Genel

Korona sonrasında bizi ne bekliyor?

İhtiyaç duyulan kaynakların gelirler ve karlardan daha çok vergi alınarak elde edilmesi, imkânsıza yakındır. Koronavirüs sürecinde pek çok kişi işini ve gelirini kaybetti, pek çok firma iflas aşamasına geldi.

Işık Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Suat Teker, Dünya Gazetesi'nde kaleme aldığı yazıda ''Korona sonrasında bizi ne bekliyor?'' sorununu kaleme aldı...

2019 yılının son aylarında Çin’de ortaya çıkan ve 2020 yılının ilk aylarında önce Avrupa’yı ve sonrasında tüm dünyayı saran koronavirüs, dünya ekonomik-sosyal-siyasi tarihinde bir dönem noktası, bir kırılma noktası veya yeni bir çağ başlangıcı olarak tanımlanabilir. Tüm dünyadaki toplam ağırlığı 1 gram bile etmeyen korona virüsleri, bir milat kabul edilen endüstri 4.0 devriminden (2010 yılı milat kabul ediliyor) halihazırda çok daha etkili ve hızlı bir değişime neden oldu ve yakın gelecekte bu değişimlerin kökleşmesi de muhtemel.

Dünyada yaratılan toplam ekonomik değerin büyük bölümünü oluşturan Avrupa ve Amerika’da yaz aylarından itibaren normale dönüş başladı ve sonbahar ayları başlarında hızlanarak devam etti. Ancak, bu hızlı ve kontrolsüz normale dönüş, pek çok ülkede bulaşma sayılarında tekrar hızlı yükselişlere neden oldu. Sonbaharın kalan aylarında ve takip eden kış aylarında bıçak sırtının ne tarafına gideceği konusunda bir görüş birliği henüz ortaya çıkmış değil. Bulaşma sayılarındaki bu artışlara göre; tekrar ciddi seyahat, çalışma ve sosyal kısıtlamalara geri mi döneceğiz, yoksa bulaşma sayıları artmasına rağmen hayatın normal akışı içinde yaşamaya devam mı edeceğiz? Bu sorunun cevabı, 2020 yılı sonlarında netleşmeye başlayacak sanırım. Korona sonrasında bizleri nelerin beklediğini aşağıdaki başlıklar altında toplamak mümkün olabilir.

1- Vergiler artacak

Korona döneminde, zaten çok iyi olmayan gelir dağılımı dengesi hızla daha da kötüye gitti. Dünya toplamında bir gelir kaybı, ticaret haminde düşüş ve bir zenginlik kaybı yaşandı ama bu kayıplardan en çok zararı alt gelir grupları (memur, işçi, esnaf, serbest çalışanlar) gördü ve yakın gelecekte de telafi etmeleri beklenmiyor. Tüm ülkeler, korona kaynaklı ortaya çıkan zararı ve kayıpları karşılamak için kamu kaynaklarını seferber etti, harcadı ve bol miktarda para bastı, fakat bu dönem de kapanmak üzere. Merkez bankalarınca piyasaya son 1 yıldır sürülen para miktarının 14 trilyon dolar kadar olduğu tahmin ediliyor ve bu 240 ton altın ediyor. Bu dönemde yeni altın arzı ise, 190 ton civarında. Yakın zamandaki altın fiyatlarında aşırı yükselmenin temel nedeni (siyasi risklerin ötesinde), eldeki bol para ile alınabilecek yeterli altın olmamasıdır. Bu dengesizliğe siyasi belirsizlikler de eklendiğinde, altına olan talep daha da güçlü hale gelmektedir. Diğer yandan, tüm ülkeler enflasyon-faiz-kur sarmalının farklı bir versiyonunu yaşıyorlar. Gelişmiş ülkeler kendi para değerini (dolar, Euro, vb.) düşük tutarak, sıfır veya eksi faiz uygulayarak ekonomilerinin tekrar yatırım, üretim ve tüketim çarklarını döndürmeye çalışıyor. Biz ise, üretim kayıpları ve yüksek iç talep nedeniyle, hem hızlı fiyat artışları (enflasyon), hem de yüksek cari açık ve siyasi risklerden kaynaklı kuvvetli bir döviz talebi ile kur artışlarını yaşıyoruz. Kontrollü faiz artışları ile de kur artışı ve enflasyonu dizginlemeye çalışıyoruz.

