Dış Piyasalar

Japonya'nın dünyadaki yatırımları 4,8 trilyon dolara ulaştı!

Japon kredi derecelendirme kuruluşu JCR Eurasia Başkanı Ökmen, Japonya'nın dünyadaki yatırımlarının 4,8 trilyon dolara ulaştığını ve Türkiye piyasalarının, Japon piyasalarını yeterince tanımadığını söyledi.

Japon kredi derecelendirme kuruluşu Japan Credit Rating (JCR) Eurasia Başkanı Orhan Ökmen, Japonya'dan, Türkiye'ye yönelecek sermaye akımlarının hacmini Türkiye'nin Japon para ve sermaye piyasalarıyla kuracağı ilişki ve ilgi yoğunluğunun belirleyeceğini belirterek, "Ancak, şu ana kadar Türkiye'nin Japon piyasalarını Türkiye'ye yönlendirecek olan ilgi düzeyi ve girişim gayretleri yetersizdir.  Esasen Türkiye piyasaları Japon piyasalarını yeterince tanımamaktadır" dedi.  


AA muhabirine değerlendirmede bulunan Ökmen, ABD Merkez Bankası'nın (Fed) son kararlarının, yıllardır devam eden anormal durumun normalleştirilmesi olduğunu, ancak Fed nicel genişleme sürecini sonlandırırken politika faizi artırımının zamanlamasına ve büyüklüğüne dair belirsizliklerini sürdürdüğünü söyledi. 


ABD ekonomisi toparlandıkça doların diğer ülke paralarına göre değer kazanmaya, avronun ise değer kaybetmeye devam edeceğine dikkati çeken Ökmen,  bunun bir düzeltme olduğunu kaydetti.


Bu durumun Fed'in faiz artırım kararlarının erteleneceğinin bir başka gerekçesi olacağını vurgulayan Ökmen, Fed'in, alacağı kararların gelişmekte olan ülkelere yönelik olumsuz etkilerini azaltacak mekanizmaları henüz üretemediği için beklenen faiz artırımını ertelemek zorunda kaldığını ifade etti. 


Ökmen, bunun aslında gelişmekte olan ülkelere ve dolayısıyla Türkiye'ye politika manevraları ve reform süreçleri için yeterli fırsatı vermeye devam edeceğini dile getirerek, şöyle devam etti: 


"Mevcut konjonktür, büyüme, enflasyon görünümleri, para politikaları açılarından küresel düzeyde ve daha çok gelişmekte olan ülkeler arasında bir ayrışma beklentisi doğurmakta, faiz ve getiri farkı düşük olan ülkeler açısından sermaye akımlarını artık çekemeyeceği bir dönem olacaktır. Buradan çıkarılacak en önemli sonuç, Türkiye’nin politika faizlerini kısa ve orta vadede düşürmemesi gerektiğidir. Ayrıca Fed ve ECB kararlarının yeni bir krizin ön koşullarını yaratması olasılığı da bulunmaktadır. Fed kararları dünya ekonomilerinin parasal teşviklere bağımlılığının ve anormal durumun devam etmesine neden olması, krizin bu 3. aşamasının en önemli zorluğunu oluşturmaktadır. 


Japonya, Avrupa ve Fed üçgeninde oluşan küresel para rejimlerinin senkronize olamaması gelişmekte olan ülkeler ve Türkiye için olumlu olmasına rağmen, nihai durumu Fed kararları belirleyecektir. ABD'nin aksine Avrupa Birliği'nin ekonomisindeki durgunluğun canlandırılması amacıyla, para arzının artırılması ve faizlerin düşürülmesi, ayrıca Çin ve Japonya'nın da parasal genişleme politikalarına gitmeleri, ABD'nin parasal daralmasını kompanse edecek güçte ve etkide olamayacaktır. Ancak, Avrupa, Çin ve Japonya’nın parasal genişlemelerinin Türkiye açısından üreteceği olumlu etkileri de tamamen yadsımıyoruz."


