Interfacein yeni karo halı koleksiyonu, Milano Tasarım Haftasında görücüye çıktı!
Interfacein yeni karo halı koleksiyonu, 2012 yılının trend temaları olan yıkımı ve yeniden doğuşu yansıtıyor
Yenilikçi modüler zemin döşemelerinin üretimi konusunda dünya çapındaki liderliğini sürdürmekte olan Interface’in Milano Tasarım Haftası’nda görücüye çıkartmış olduğu son karo halı koleksiyonunu Metropolis ideolojik bir kıyametin ve yeniden doğuşun yer aldığı temalardan ilham alınarak üretildi. Göz alıcı ve sürdürülebilir ürünlerin bulunduğu Metropolis koleksiyonu, şehirlerin ve kültürlerin son bulmasını ve ardından yeniden doğmasını kapsayan 2012’ye ait trendleri temel alıyor. Antik Maya takvimine göre 2012 yılı dünyanın sonunun geleceği, ya da diğer bir deyişle kıyametin yaşanacağı yıl olarak görünüyor. Bununla birlikte biliyoruz ki, tarih boyunca, gelişmiş ve ardından yıkılmış olan, yıkımın da her zaman yeniden doğuşu simgelediği birçok uygarlık bulunuyor; bunlara Mayalar da dahil. Birbirinden farklı on beş göz alıcı ürünün yer aldığı Metropolis koleksiyonunda bulunan karo halılar geçmişteki ihtişamı ve şu andaki çöküşü temsil ediyor. Bu ürünler yok edilmiş mimarinin kırık çizgilerini taklit ederken, enkazlar üzerinde egemenlik kuran doğayla birlikte fütürist şehirlerin elektrik ışıklarını ve sürreal formlarına da öykünüyor. Her bir karo halının yapımında dayanıklılık, yüksek trafiğin yaşandığı durumlarda kusursuz görünümünü kaybetmemesi temel alınarak üretildi. Metropolis, insanların ekosistemlerle uyum içinde yaşadığı ve gezegenimizin bize sunduğu hammaddelerin kökünü kurutmadığı, yeni ve daha sürdürülebilir geleceğe dair umut dolu bir hayali yansıtıyor. Sürdürülebilirlik konusunda en yeni tekniklerin kullanılmasıyla üretilen her bir karo halıda, yüzde elliye kadar, ilmek ipliklerinden ve arka dolgulardan geri dönüştürülmüş materyal bulunuyor. Koleksiyonun üçte biri, Interface’in kendi karo halılarında kullandığı iplikler ve kullanılmış balık ağları gibi endüstriyel atıklardan yapılan, şirketin devrim niteliğindeki ReEntry 2.0 sistemiyle yüzde 100 geri dönüştürülmüş iplik içeriyor. Ürünlerin büyük bir kısmı Interface’in karbon dengeleme projesi olan Cool Carpet tasarısının çevresel yararlarını da standart olarak barındırırken, daha az atık oluşması ve daha hızlı bir şekilde montaj yapılmasını sağlayan dolaylı bir tasarıma sahip. Interface Başkan Yardımcısı ve Yenilik Direktörü Nigel Stansfield, “Yeni Metropolis koleksiyonu ile kıyamet sonrası yeni dünyanın halini ve gizemini yansıtan etkileyici tasarımlarla birlikte Interface başarılarına bir yenisini eklerken, insanın ağzını da açık bırakıyor. Ürünler, müşterilerimizin bizden beklediği her şeye sahipler. Göz alıcılar, yenilikçiler ve aynı zamanda da işlevseller. Çevreye hiçbir zarar verilmeden yaratıldılar ve eminim ki en dramatik ve en etkileyici iç mimarlara birer ilham kaynağı olacaklar” diyor. Yeni koleksiyonda yer alan ürünler Bisanzio – Karanlığın içine git gide daha çok gömülen dünya ile birlikte renkler de daha derin, daha zengin ve daha yoğun bir hale geliyor. Bulunduğu her mekâna zarafetle işlenmiş üç boyutlu bir estetik getiren Bisanzio’ya gölgeli kenarlar ve insanı düşüncelere dalmaya zorlayan renkler hayat veriyor. Creta – Anlaşılması kısmen güç olan bu çetrefilli tasarıma, unutulmuş geçmişin kışkırtıcı parıltıları ilham veriyor. Süslü oymalar, tarihi yazıtlar ve eski dantellerin siluetleri, derin ve güçlü renklerde ilginç şekiller ve fantastik gölgeler yaratıyor. Creta, daha az atık oluşması ve daha çabuk monte edilebilmesi için dolaylı montajın sağladığı diğer çevresel faydaları da sağlıyor. Etruria – Geceleyin gökyüzüne baktığınızda o muhteşem ayın aklınızla bile izah edemeyeceğiniz yönlere belli belirsiz, kırılgan bir ışığı yaydığını fark edersiniz. ışık ve gölgenin benzersiz çelişkilerinin oyunlarına sahip olan Etruria bunu kendine feyz alıyor. Assira – Assira’nın ilham kaynağı, sanki bir yangından kurtarılmış gibi görünen, bir anda gelip geçen, sarsıcı resimler. Yorgun bir