İstanbul depremi için hazırlıklar yeterli mi?
İstanbul'da 26 Eylül'de Silivri merkez üslü yaşanan 5.8'lik deprem İstanbul'da deprem korkusunu yeniden ateşledi. Birçok binada hasar meydana gelirken çoğu binanın depreme dayanıksız olduğu gün yüzüne çıktı....
Kolay unutuyoruz ve hâlâ kimimiz kaderci bir yaklaşım içinde. Yaşanan acı ve kayıpların önlenebileceğinin fakında olmadan, ‘Allah bir daha göstermesin’ diyerek yaralarımızı sarmaya çalışıyoruz. Felakette etkilenen insanımıza, yakınımıza ulaşamıyoruz bile, çünkü alınan önlemler eksik ve plansız...
Aydınlık Gazetesi'nden Bumin Ergenekon "Deprem ve İstanbul" başlıklı yazısını kaleme aldı.
26 Eylül 2019 günü Silivri’nin 22 km açığında oluşan 5.8 büyüklüğünde bir depremle sarsıldık. Mühendislik uzmanlarına göre son sarsıntı Marmara’daki kırık geometrisini daha da belirginleştirmiş durumda. Marmara ve İstanbul’da bir deprem yaşanması şaşırtıcı değil, ancak uzun süre suskun kalan bir bölgede ortaya çıkması sürpriz kabul ediliyor. Üstelik beklenen çizgiden sapan, ana Marmara fayından farklı bir ikincil sistem oluşturan bir karaktere sahip. Bunun bize bahşettiği iyilik ise, İstanbul ve civarının, sadece orta büyüklükte bir depremle uyarılması ve günümüzü kurtarmış olması.
Marmara alarm veriyor
Son yersarsıntısı işin ciddiyetini bir kez daha tüm ilgili ve yetkililere hatırlatmış olmalı(!). Bölge halkı günlük dert ve işleri arasına aniden ve umarsızca giren bu afet uyarısını büyük bir korku ile tekrar yaşadı. 1999 depremlerinden sonraki 2-3 yılda gündemimiz bilim çevresinden uzmanların söyleşileri, radyo ve televizyon tartışmaları, yetkili ve etkili açıklamaları, alınan ve alınacak önlemlerle epey meşguldü. Geçen 17 yılda, deprem riski aklımızın bir kıyısında kalsa da, artık günlük kaygılarımız arasında yer almıyordu. 26 Eylül günü kalplerimiz hızla çarparak bizi bekleyen daha büyük tehlikenin varlığını tekrar hatırladık. Hepimizde 20 yılda neler yapıldı, daha neler yapılabilir, büyük depreme hazır mıyız şeklinde bir kaygı nöbeti başlamış durumda.
Türkiye bir deprem ülkesi... Milyonlarca insanımız her an faal duruma geçebilen, can ve mal kaybına sebep olacak tehlikeli bir deprem kuşağı üzerinde yaşamakta. Ama kolay unutuyoruz ve hâlâ kimimiz kaderci bir yaklaşım içinde. Yaşanan acı ve kayıpların önlenebileceğinin farkında olmadan, “Allah bir daha göstermesin” diyerek yaralarımızı sarmaya çalışıyoruz. Felakette etkilenen insanımıza, yakınımıza ulaşamıyoruz bile, çünkü alınan önlemler eksik, plansız ve bütünlükçü bir yapıdan yoksun.
İstanbul’un önemi
Dikkatlerin İstanbul’da toplanması ardında kuşkusuz önemli sebepler var. Alp-Himalaya deprem kuşağına ait KAF (Kuzey Anadolu Fayı) üzerinde yer alan İstanbul, yüzyıllardır biriken bilgi ve belge mirasına sahip. Eski kayıtlar ve bilimsel veriler Marmara için büyük bir gerilimin son raddesine ulaşıldığına işaret ediyor. Yenikapı’daki arkeolojik çalışmalar son 2500 yıllık dönemde büyük deprem buluntularını açığa çıkarıyor. Birçok tarihi belge ve önceki yayınlar incelendiğinde, Marmara’da son 2000 yıl içinde büyüklüğü 7.0 ve üzerinde olan depremlerin sayısının 30’u bulduğu ortaya çıkıyor. Büyük deprem döngüsü 250 sene olarak bilinen Marmara’da son büyük deprem 1766 tarihinde yaşanmış. Ondan önceki ise 1509’da... Tüm bu tarihi bilgiler ve daha fazlası AFAD’ın (Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı) arşivlerinde yer alıyor. Bu hesaba göre, Marmara depremi maalesef kapıda!
