İlber Ortaylı: Kuleli'yi ne yapmalı?
Hürriyet Gazetesi köşe yazarı İlber Ortaylı bugünkü yazısında Heybeliada Bahriye Mektebi ve Kuleli’yi gündemine aldı. İşte Ortaylı'nın o yazısı...
KULELİ Askeri Lisesi'nin binasını nasıl değerlendirmeli? Yeniden kullanılması düşünülüyorsa bir silah müzesi olabilir. Özellikle Çin, Japon, Rus porselenlerinin teşhiri için bir müze de doğrusu çok iş görecektir. Şart olan binayı devletin mülkünden çıkarmamak.
1859 EYLÜL’ünde İstanbul sarsıldı... Bildiğimiz kadarıyla, İstanbul’da bir ihtilal çıkarılacak gibiydi. Her yere dağıtılan elyazısı ‘flugblatt’lar (Almanların, matbaa kullanılmadan üretilen bu el ilanlarına verdiği isim) “padişahın gâvurlaştığını ve şeriata avdeti” haykırıyordu.
İşin başında üç şeyh vardı güya... Ama daha çok onların ikna ettiği paşalar ve askerler... İsyanın kalıbı yeniçeriliğin kaldırılmasından evvelki İstanbul ayaklanmalarını andırıyordu. Ulema ve asker işbirliği...
SULTAN ABDÜLMECİD İDAM CEZASINI UYGULAMADI
Ne var ki Osmanlı hanedanının en genç tahta geçenlerinden ama bir yandan da en uyanık padişahı baştaydı. Yakalananlar, bugünkü Kuleli Kışlası’na götürülüp hapsedildiler. Soruşturma üç hafta sürdü. Mahkûmlardan biri, belki de başta olan Caferdem Paşa mevkuf olarak götürüldüğü kayıktan Boğaz’ın sularına atlayıp intiharı seçmişti.
Mahkûm edilenlerden idamlıkları, Abdülmecid Han tebdile çevirdi; öbürleri de sürgüne gönderildi. Osmanlı tarihinin en büyük reformlarının gerçekleştiği asırda genç padişah siyasi idam yaptırmamakla tanınır. Türkiye tarihinin en seçkin devlet adamlarını tanımak babından keskin zekâya sahipti. Üstelik ondan sonra bu zevat birbirinin gözünü oymakla şöhret yaptılar ama onun zamanında her biri elbirliğiyle Devlet-i Aliyye’yi yeni asra taşımışlardır. Kuleli Vakası üzerinde merhum Uluğ İğdemir bir tez yazmıştı. Doğrusu, ayaklanmanın mahiyeti çok da belli değildir, neyi ne kadar örgütledikleri ise hiç anlaşılmış değildi.
BUGÜNKÜ KARAKTERİNİ SULTAN ABDÜLAZİZ VERDİ
Bina eski, güzel bir boğaziçi konumdaydı. 2. Mahmud devrinden beri süvari kışlası olarak kullanıldı. İstanbul’u resmeden Thomas Allom’un en cazip gravürlerindendir. Bugün dahi Bebek sırtlarından baktığınızda çok garip bir fasadı ve profili vardır. Adeta Çengelköy-Arnavutköy arasındaki büyük bir havuzun kenarındaki süs gibidir.
Süvari kışlasını gerçek anlamda bugünkü haline çevirten Sultan Abdülaziz Han’dır. Yıl 1872... O vakte kadar sırf askeriyeye değil salgın hastalıklarla savaşa bile mekân olmuştu. 1833’te kolera tahaffuz hanesi (karantina) olarak kullanıldı. Onu bugünlere taşıyan restorasyonu 1960’larda yapılmıştır. Model olarak da Allom’un gravürü kullanılmıştır.
Bizim ordunun en kıymetli komutanları o lisede okudular. Sadece Atatürk, Manastır Askerî İdadisi’ni bitirmiştir. Askerlik biraz sporculuk ve sanatçılık gibidir. Erkenden eğitim ister; bu gerçektir. Benim ortaokulda okuduğum zamanlarda dahi (1960’ların başı), Kuleli Lisesi öğrencileri farklıydı.