Ökmen, para rejimlerindeki bu değişikliklerin net sonucunun küresel likidite zayıflamasını getireceğini aktararak, küresel likiditedeki zayıflamanın Türkiye'nin kredi profili ve kredi notu üzerinde sert negatif baskılar yaratacağını belirtti. Ancak, buradan çıkacak risklere karşı esas belirleyici faktörün Türkiye'nin politika dayanıklılığı olacağını kaydeden Ökmen, bu kapsamda, reel sektörün yüksek borç dolarizasyonunun, ekonomi politikalarının direnç gücünü azaltacak en önemli kırılganlık unsurlarından biri olacağının unutulmaması gerektiğini vurguladı.


Japonya'nın haziran 2014 itibarıyla dünyadaki direkt yatırımlarının 1,2 trilyon dolar, portföy yatırımlarının ise 3,6 trilyon dolar olduğu bilgisini veren Ökmen, toplam yatırımların 4,8 trilyon dolara ulaştığını söyledi. 


Ökmen, bu muazzam tutarın Türkiye'ye gelmesinin ön koşulunun bizzat JCR'ın Türkiye'yi yatırım yapılabilir ülke kategorisine almasıyla yaratılmış durumda olduğunu belirterek, bu aşamadan sonra, Japonya'dan Türkiye'ye yönelecek sermaye akımlarının hacmini Türkiye'nin Japon para ve sermaye piyasalarıyla kuracağı ilişki ve ilgi yoğunluğun belirleyeceğini dile getirdi. 


Şu ana kadar Türkiye'nin Japon piyasalarını Türkiye'ye yönlendirecek olan ilgi düzeyi ve girişim gayretleri yetersiz olduğuna dikkati çeken Ökmen,  esasen Türkiye piyasalarının, Japon piyasalarını yeterince tanımadığını aktardı.


 "Avro Bölgesi'nde deflasyon riski küçümsenmeyecek kadar yüksektir"


Avro Bölgesi'nde deflasyon riskinin küçümsenmeyecek kadar yüksek olduğunu ifade eden Ökmen, ECB'nin yeni bir miktarsal gevşeme çabalarının ekonominin toparlamasına yönelik beklenen başarıyı gösterme olasılığının düşük göründüğünü vurguladı.


Avrupa'daki bankacılık sisteminin özkaynak sorunu çözülmeden ve aktarma mekanizmaları fonksiyon kazanmadan Avrupa'nın ekonomik büyümeye geçmesinin mümkün olamayacağını belirten Ökmen, Avro Bölgesi'nde sıfır faizle artırılan veya artırılacak olan para miktarının özel kesim yatırım harcamalarını tetikleyemediğini ve dolayısıyla Türkiye ihracatının yukarı yönlü ivmelenmesi açısından Avrupa piyasalarının kısa ve orta vadeli dönemler için uygun ve yeterli bir potansiyel taşıyacağını beklemediklerini kaydetti.


Büyüme, enflasyon görünümleri, para politikaları açılarından küresel düzeyde ve daha çok gelişmekte olan ülkeler arasında bir ayrışma beklendiğini dile getiren Ökmen, şöyle devam etti: 


"Bu beklenti, faiz ve getiri farkı düşük olan ülkeler açısından sermaye akımlarını artık çekemeyecekleri anlamındadır. Dolayısıyla, Brezilya ve Rusya'daki faiz artırımlarının temel gerekçesi küresel likiditenin zayıflamasının sermaye akımlarında doğuracağı geri çekilme sürecini önlemek amaçlıdır. Bu beklenti paralelinde Türkiye'nin de kısa ve orta vadede politika faizlerini düşürmemesi gerekir. Küresel büyüme görünümündeki ivme kaybına paralel olarak petrol ve uluslararası emtia fiyatlarında önemli düşüş yaşanıyor.