Öte yandan, İstanbul ve Marmara bölgesinin Türkiye ekonomisine verdiği katkı büyük. İstanbul, Türkiye nüfusunun yüzde18’ine ve GSYH’sinin yüzde 31,23’üne sahip. Türkiye’ye yapılan yabancı ziyaretlerin yüzde 33’ü İstanbul’da gerçekleşiyor. İstanbul Ticaret Odası’na göre her 100 kurumlar vergisi mükellefinden 37’si İstanbul’da faaliyet gösteriyor ve açıkçası Türkiye’nin nabzı bu şehirde atıyor. Burada ve Marmara’da yaşanacak bir felaketin tüm Türkiye’nin karabasanı olacağı aşikâr. İstanbul çökerse Türkiye’nin çökeceğini anlamak zorundayız.
Felaketin boyutlarını anlayabilmek için TMMOB İstanbul Deprem Raporu’na (2017) baktığımızda şu bilgilere yer verilmiş: “İstanbul için tasarlanabilecek en kötü senaryo 10 Eylül 1509 yılındaki 7.7 büyüklüğündeki depremin tekrar etmesidir. Bu depremde İstanbul ve Galata’daki nüfus (depremden 30 yıl önce 160.000 kişi ve 35.000 hane bulunduğu yayınlarda ifade edilmektedir) düşünüldüğünde, depremde yaşayan nüfusa göre binde 31’lik bir ölüm oranının görüldüğü yani günümüz İstanbul’unda 20 milyon kişinin yaşadığı düşünüldüğünde ve bu oran aynı şekilde hasar yaratacağı varsayımıyla 625.000 kişinin ölümüyle sonuçlanacağını düşündürmektedir...”
Deprem çalışmaları
17 Ağustos 1999 Marmara depremi sonrası bazı olumlu adımlar atıldığı biliniyor. İstanbul Valiliği altında kurulan İstanbul Proje Koordinasyon Birimi tarafından 2006 yılında bir Acil Durum Hazırlık Projesi, İSMEP, başlatıldı. Projenin faaliyetleri arasında okul binalarında, hastanelerde, kamu binalarında deprem riskini azaltıcı güçlendirme veya yeniden yapım ile eğitici çalışmalar bulunmakta. Felaketleri önlemek ve yönetmek adına kurulan diğer kuruluş ise AFAD (17 Haziran 2009). İçişleri Bakanlığı’na bağlı çalışıyor. Bu kurumun görevleri arasında acil müdahale, kriz yönetimi ve acil durum bölgelerinin tespiti ve önlem alma var.
Türkiye’nin deprem yönetmelikleri ise ilk kez betonarme binaların çok olmadığı 1940 yılında çıkarıldı. Aralıklarla yenilenen yönetmeliklerin sonuncusu, 2007 yönetmeliğini takiben, 2018’de kabul edildi. 2018 Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği, AB Uyum Yasalarına göre, son bina yapım teknolojileri göz önüne alınarak son derece detaylı hesaplamalarla donatılmış durumda.
26 Eylül depremi kapsamında ODTÜ İnşaat ve Jeoloji Mühendisliği bölümleri tarafından ortak bir açıklama yapıldı. Açıklamada, depremle ilgili bilgilere ek olarak, son 20 yılda daha kaliteli binaların yapıldığına değinildi. Yönetmelik uygulamalarının dışında kalan depreme duyarlı bölgelerde ise binaların Kentsel Dönüşüm kapsamında güçlendirme ve yeniden yapıma tabi oldukları belirtildi. Üniversite bünyesinde yeni teknik ve ürünlerin geliştirildiği de anlatılıyor. Mevcut bilgi ve birikimin kullanılması için işbirliğine açık olduklarını ayrıca ifade etmişler.
Hazırlıklar yeterli mi?
ODTÜ gibi birçok başka bilimsel eğitim ve araştırma kurumlarının ve Mühendislik Odalarının çabaları ortadadır. Bütün bu gelişmeler memnuniyet verici gibi görünüyor ancak rakamlara başvurulduğunda İstanbul’un son 20 yılının boşa geçtiği kanısı kuvvet kazanıyor. Özellikle devlet kurumları ile belediye kuruluşlarının deprem öncesi ve sonrası hazırlıkları ile organizasyonlarının istenen nitelik ve nicelikte olmadığı kamuya açıklanan raporlardan (TMMOB, 2017) anlaşılıyor. Kentte 3000 küsur özel okul ile 3000 küsur devlet okulundan sadece yaklaşık bine yakınının güçlendirildiği veya yeniden yapıldığı tespiti var. Şehirde yer alan 2 milyon yapı stokuna karşılık ciddi bir iş yapılmadığına işaret ediliyor. Büyük sanayi tesislerimizin yüzde 75’inin deprem tehlikesi altında bulunması, dere yataklarının imara açılması, yeni dolgu alanlarının (Maltepe, Yenikapı) yaratılması ile deprem riski gözardı edilmiş görünüyor.