Hafta sonları Sultanahmet Meydanı’nda ve Eminönü’nde rastladıkları turistlere daha doğrusu muhatap oldukları sorulara hiç de kötü olmayan İngilizceyle cevap verdiklerini hatırlıyorum. Bu o günler için önemli bir meziyetti. Kuleli, Tanzimat döneminin İstanbul manzaralarında tuttuğu yer kadar askeri eğitimde de önemli bir yer işgal eder. İstiklal Harbi’nde bile Kuleli talebesi çok erken yaşlarda cephede savaşmıştır.
BİR PORSELEN MÜZESİ
Heybeliada Bahriye Mektebi ve Kuleli’nin hem kurum hem de bina olarak işlevinin ciddi şekilde tartışılması gerekir. Kuleli’nin yeniden kullanılması düşünülüyorsa bir silah müzesi olarak değerlendirilebilir. Çok ihtiyacımız olan, dünyanın en zengin Çin, Saksonya, Sevr, Japon ve Rus porselenleri için bir müze olarak da düşünülebilir. Sureti katiyyede devletin mülkünden çıkarmamak lazım, ileride fikir değişebilir.
Son günlerde demeç veren müteahhitlerin biraz susmaları faideli olur. Her gördükleri miri binayı otel olarak tasavvur eden adamların hayatta han bile işletemeyecekleri herkesin malumudur. Otelcilik ciddi iştir.
Theodosius Limanı’ndaki mendireğin 19’uncu yüzyıldan kaldığına
ÇOCUKLAR BİLE İNANMAZ!
Yenİkapı’daki Marmara metro kazıları sırasında İstanbul tarihiyle uğraşanların önemli bir sorusu cevaplanmış oldu. 2005-2006’da Gama Holding’in tedbirli ve dürüst kazısı sonucunda bu buluntu âdet olduğu üzere kanundan kaçırılarak örtülmedi; aksine devlet ve bilim kurulları haberdar edildi.
Beşinci asrın limanı önemli sayıda gemi kalıntısı ihtiva ediyordu. Denizcilik tarihi için önemli bir buluntuydu. Boğaziçi mezunu bir mühendisken sualtı arkeolojisine yönelen ve ABD’de kürsü sahibi olan Cemal Pulak kazılara devam etti. Bir müddet sonra Bizans dönemi tıp tarihi için önemli bilgiler getiren ve mevcut tıp tarihi bilgilerimizi değiştirecek 70 küsur iskelet bulundu ama asıl önemli buluntu İstanbul yerleşim tarihi için önemi çok büyük olan ve maalesef geçtiği hattı hiç sağlıklı biçimde tespit edemediğimiz Büyük Konstantin hattıydı. Surun başlangıcı da orada ortaya çıktı.
DÜNYAYA AYIP OLUYOR
Liman en aşağı 10 asırdan beri kullanılmıyor ve üzeri örtülmüş.
Bu durumda son kazıda ortaya çıkan mendireğin 19’uncu asır olduğunu nasıl tespit etmişler? Güya bazı parçalar ABD’ye yollanmış ve Karbon-14’le yaşı tespit edilmiş. Ortada kesin bir rapor ve raporu verenlerin imzası yok. Çocukları bile inandıramazsınız.
Çarşamba ve perşembe günleri müze ve eski eserler alanındaki değerli haberleri ve yorumlarıyla tanıdığımız Ömer Erbil güzel bir habere imza attı. Dünyaya karşı ayıp oluyor. Kovacılar Caddesi’nde olduğu gibi Valens Su Kemeri’ne bitişik uyduruk tarihi raporla beş katlı ahşap kaplama bina yapıyorsunuz. Her tarihi caminin restorasyonundan sonra haziresindeki mermerler, şahideler (mezar taşları) yürütülüyor ve azalan sayıdaki şahideler de piyade mangası gibi diziliyor. Yenikapı’da yapılan tesadüfi ve acil kazılarda çok ilginç yerleşme noktaları ortaya çıktı. 18’inci yüzyıl Osmanlı İstanbul’unu anlamamıza yarayacak buluntulardır bunlar.
Ey aziz halkımız lütfen İstanbul’a sahip çıkın...
Hürriyet