Bunların ötesinde, rezervde duran kamu kaynakları tükendi ve para basma sınırlarına gelindi, artık ortaya çıkan faturayı ödetme vakti gelmeye başladı. Bu nedenle, ülkeler kendi vergi politikalarını gözden geçirmeye ve siyasi-politik gelişmelere göre de zamanlamasını konuşmaya başladı. Gelişmiş ülkeler, ihtiyaç duyulan kaynakları, zenginleri daha çok vergilendirerek sağlama planları yapıyor. Tüm ekonomik faaliyetlerin kayıt altında olduğu bu ülkelerde, bu yol kolay olabilecek ve tercih edilecek bir yol gibi görünüyor. Fatura zenginlere yıkılırsa, sayıca az olan zenginlerden cılız itiraz sesleri yükselebilir, ancak halkın tepkisini çekmemek adına sineye çekerler gibi. Politikacılar da faturanın zenginlerin önüne konmasından büyük bir siyasi rand kazanırlar. Ancak, bizim gibi ülkelerde, zenginlerden daha çok vergi almak zor bir iştir. Faturanın topluma yayılarak ödetilmesi, uygulaması daha kolay bir yoldur. İhtiyaç duyulan kaynakların gelirler ve karlardan daha çok vergi alınarak elde edilmesi, imkânsıza yakındır. Zaten pek çok kişi işini ve gelirini kaybetmiş, pek çok firma iflas aşamasına gelmiştir. Bu durumda son çare, gerekli kaynakları ithalattan ve tüketimden daha çok alınacak vergilerle elde etmektir.

2- İşsizlik artacak ve çalışma hayatı yeniden düzenlenecek

Tüm dünyada son 1 yıldır işsizlik şokları yaşanıyor ve kayıp istihdamın yakın zamanda geri kazanılabilmesi de pek mümkün görünmüyor. Devletler, korona tedbirlerini gevşetmeye ve piyasaları kendi haline bırakmaya başladı. Yakında devletlerin tamamen kendini geri çekmesiyle (kısa çalışma ödeneği, işten çıkarma yasakları, iflasların ertelenmesi, vb.), örtünün altından büyük bir işsizler ordusu görünür olacak. Fiziki üretim yapan bazı firmalar otomasyon ve robotik üretim modellerine son yıllarda hızlı bir geçiş yaparak, rekabet üstünlüklerini korumayı başardılar. Bu değişimde geri kalan firmalar (özellikle KOBİ’ler) ya hızlıca adapte olmaya çalışacaklar veya kısa zaman içinde üretimden çekilecekler. Yeni düzende, işçiye daha az ücret ödeyip, ücrete dayanan bir maliyet avantajı ile (verimlilik değil) rekabetçi kalmaya çalışmak sürdürülebilir bir çözüm olarak görünmüyor. Ofis hizmetlerinde ise, firmalar daha az sayıda çalışan ile çok daha az ofis genel giderleri ve seyahat masrafları ile işlerini aksatmadan yürütebildikleri gördüler ve bunu daha başarılı yapma yollarını aramaya devam ediyorlar. Pahalı iş kulelerine, lüks ofislere ve ofis hizmetlerine olan talep giderek azalırken, iş seyahatleri, pahalı otel toplantıları, iş yemekleri ve makam araçlarına çok daha az ihtiyaç olacak gibi. Zincir etkisiyle, otelcilik, havayolu ve filo kiralama leasing şirketleri için de yakın gelecek çok parlak görünmüyor. Mevcut reel ve hizmet sektörlerindeki istihdam fazlasına ilave olarak, dünya nüfusunun artan bir büyüme hızı ile artmaya devam etmesi ve her bir gün çok sayıda yeni işgücünün istihdam piyasasına dahil olmasıyla birlikte, işsizlik sorununun ülkelerin en büyük sosyal problemi olarak ortada durmaya devam edeceğini gösteriyor. Bu sorunun uzun vadeli çözümü; eğitim sisteminin sektör ihtiyaçlarına uygun, teknolojiyi anlayan, kullanabilen ve geliştiren ve girişimci bakış açısına sahip eğitim verecek şekilde revize edilmesidir. Zamanın, teknolojinin ve sektörlerin ve işverenlerin ihtiyaç duyduğu ve talep ettiği nitelikteki işgücünün, eğitim sistemi tarafından karşılanamadığı bir ortamda, işsizlik probleminin uzun vadeli bir çözümünü bulmak mümkün değil gibi.

