Fikirtepe kentsel dönüşümle korkutepeye dönüştü!
Kadıköy’ün orta yerindeki Fikirtepe, kentsel dönüşüm krizinin ardından ‘Korkutepe’ olmuş. Suç kol geziyor. Sinemacılar film platosu gibi kullanıyor ama orada başka filmler dönüyor. Duyan gelmiş, Fikirtepeliler artık çok korkuyor...
Kadıköy’ün orta yerindeki Fikirtepe, kentsel dönüşüm krizinin ardından ‘Korkutepe’ olmuş. Suç kol geziyor. Sinemacılar film platosu gibi kullanıyor ama orada başka filmler dönüyor. Tinerciler, soyguncular, suçlular… Duyan gelmiş, Fikirtepeliler artık çok korkuyor.
İstanbul’un Anadolu yakasında, Kadıköy’ün orta yerinde duruyor Fikirtepe. Duruyor durmasına da nasıl duruyor?
500 metre aşağısında gökdelenler, alışveriş merkezleri, çarşılar, sinemalar, hayat akıp gidiyor. Ama Fikirtepe’de bir süredir durmuş görünüyor. Burası üç yıl önce kentsel dönüşüm kapsamına alındı. 3000 ev yıkıldı, 5000 ev terk edildi, 7 bin evde hâlâ mesken sahipleri oturuyor.
Yerleşim yeri olarak 50-60 yıl önce kurulmuş. Dedeler çocuklarına, torunlarına bırakmış yuvalarını. Evlerinin görüntüsünden dolayı gecekondu olarak anılmasına fena halde kırılıyorlar. “Bizim dedelerimiz buranın asfaltı için bile para saydı” diyorlar.
Genelde evler üç-dört katlı. Her bina neredeyse tek kişiye ait. Ve her binada en az dört daire var. Yani buranın halkı, emekli olmuş, kira geliriyle geçinen kimselerden oluşuyor. Bir dairenin kirası birazdan anlatacağım olaylar başlamadan önce 500 TL imiş. Ancak artık kimse oturmak istemediği için 200 TL’ye kadar düşmüş. Üstelik artık aileler de buradan ev kiralamıyor. Kaçak yaşayan Türkmenler, Suriyeliler ya da başı suçla dertte olup adresi bilinmesin isteyenler ev tutup, birkaç ay sonra kirayı da vermeyerek kaçıp gidiyor. Daha geçenlerde ekonomik nedenlerle 35 yaşında bir gencin intihar ettiğini anlatıyorlar.
ÇOK FİLM DÖNÜYOR
Fikirtepelilerin yaşadığı ekonomik kriz şimdi anlatacağımın yanında devede kulak. Levent Arslan ile sokakları geziyoruz. Yıkık dökük evlerin içine giriyoruz. Bir evin üzerinde Arapça yazılar yazıyor. Suriyeliler’den kalma değil, burayı Suriye gibi kullanan, film seti haline getiren yönetmen Murat Uygur’dan kalma. İlk kez plato olmamış burası, Kurtlar Vadisi Pusu da burada çekilmiş. Üç yıl içinde zaten hiçbir senaryoya gerek bırakmayacak kadar çok film dönmüş buralarda.
Mahalleli bizi görüyor, her gören peşimize takılıyor. Hepsi aynı şeyleri anlatıyor. Herkes korkuyor. Kadınlar, erkekleri kavgaya karışacak da elinden bir kaza çıkacak diye, erkekler kadınlarına tecavüz edilecek diye, anne-babalar çocukları uyuşturucuya bulaşacak, yaşlılar “Kapıyı çalan ya tinerciyse” diye korkuyor.
Herkes korktuğu için bu yazıda kimsenin ismini yazmayacağım. Çaresizler. Birinin anlattığı da o çaresizliğin mizahı.