nostalji hissinin çevrelediği bu tasarım, genel etkiye bir sıcaklık katan derin, çökük renklerle birlikte yorgun bir nostalji hissi açığa çıkıyor. Assur – Bu aralık, birbirinden farklı dört stili yansıtıyor. Eufrate ortaya çıkmakta olan botanik şekillere belli belirsiz uzanan, buğulu, kırık, paralel çizgileri betimlerken, doğrusal olmayan Seleucia şehirsel olanla doğal olan arasındaki uyumu ve çelişkiyi yansıtıp, yıpranmış bir duvar kimli hissi uyandırıyor. Yapay katılığın ve doğal akışkanlığın birbirine geçişinden ve birleşiminden esinlenilerek oluşturan Tigri yönsüz bir şekilde monte edilebiliyor. Nippur ise düz olmayan bir yüzeyde kendini gösteren organik görüntüleri yansıtırken, yüzey üzerinde parıltılı bir etki bırakıyor. Histonium – Bu karo halılar ile birlikteile birlikte çizgiler raylarından çıkacak, yırtık pırtık, yarı şeffaf, çürümüş bir kumaşı andırmak üzere her yöne doğru düzensiz dalgalar oluşturacaklar. Bununla birlikte düzenliliğin izlerine rastlamak da mümkünken, ışığı hem yansıtan hem emen saydamlık ile matlığın ruhani çelişkisi ortaya çıkıyor. Bu optik yanılsama Histonium’un renk paletinin tamamında, ılık bir dünyevilikten serin bir mineralliğe kadar işe yarıyor. Madritum – Çentikli çizgiler tarafından vahşice ihlal edilmiş, yukarı ve içeri doğru delinmiş, kırık, düzensiz bir geometriye sahip yapılar. Madritum’a ilham veren şey bu rahatsızlık verici görüntü oluyor; ama bu görüntüyü birbirlerine kenetli grafiklerin tekrarlayan deseninin içine yerleştirerek, göze hoş bir hitapta bulunmasını sağlıyor. Renk tercihi Madritum’un ruh hâlini gözle görülür derecede değiştirebilir. Renk paletinin neredeyse tamamının ciddi ve sert olmasıyla birlikte, genel görünümü ısıtacak ve yumuşatacak dünyevi zenginliğe sahip bazı seçenekler de bulunmakta. Lutetia – Bu tasarım, kırılmış camların, şekilsiz betonların ve çatlamış toprakların karamsar yüzeylerindeki çentikli çizgileri getiriyor insanın aklına. Bu yıkım ve harabeler üç boyutlu yaşanıyor – hem doğanın, hem de insanın etkisiyle. Donuk, sert tonlar, korozyonun farklı aşamalarındaki metallerin ve minerallerin renklerini anımsatıyor. Bu tasarımın ürünleri geniş alanların üzerinde tuhaf bir şekilde ilgi çeker ve ortama uyum sağlarken, birçok modern iç mekân tasarımında tamamlayıcı unsur olarak öne çıkıyor. Londinium – Çizgiler kırıldığı zaman, yeni şekiller oluşturan kolları, yeni yüzey, ışık ve gölge kompozisyonlarının içine kayar. Etkileri, Londinium’un da gösterdiği gibi dramatik olabilir ve hareketlerle ilgili serap görmemize neden olabilir. İnsanı hayrete düşüren derecede modern olan bu tasarımda renkler neredeyse tamamen metalik gibi duruyor; parlak krom, çelik ya da bakır; ama ne olursa olsun sürekli bir akşam karanlığının hissiyle belirsizliğe gömülen bir ışıltıya sahip. Berolinum – Kırılmış bir ağın kompozisyonu, şehirdeki mimari yapıların çarpık, parçalanmış ve kavruk kalıntılarını sembolize ediyor. Gelişigüzel keskin çizgilerin, kırılgan gölgelere sahip yumuşak, karamsar renklerle buluştuğu Berolinum’da geometrinin hüzünlü modeller ve yüzeyler yaratılması adına nasıl bozulabildiğini ve karmakarışık bir hale getirilebildiği ortaya konuyor. Hydropolis – Durgun dalga çizgileriyle bezeli sıvı girdapları, bir bilim kurgu dünyasını uyandırıyor insanın zihninde. Tasarım fikirlerinde radikal ve yeni bir yönün izlerini barındıran Hydropolis’te görsel oyunlar, bıraktığı alışılmadık etkilerle insanın aklını neredeyse başından alıyor. Ve bu fikrin cüretkarlığı da rengin küstahlığıyla tamamlanıyor: canlı bir biçimde zehirli olan palet geleceğe özgü bir gökkuşağı yaratıyor. Mellopolis – Yayılan ve patlayan şekiller, sıvı formları kontrollü ızgara çizgileriyle belli belirsiz bir şekilde uysallaştırılmış olan lava lambalarının sürreal hareketlerini taklit ediyor. Psikodelik özgür düşünce ile inatçı uyumluluk arasındaki bu zıtlık, Mellopolis’a ultra modern bir karakter kazandırıyor. Ve barındırdığı ‘pop art’ neon renkler de Mellopolis’in içindeki canlılık ve eğlence anlayışının altını çiziyor. Vatan