Halkın yüzde 47’si evinde kışın ısınamıyor!
Bugün ekonominin yere çakılmaması borçla da olsa, tüketim harcamalarının sürmesinden kaynaklanıyor olsa da dar gelirli için durum hiç de iç açıcı değil. Yapılan araştırmalara göre halkımızın yüzde 47’si konutunda kışın ısınamıyor.
2016 yılı 2. çeyrek büyüme verileri geçen hafta açıklandı. Birinci çeyrekte yüzde 4,8 büyüyen ekonomi, ikinci çeyrekte yavaşlayarak yüzde 3,1 büyüyebildi.
OHAL döneminde onca yatırım teşvik vaatleri, ülkenin kaynaklarının seferber edildiği altyapı projeleri, faiz indirimi propagandaları, emek maliyetlerinin daha da aşağı çekilmesi çabaları vb iktidarın tüm ekonomik stratejileri ikinci çeyrekteki bu yavaşlamanın gölgesinde kaldı. Üstelik ‘savaş konjonktürü/harcamaları’ diye diye AKP’nin tarihin en yüksek kamu harcamalarından birini gerçekleştirmesi bile bu dönemin gerileyen ihracat, üretim ve yatırım iklimini kurtarmaya yetmedi.
Kabaca bakıldığında özel tüketim harcamalarının yine büyümeyi göğüslediği izleniyor. 2014 yılı ikinci çeyreğinde özel tüketimin büyüme üzerinde yalnızca 0,6 katkısı izlenirken, 2016’nın aynı döneminde bu katkının 5,2’ye yükselmesi ülkedeki tüketim pompalamasının artarak devam ettiğinin işareti. Yatırım tarafında ise ekonomide yerleşik hale gelmiş yatırımsızlık hali devam etmekte. 2016 birinci çeyrekte yatırımların büyümeye katkısı ‘sıfır’ iken bu çeyrekte negatife dönüşerek -0,1’e düşmüş.
Borçlar şişiyor
Bir önceki yılın aynı dönemine göre takvim etkisinden arındırılmış GSYH 2016’nın birinci çeyreğindeki 4,4 seviyesinden ikinci çeyrekte 3,0’a inerken, mevsim etkisini de arındırdığımızda 2016’daki değişim 0,3’e düşüyor. Sanayi tarafına baktığımızda ise büyümeye yaptığı 0,9’lık katkı inşaat ve müteahhitlik işlerini neredeyse kıl payı geçmiş gözüküyor. Bir ülke ekonomisi için sanayi üretimi ile inşaat işlerinin bu derece yakın bir büyüklüğe sahip olması, bugünün ekonomisinin yıkıcı karakterinin en somut yansımasını oluşturmaya devam ediyor. Ne var ki büyüme içinde en fazla yer tutan hizmetler sektörü ve özelinde turizmin, ülkenin içinde bulunduğu –konjonktürel değil- giderek gerileyen yerleşik hale gelmiş, yaşam güvenliğinin giderek eridiği durumun bir sonucu olarak inişe geçmesi, büyümede de bundan böyle sert inişlerin gündeme geleceğini gösteriyor. Bunun yanında dolar/TL kurunun 2,94-2,97 aralığında gezinmesi, dünya ile yaptığımız mal ve hizmet alış verişinde bütçemize eksi yazamaya devam ediyor, sattıklarımız aldıklarımızı ödemeye yetmiyor, zarar yazıyoruz, borçlarımızı şişiriyoruz.
Bugün kelimenin tam anlamıyla ekonomi yere çakılmıyorsa özel tüketim harcamalarının yeterli bir seviyeyi- borçla harçla da olsa- yakalayabilmesinden kaynaklanıyor. Oysa nüfusun büyük bir bölümünü oluşturan düşük ve orta gelirli çalışanların durumlarına bakıldığında durum hiç de iç açıcı gözükmüyor.
Verdiklerini geri aldılar
Ülkemizde yaklaşık 5 milyon kişi asgari ücret ve altında çalışıyor. İşsizlik oranı TÜİK’in dar tanımıyla yüzde 9,4, genç işsizlik ise yüzde 17-19 aralığında hareket ediyor. Kadınların çoğu işsiz, işsizlik oranı kadınlarda yüzde 20’lere çıkıyor, eğitimden giderek uzaklaştırılıyorlar, çalışan kadınlar ise ülkenin en ucuz işgücünü oluşturuyor. Enflasyon oranı yüzde 7,5-11 aralığından aşağı inmiyor. OECD’nin rakamlarına göre halkın yüzde 60’ı temel besin maddelerini almak için borçlanmak zorunda. Yüzde 47’isi konutunda kışın ısınamıyor, yüzde 28’i yeterli ışık alamayan karanlık konutlarda yaşıyor, yüzde 44’ü iki günde bir et, tavuk ya da balık yiyemiyor ve yüzde 35’i bir ayda yeni giysi alamıyor. Asgari ücret zammının enflasyon üzerinde kalan küçük kısmını hükümet bir iki ay içinde zamlarla geri almıştı zaten, şimdi birde bunun üzerine ücretlerin bir kısmını kanun zoruyla bireysel emeklilik fonlarına aktarmaya hazırlanıyor. Tüm bunların ötesinde çalışanlar sağlık ve eğitim hizmetleri için para ödemek, ulaşımın katlanarak artan fiyatlarını karşılamak zorundalar.
Nereye kadar?
İşte tüm bu eziyetlere rağmen ülke ekonomisinin atardamarını bu tüketim harcamaları oluşturuyor. Gerçekçi ücret artışları yerine bankalar tarafından kredi açılıyor, faiz ödeyerek, kredi masrafı ödeyerek çalışanlar hayatlarını idame etmeye çalışıyorlar. Birileri bu tüketim besin zincirinin tam tepesinde oturarak tüm vitamini mideye indiriyor.
Bu böyle nereye kadar gidecek? Bu soruya zamanın seyri içinden bakarak yanıt vermek zor; açılan her kredi, uzatılan her borç vadesi bu çarkı en azından döndürebilmeye yetiyor görünüyor. Pasta az da olsa büyüyor, lakin emekçinin sofrasına her geçen gün daha da az bir dilim düşüyor. Bu dilimle yetinmek yerine hakkı olanı istediklerinde emekçilerin bu çarkı tersine döndürebilecek tek güç oldukları ise herkesin malumu. En nihayetinde meselenin çözümü de bu gücü harekete geçirebilmekte yatıyor.
Birgün