Genel

Erden Timur: İlk kez katıldığı fuarın gözdesi!

Hürriyet gazetesinden Figen Batur, Londra'daki Tasarım Haftası'nda Nef Gayrimenkul'ün patronu Erden Timur ile tanıştı ve Timur'un ilk kez katıldığı fuarda herkesi kendine hayran bırakarak göğsümüzü kabarttığını yazdı... İşte o yazı...

Yazıldı çizildi. Bir avuç gazete yazarı, 'Bir Nefeste Londra' gezisi kapsamında Londra'ya gittik. Daveti aldığımda ne davet edeni tanıyordum ne de davet nedenini biliyordum. Londra Tasarım Haftası lafı yetmişti de artmıştı yorucu geçeceğini adım gibi bildiğim geziye bir an bile düşünmeden 'katılırım' dememe.

Londra'nın şu aralar Olimpiyat telaşına düştüğünü, trafiğinin felç olduğunu bilmez değildim. Temmuz ayında çektiğimiz çileyi henüz unutmamıştım ama Londra Tasarım haftası gibi çok duyup hiç görmediğim bir etkinliği de kaçıramazdım.

"İyi ki heves kuşum durmadan dönüyor", dedim gezi bitimi eve dönerken. İyi ki yolculuk öncesi pasaport telaşının yorgunluğu galebe çalmadı. İyi ki geziye katıldım. Londra Tasarım Haftası'nı bir kalem geçiniz dee... Erden Timur'u tanıdım.

İki saatlik bir uykuyla sersem sepelek uçağa yetiştiğimde, aklımda uyumak dışında bir şey yoktu ne yalan. O yüzden de ne bizimle yolculuk etmekte olan, uzun süredir görmediğim bir güzellikteki genç kadını ne de onun alçakgönüllü, handiyse utangaç kocasmı fark ettim ilk bakışta. İnişte, otobüsün gelmesini beklerken Berna Naipoğlu tanıştırdı genç çifti: Emine ve Erden Timur. Nef in genç patronuyla eşi.

Tamam başarılı bir sürü genç insan var tanıdığım ama karşımda duran fazlasıyla genç gözüktü gözüme. Belki de Emir Yargıcı gibi şanslı bir yıldız altında doğmuşlardandır diye, çaktırmadan Fem'e (Güçlütürk) yaşını sordum. Yirmi dokuz, dedi.

Yirmi beş bile vermezdim ama yirmi dokuz da geldiği konum için inanılmaz. O gün öğle yemeğinden sonra W Hotel'in konferans salonunda kendisini dinlerken şaşkınlığım ona katlandı desem, yeri.

Olsa olsa baba işini başarıyla sürdüren bir gençtir, diye düşündüğüm Erden, baba işini sürdürmekle kalmayıp genişleten, sıradanla yetinmeyip gözünü en iyiye diken, hayallerine dikenli tel çekmeyen, Lord Norman Foster gibi dünyanın en iyi mimarlarını etkileyip ortak iş yapmaya ikna edecek projeler geliştiren ve çıtasını dünyanın en iyisi olma hedefine yükseltmiş meğer.

Patron denilince akla gelen ne varsa, lacivert elbiseden tutun da ses tonuna, gizlenmesi mümkün olmayan böbüre, elde olmadan atılan yukarıdan bakışlara... Hepsini fırlatın atın: Erden onlardan değil. Bana sorarsanız patron bile değil.

FAZLASIYLA MÜTEVAZI

Tarsus Amerikan Koleji'nden tanıdığı yakın dostlannı bir hayal çevresinde toplamayı başarmış, ekip ruhunun ne demek olduğunu kavramış, gönülden arzu edilene sonunda ulaşılacağına inanmış, hep bir numaralarla çalışmak isteyen, hevesli, çalışkan, bilgili, büyük düşünen ve işini para kazanmak için değil insanları mutlu etmek için yapan biri. Yazdıklarımı okuyunca kızaracaklardan...

Norman Foster'ın genç ortaklarından birinin de katıldığı konuşmamn bitiminde, Nef'in İstanbul'da halen inşaatı sürmekte olan projelerini dinledikten, önümüzdeki günlerde yapacaklarım öğrendikten sonra ağzım bir kanş açık karşımda duran ve "Ben ashnda iyi konuşamam" diye özür dileyen genç adama bakıyor ve keşke kendisinden yüz tane daha olsaydı, Türkiye bugün olduğundan daha da iyi bir yerde olurdu, diye düşünüyorum.