Başlangıcında arz ve talep dengesinin arz artışı yönüyle speküle edilmesinden kaynaklanan ve arkasından reel olarak da doların güçlenmesiyle devam ettirilen petrol fiyatlarındaki düşme eğiliminin kalıcı olup olmayacağı önem arz etmektedir. Ancak, ABD Doları cinsinden enerji ve diğer ithalat ürünlerinin fiyatlarının gerilemesi Türkiye açısından her halükarda pozitif sonuçlar üretecektir. Petrol fiyatlarındaki düşüşün kalıcı hale gelmesine bağlı olarak Türkiye ödemeler dengesi ve fiyat istikrarı açılarından net pozitif etkileri, kısa dönemde hissedilecektir. Hatta üçüncü çeyrek enflasyon verilerinde enerji grubu mallarının geçmişteki yukarı yönlü itme sürecinin şimdiden durduğunu görüyoruz. Bundan sonraki dönemde de gerileyen emtia fiyatlarının mevcut seviyesini koruması kaydıyla tüketici enflasyonuna düşüş yönünde katkı yapacağını bekliyoruz."


"Türkiye ekonomisindeki istikrar devam ettirilmiştir"


Orhan Ökmen, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın (TCMB) likidite politikasını sıkılaştırmasının paralelinde kısa vadeli faizlerde belirgin bir artış oluştuğunu ve tüm siyasi baskılara rağmen getiri eğrisinin yataya yakın konumunu koruduğunu belirterek, "TCMB'nin bu duruşu Türkiye'nin ekonomik büyümesi ve Fed'in parasal sıkılaştırmasına karşı hassas olduğu gerçeğine oldukça uygun" dedi. 


Yüksek faiz politikaları sayesinde Türkiye ekonomisindeki istikrarın devam ettirildiğini kaydeden Ökmen, şunları aktardı:


"TCMB'nin, enflasyon görünümünde belirgin bir iyileşme sağlanana kadar getiri eğrisini yataya yakın tutma stratejisini ve bu şekilde sürdürülen para politikasındaki sıkı duruşunu önemsiyor ve doğru buluyoruz. Küresel para politikalarının normalleşmesi sürecine uyum, Türkiye'de dengeli büyüme politikalarına uyum ve sermaye akımlarının sürekliliğini desteklemeye uyum açılarından TCMB'nin bu sıkı para politikasını önemsiyoruz. Finansal istikrar açısından bankacılık sektörünün mevcut sağlıklı yapısının daha da güçlendirilmesi açısından zorunlu karşılıkların bu dönemde faizlendirilmesi de zamanlama olarak doğru bir yaklaşımı olup esasen faiz indirimi anlamındadır.  


Makro ihtiyati önlemlerin, para politikasındaki uyumun ve sıkı duruşun etkisi ile kredi artış hızlarının yıllık yüzde 16 gibi makul seviyelerde seyretmesi bir yandan enflasyon baskılarını orta vadede sınırlarken, bir yandan da cari dengedeki düzelmeyi desteklemektedir. Ancak reel sektörün borç dolarizasyonu, 'dalgalı kur' rejimi altında para politikasının etkinliğini olumsuz etkilemekte ve merkez bankalarının son kredi verme mercii olma özelliklerini sınırlandırmaktadır. Bu alanda da reel sektör için reform ihtiyaçları ortadadır."


"Bize göre TL'nin değer kaybı süreci henüz bitmemiştir"


Ökmen, küresel eğilim olarak piyasaların likiditenin zayıflayacağı bir konjonktür içinde bulunduğunu vurgulayarak, dolayısıyla sermaye akımlarının giriş yönünde devam etmesinin göreceli olarak yüksek faiz farkı yaratılması ile mümkün olacağını dile getirdi.


O nedenle faiz indirimlerinin sermaye girişlerini durdurma olasılığının çok daha yüksek olduğunu belirten Ökmen, "Tüm gelişmekte olan ülkeler gibi Türkiye açısından da kısa ve orta dönemde sermaye girişlerinin devamlılığı yüksek faizlerle mümkün olacaktır. Ayrıca sermaye girişlerinin yanında faiz indirimlerinin sınırlayıcılarından bir diğer önemli etken de Türkiye fiyat istikrarındaki yüksek seviyeli katılıktır" ifadelerini kullandı.