“Geçenlerde dört hırsız geziyor ortalıkta. Çıktım balkona, ‘Ne geziyorsunuz buralarda?’ diye bağırdım. ‘Ne bağırıyorsun, daha bir yere girmedik ki!’ dediler ve güldüler. Artık halimiz bu…”
Birçok ev yanmış görünüyor. Normalleşmiş bu durum artık, “Tinerciler yapıyor” diyorlar. Evler boşalınca hurdacılar gelip cam çerçeve ne varsa sökmüşler. O boş evlerden birinin içine giriyoruz. Öyle kolay değil, tinercilerin yolunu izliyoruz. Eve kimse girmesin diye mahalleli merpeni yıktırmış. Onlar da diğer boş evden büyükçe bir delik açmışlar, bu kez oradan giriyorlar. İçeride belli ki ateş yakılmış, eski yataklar ortada. Bira, şarap şişeleri, tiner içerken kullanılan pet şişeler, eski yırtık battaniyeler… Hemen bu evin diğer yanında bir başka ev daha var. Orada yaşanıyor. Bizi misafir ediyorlar. Sarı yapma çiçeklerin süslediği, duvardan kızının düğün fotoğrafının gülümsediği, tüplü televizyonun göz kırpa kırpa çalıştığı bir mesken. Lokum ikramının ardından evin sahibi anlatmaya başlıyor. Dört kiracıları varmış. Şimdi artık kiraya vermiyorlar. Son kiracıdan biriken üç aylık kirayı istedikleri için bir gece vakti evleri basılmış. Evin yaşlı hanımını itip, beyi de dövmeye kalkmışlar. Şimdi evlerini bekliyorlar. Tuvalet kapısı, hemen yanındaki musluk başına iple bağlanmış. “Bu ne” diyoruz. Cevabından da anlaşılıyor ki, burada herkes kendi güvenliğini sağlıyor:
“Tuvaletin penceresi yanda, tinercilerin kaldığı eve bakıyor. Oradan girerlerse kapıyı açmak istediklerinde kolay açamazlar. Hem onlar açana kadar ben duyarım, yatak odam tam karşıda.”
Yatak odasına sokuyor bizi. Başucunda av tüfeği var. “Namusumuzu, evimizi, canımızı korumak zorundayız” diyor.
BİTSİN ARTIK BU ÇİLE
Hava kararır kararmaz burada hareket başlıyor. İşte o zaman bütün sakinler evlerine çekiliyor. Bir yaşlı amca, sabah namazı için camiye giderken yanında kalınca bir sopa taşıdığını anlatıyor. Bir anne, çocuğunu okula götürmüş, gelirken gündüz vakti beş-altı genci bir taşın altına sakladıkları uyuşturucuyu çıkarırken görmüş. Orayı da daha büyük bir taşla işaretlemiş, bize gösteriyor.
Sürekli yangın çıktığını anlatıyorlar, evlerin halinden belli. Mahalleli kovayla su taşıyor, yangını söndürmeye çalışıyor. Sadece evler değil, suç kol gezmeye başlamış ya, duyan geliyor. Araba yakanlar, evlere girmeye çalışanlar, yağmacılar, hepsi orada.
Bazı müteahhitler hem belediye hem de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile yaptıkları anlaşma gereği evi yıkılanlara başka yerde oturmaları için kiralarını ödüyor. Daha doğrusu ödüyormuş. Çoğu üç senenin sonunda artık güçlerinin kalmadığını vatandaşa bildirmeye başlamış. Şimdi kara kara düşünüyorlar ne yapacaklarını. Evleri vardı, artık yok. Kira gelirleri vardı, artık yok. Huzurları vardı, artık yok. Can güvenlikleri vardı, o hiç yok.
Kentsel dönüşüm burada yılan hikâyesine dönmüş anlayacağınız. Karşılarında konuşacakları bir yetkili bile bulamıyorlar. “Mahkemeye gitsek kazanırız ama o mahkeme kim bilir kaç sene sürer, ölme eşeğim ölme” diyorlar. Hâlâ umutları var. Bir an önce inşaatlara başlanmasını ve bu çilenin bitmesini bekliyorlar.
İpek Özbey/ Hürriyet Gazetesi