Ertesi sabah ilk işimiz Earl's Court'taki 'Yüzde 100 Design' sergisine gitmek... 17 yıldır yapılmakta olan Tasarım Haftası'na ilk kez davet edilen inşaat firmasıymış Nef. Yanlış anlaşılmasın, ilk kez Türkiye'den davet edilen dep, dünyadan da ilk kez davet edilen firma... Sergi o gün katılımcılarla basma açık sadece. Ertesi gün ziyaretçilere açılacak ve muhtemelen dolup dolup taşacak. O yüzden şanslıyız. Londra'daki fuara ilk gelişim ama bu tür sergileri bilirim.

Ayağa kara sular iner, açılıştan kapanışa kadar o stant senin bu benim dolaşır yine de sergilenen ürünlerin yansım göremeden ayrılırsınız. Bir de kalabalıkla boğuşmak gerekir, kimi ilginç işlerin önü o kadar kalabalık olur ki insanlan yarmanız, kafanızı koltukaltlanndan uzatmanız gerekir.. Dolayısıyla da dolaşdolaş bitmeyecek bir yere gittiğimizi düşünürken, hallice bir salona girdiğimizi görüp huylanıyorum. İlk stant Çağlayan'da daha çeşitlisini göreceğiniz kapı kulplan gibi ürünlerin sergilendiği bir yer. 'Tasarım fuan mı bu, yoksa yapı fuan mı' düşünürken karşıma Nef in standı çıkıyor.

DİLE GELEN BİNA

Dev trombonlar, saksafonlar, trompetleri andıran müzik aletleri ve onlan birbirine bağlayan pirinç borular... O kadar çarpıcı ki, önce o borulardan şehir uğultusunu çağrıştıran seslerin geldiğini duymuyorum. Gelen giden bizim standın önüne mıhlanıyor. Fotoğrafçılar, tasarımcılar, organizatörler...

Ne olduğu anlatılınca da bir an duraksıyor, sonra da hayran olunacak bir iş diye stanttakileri birer birer tebrik ediyor. Göğsüm kabarıyor. Derken Sebastian Agneessens ile tanışıyoruz... Bir gece önce saat ona kadar fuar alanım mesken tutan Yeşim ve Nef in çalıştığı tasarımcılardan Alper Görür ile bir de. Sebastian, New York'ta yaşayan Fransız bir tasarımcı-müzisyen.

Erden, betonun bile elli yıllık bir ömrü olduğunu düşünüp yaptığı binaların kendilerine özgü seslerinin olması gerektiğine hükmettiğinden, gidip Sebastian'ı bulmuş. Bu kendine özgü genç Fransız'a "Bir bina sence nasıl dile gelir" diye sormuş. Yapıldığı yıllarda seveni kadar nefret edeni de bol, Paris'teki ünlü modem sanat müzesi Beabourg'un cephesini saran borular gelmiş aklına. Pırıl pırıl pirinç borular, çatıdan girişe kadar binayı sarmalayacak; yerleştirilecek mikrofon ve ışıklarla binadaki hayata işitsel ve görsel olarak dışa yansıtacaklarmış. Oturmuş çizmiş. Müzisyen olduğu için müzik aletleri olarak tasarlamış eserini. Dijital olarak kaydettiği sesleri borulardan geçirmiş ve seslerin etkilerini yitirmemeleri için ses mühendisleriyle işbirliğine gitmiş. Ve çizimi getirip Alper'e teslim etmiş. Şişhaneli ustaların elinden çıkmış işte, adma ne demem gerektiğini kestiremediğim bu enstalasyon.

TASARIM TUTKUSU

Erden'in tasarım tutkusunu anlamak için onunla iki dakika konuşmak yetiyor. Yaptığı binaları sadece bina olarak görmeyen, hayatımızın büyük bölümünü geçirdiğimiz mekanlara farklı bir boyut katan, orada yaşayacak insanların kendilerini özel hissetmeleri için tasarımın gücünden yararlanan biri o.

Ben tam bunları düşünürken biri gelip, gelecek hafta Paris'te açılacak bir fuara katılıp katılamayacaklarını soruyor. Başka biri gelip, birlikte otel yapar mıyız diye yokluyor. Bir kez daha göğsüm kabanyor. Ondan da bu beklenirdi zaten, diyorum kendi kendime. İlk kez katıldığı fuarın gözdesi olmak. Ve daha ilk gün böyle davetler almak. Boşuna etkilenmedim bu utangaç gençten...

Figen Batur / HÜRRİYET