Hâlbuki felaket anında olabilecekleri tahmin etmek için bir şehir planlamacısı, inşaat mühendisi veya bir deprem uzmanı olmak gerekmiyor. Ancak akla gelenler hiç iç açıcı değil. İstanbul’da hâlâ yıkılıp tekrar inşa edilmesi gereken 100.000 civarında yapı düşünülürse öncelikle bunların akıbeti hiç iyi görünmüyor. Basit bir senaryo kurarsak olayın vahameti anlaşılabilir. Kent içi yollar mevcut durumda dahi küçük bir trafik sorunu ile zincirleme tıkanmaktadır. Deprem sonrası, acil ulaşım yolları, arterler, ana caddeler, tüneller, alt-üst geçitler, viyadükler ile köprülerde oluşacak hasarlar veya tıkanmalar büyük ihtimalle şehir ulaşımını tamamen içinden çıkılmaz hale getirecektir. Bu demektir ki kimse normal şartlarda araçlarla ve diğer toplu ulaşım araçlarıyla ulaşım sağlayamayacaktır. Trafikte yaşanacak sorunlardan ötürü yıkıntı altındaki insanlara ulaşmak mümkün olmayacak, sağlık ve kurtarma ekipleri bir yerden diğerine gidemeyecektir. İnsanlar yakınlarının yardımına kısa sürede koşamayacaklar, Avrupa yakasından Anadolu yakasına veya tersine tüm ulaşım neredeyse tamamen durabilecektir. Trafoların zarar görmesiyle elektrikler kesilecek ve şehir elektriksiz kalacaktır. Elektrikle birlikte sağlık ve birçok başka hizmet duracaktır. Gece arama-kurtarmaları felce uğrayacaktır. Doğalgaz kesintisi büyük sıkıntı yaratacaktır. Petrol tesislerinin hasar görmesinin çevresel etkileri büyük olacaktır. Bu tesislerde yangın ve patlamalar olabilecektir (TÜPRAŞ yangını, 17 Ağustos 1999). Bunlar hep 1999 depreminde yaşanmıştır. Barajlar hasar görürse su sıkıntısı baş gösterecektir. Eksik ve yok edilmiş toplanma alanları yüzünden 20 milyon kişi güvenli toplanma alanı bulmakta zorluk çekecektir.
Yapılması gerekenler
Felaket tablosu genişletilebilir ancak mevcut durum ve gidişat kesinlikle ümit vermemektedir. Henüz daha vaktimiz olduğunu düşünürsek, aşağıdaki konularda afete dönük acil hazırlık ve tedbirlerin alınması gerekmektedir. TMMOB raporuna göre yapılması gerekenler şöyle özetlenebilir:
-Kentsel yerleşim alanları zemin etütlerine dayalı haritalara göre düzenlenmelidir,
-Yapı denetimi eksiksiz uygulanmalı, denetim firmalarının rantçı tavırları iyi kontrol edilmelidir,
-İstanbul’un yapı envanteri tamamlanmalı, kentsel dönüşüm uygulamaları kamu yararına kullanılarak rantsal eğilimlere hizmet etmemelidir,
-Mevcut toplanma alanları yapılaşmaya açılmamalı, ihtiyaca göre yenileri için çalışma yapılmalıdır,
-Acil ulaşım yolları çoğaltılmalı, korunmalı, başka maksatlarla kullanılmalarına izin verilmemelidir (park alanı vb.)
-Kent içi ve dışı taşımacılık bir bütün olarak organize edilmeli, trafik açısından karayolu, denizyolu, havayolu ve demiryolu taşımacılığı birlikte bağlantılı düzenlenmeli, tüm ulaşım yapıları (köprü, viyadük vb.) gözden geçirilmelidir,
-Sanayi tesisleri, depolar, enerji ve yakıt hatlarının, LPG depolarının konumları değerlendirilmeli, depreme uygun çözümler üretilmelidir,
-Elektrik ve haberleşmenin deprem anında kesilmemesi için çalışmalar yapılmalıdır,
-Japonya örneğinde olduğu gibi okullarda deprem eğitimi verilmelidir.