öğrendim, bu da ayrı... Mesele şu: Canetti’nin veya Reich’ın doğrulandığı büyülü bir andı yaşadığımız. İktidar birden o tarafa geçmişti. O an biliyorum ki, beni tenha bir sokakta yakalasalar tıpkı Ali İsmail’e yaptıkları gibi öldürürlerdi. Oysa daha dün iktidar bizdeydi, sokaklar bizimdi. Heller’ın Madde 22’sinde olduğu gibi, gerçekleri şıp diye anladım, bütün mesele iktidarı ele geçirmekti. Bu insanlar o an seni alkışlayacak ama yarın düşersen de linç edeceklerdi, aynı insanlar. Kürsüdeki mahluku sevmelerinin sebebi, onun bu soysuzluğu üreten bir lağım yolundaki yoldaşları olduğunu bilmeleri miydi? Ben bunlar için mi kendimi yoruyorum?” diye düşündüm. Gezi’nin bu kadar güçlü olmasının ve ondan bu kadar nefret edilmesinin sebebi buydu. Taban tabana ayrı iki toplum anlayışı. Biri itaat eden, itaat ettiren, köle efendi toplumu; diğeri herkesin insan olduğu bir tahammül ve karnaval toplumu. O mitingle iktidar el değiştirdi, sanırım o andan beri de bizde değil. Ne yapsam?”

 

“Kendime rotalar çizdim, yol biraz uzuyor ama olsun. Eğer rotamı korursam sorun olmadan eve ulaşabilirim. Kışın hava karardıktan birkaç saat sonra şehir tenhalaşır. Palton nasıl olsa uzundur, kafan önde, eller cepte hızlı adımlarla yürürsün. Yürürsün dediğime bakma, sırtında ağır bir yük gibi taşıdığın paranoyan gitgide daha ağırlaşır. Biri gelirse, bir bıçak dayarsa, ağzını kapatırsa... Kaniş cinsi küçük bir köpeğim vardı, bir gün bir kurt köpeği hızla ve hiç ses çıkarmadan geldi, kanişimin sırtına dişlerini geçirdi. Köpeğim kurdun ağzından yere ölmüş olarak düştü, buna boğma diyorlarmış. Meğer vahşi hayvanlar, öldürmek için saldırdıklarında hiç ses çıkarmazlarmış, her şey kısacık bir sürede olurmuş... İşte yirmi yaşında bir kadın olarak, sokakta yürürken aklıma hep o sahne gelir. Sessiz bir düşmanın avı olma endişesi. Dün akşam rotamda bir grup ergen delikanlı gördüm, tek tek hepsi kibardır ama bir araya geldiklerinde en büyük kötülükleri bile yapabilirler. Yanlarından geçerken biri “Tesettür, tesettür” dedi, bir diğeri de “Orospu” diye bağırdı. Kahkahalarla güldüler. Rotamı değiştirmem gerek. Ne yapsam?”


“Pasaportum cebimde diye bir geyik başladı. Ne olacak cebinde olunca? Burası vatanın senin be, burası ülken senin, toprağın. İlk öpüştüğün sokağı da yanında götürecek misin, sarhoş olduğun merdivenler de gelecek mi seninle? Nereye gidiyorsun? Nereye gidebilirsin? Toledo’ya mı? Niye gidesin? Tek tek “Ne yapsam?” diye sormakla, sadece yenileceğini bilmiyor musun? Ne yapacağın gün gibi ortada değil mi?”


“Babam bayram namazından geldikten sonra bahçede bir hareketlenme başlar. Abimle beni de aşağıya indirirler, bakalım diye. Ablamlar, annem yukarıdadır. Kurbanı okşayarak getirirler, bakışmayalım diye gözlerimi kaçırırım, tek yaptığım bu olur. Sonra onu yatırırlar. Kasap hala seviyordur kurbanı... Şöyle bir imge geliyor aklıma: yukarıdayız, kavurma pişmiş. Ekmekler banılıyor, ailecek kavurma yiyoruz. Babam, annem, kardeşlerimle göz göze gelirim. Dudaklarında kurban etinin yağı, lokmalarını sakin sakin çiğnerlerken, herkes birbirine anlatılmaz bir anlamla bakar. Evde ürpertici bir huzur vardır...


Eğer kuzu gibi beklersek bizi mutlaka kesecekler dostum. Çok az kişi itiraz edecek, çoğunluk sessizce duracak, bir kasap illa çıkacak. Korkunç olan ne biliyor musun? Kasap değil, bıçak değil, o anlamlı bakışlar da değil... Korkunç olan, kavurmayı yerken yüzlere inen o nur.


Boğuluyorum. Ne yapsam?”



Ateş İlyas BAŞSOY/Birgün