Dünya genelinde en önemli rezerv para olan doların, ABD ekonomisindeki toparlanmaya bağlı olarak diğer paralara ve dolayısıyla TL'ye karşı bir artış sürecine girdiğini ifade eden Ökmen, bu sürecin devam etmesini beklediklerini söyledi.


Ökmen, TL'nin şu andaki değerinin reel sektör tarafından kanıksandığına, makroekonomik dengeler açısından da rahatsız edici bir seviyede bulunmadığına dikkati çekerek, "Bu seviyelerin önemli tutarlarda aşılması halinde de - ki bize göre TL'nin değer kaybı süreci henüz bitmemiştir - yeni faiz artırımları kaçınılmaz olacaktır" dedi.


Enflasyon eğiliminde teorik olarak döviz kuru gelişmelerinin olumsuz etkilerinin azalması ve petrol fiyatlarında görülen düşüşün devam etmesi halinde yıllık enflasyonundaki düşüşün de devam edebileceğini aktaran Ökmen, dış talepteki zayıflamanın, küresel para politikalarındaki belirsizlikler, jeopolitik gelişmeler, yatırımcı güvenindeki zayıflık ve talep zayıflığının büyümeyi aşağı doğru baskıladığını kaydetti.


"Yıl sonunda yüzde 9,5 civarında bir enflasyon beklemekteyiz"


Bu şekilde zayıf seyreden talep koşullarının enflasyon üzerinde baskı oluşturmayacağını ve yurt içi talep gelişmelerini sınırlayacağının düşünüldüğünü belirten Ökmen, şunları söyledi:


"Ancak gıda fiyatlarındaki yüksek seyir nedeniyle hedefin belirgin olarak üzerinde seyretmeye devam eden enflasyonda düşüşü frenlemektedir.  Ayrıca, TL'nin değer kaybetmesi halinde, birikimli kur etkileri enflasyona tekrar yansıyabilir. Bize göre TL'nin değer kaybetmesi devam edecektir. Yıl sonunda yüzde 9,5 civarında bir enflasyon beklemekteyiz. Enflasyon konusunda Orta Vadeli Program'ın (OVP) kısa vadeli kısmını iyimser bulmakla birlikte, orta vadeli öngörülerinin gerçekleşme şansını ise planlanan reformların başarısının belirleyeceğini düşünüyoruz.  


Türkiye ekonomisi Fed kararları sonrasında uluslararası piyasalardaki dalgalanmalar ve alınan makro ihtiyati tedbirler nedeniyle yurt içi talep yavaşlamış, Türkiye reel sektörü potansiyelinin altında olmakla beraber büyümeye devam etmiş, büyümede süreklilik sağlanmış ve tüm sektörler büyümeye katkısını sürdürmüştür. Bu düşük büyüme seviyesi istihdam sorunlarının artması ile neticelenmektedir."


"Büyüme konusunda OVP'nin hedeflerini dengeli, gerçekçi ve ulaşılabilir buluyoruz"


Orhan Ökmen, ekonomide yeniden dengelenme sürecinde büyümenin temel kaynağı ihracat olmakla beraber, dış talepteki zayıflamanın, yılın geri kalan bölümünde büyümeye ihracatın vereceği katkıyı zayıflatacağını vurgulayarak, Türkiye açısından da AB'de büyümenin yavaşlaması ve jeopolitik gelişmelerin dış talebi sınırladığını söyledi. 


Ancak, yılın ikinci yarısından itibaren yurt içi özel kesim nihai talebinin tüketim harcamaları kaynaklı ılımlı bir toparlanma bulunduğunun görüldüğünü aktaran Ökmen, "Aynı şekilde yılın son çeyreğinde de iç talepteki ılımlı toparlanmanın sürebileceğini bekliyoruz. Bu kapsamda yıllık olarak yüzde 3,5 civarında bir büyüme bekliyoruz. Dolayısıyla büyüme konusunda ise OVP'nin hedeflerini dengeli, gerçekçi ve ulaşılabilir buluyoruz" dedi. 


AA