3- Eğitim modelleri değişecek

Eğitmen odaklı olan ve 200 senedir küçük rötuşlarla uygulamaya çalıştığımız eğitim modeli, eğitimin her kademesinde (temel eğitim, liseler ve üniversiteler) değişmeye başladı. Bu değişim zaten son 5 yıldır daha görünür ve bilinir hale gelmeye başlamıştı. Bu değişimin farkında olmayan, değişimin başladığını fark etse bile direnen, eğitimde teknolojiyi reddeden ve/veya adapte olamayan eğitmenler, öğrenciler, yöneticiler ve aileler, korona ile yeni eğitim modellerine adapte olmaya başladılar. Bilgi aktarımına ve ezberci sınav sistemine dayanan değil, teknoloji odaklı bilgi kullanımına, yaratıcılığa ve grup/takım çalışmalarına dayalı eğitim modellerinin artık sorgulanma dönemi bitti. Şimdi, yeni eğitim modellerini nasıl hızlıca hayata geçirebiliriz, bunun için kaynakları nasıl yönetmeliyiz, diye çalışma zamanı. Yeni eğitim düzeninde, yüksek maliyetli binalar, bina kompleksleri, pahalı mobilyalar ve demirbaşlarla döşenmiş ofisler ve derslikler yerine, teknoloji yatırımlarının planlı bir şekilde yapılması gerekiyor. Bugüne kadar e-posta ve sosyal medya için yeterli görünen internet altyapısının, korona döneminde eğitim için yetersiz olduğu ortaya çıktı. Her noktayı kapsayan ve indirme hızı yüksek (5G gibi) bir internet altyapısının acilen yatırım programlarına alınması gerekir. Sonrasında, betona yatırılmayan kaynakların bu eğitim teknolojilerine uygun teçhizata ayrılması ve eğitimin her bir paydaşına bunların sunulması sağlanmalıdır. Bu dönüşüm sürecinde, sistemi kullanacak olanların, eğitmen ve öğrencilerin de sistemi etkin kullanmalarına yönelik eğitimler verilmeli ve kullanıcı bilgisi materyalleri hazırlanmalıdır. Korona ile acil bir devrim yaşayan eğitim sektörünün tüm ihtiyaçlarını, mevcut teknoloji ve yazılımların tam olarak karşılayamadığını da itiraf etmek gerekir. Kullanıcı odaklı teknolojik geliştirmelerin ve eğitimi daha etkin yapacak yazılımların geliştirilmesi için, korona aşısında olduğu gibi bir ‘Milli Seferberlik’ hareketi başlatılabilir. Bu alanda yapılacak geliştirmelerin, korona aşısında olduğu gibi tüm dünyanın ihtiyacını karşılamaya yönelik olacağının bilinmesinde fayda vardır.

4- İklim değişikliği etkileri daha görünür olacak

Korona döneminde yavaşlayan/aksayan sanayi, seyahat ve ticari faaliyetler, her ne kadar iklim değişikliği konusunu bir süreliğine gündemin dışına taşısa da, aslında iklim değişikliği tüm dünya kaderini belirleyecek ve giderek büyüyen bir sorun olarak ortada durmaya devam ediyor. İklim değişikliği etkilerine bir kaç örnek vermek gerekirse; buzulların erimesi, ozon deliğinin büyümesi, ortalama sıcaklık artışları, yağış düzeninin bozulması, deniz seviyesinin yükselmesi, kuraklık ve çölleşmenin artan bir hızla yayılması, artan sayı ve sıklıkta görülen sel-su baskınları, orman yangınları, tayfun ve hortumlar sayılabilir. Bu ekstrem doğa olayları; sayısını, sıklığını, kuvvetini arttırarak ve her bölgeye yayılarak etkisini net bir şekilde göstermeye başladı. İklim değişikliğine bağlı zarar verici doğa olayları, ülkelerin büyük kaynak kayıplarına neden olmaktadır. İnsan hayatının sürdürülebilirliği, üretimin sürmesi (sanayi ve tarım) ve ekonomi çarklarının dönmesi için, su kaynakları, maden kaynakları ve enerji kaynaklarına ulaşılması ve/veya bu kaynakların kontrol edilmesi, ülkelerin geleceğinin güvence altına alması için daha da kritik hale gelmiştir. Doğayı korumaya yönelik alınacak kararların etkilerinin ancak yıllar sonra görülmeye başlayacak olması, ülkelerin bireysel değil ancak topluca davranması halinde bu kararların anlamlı olması ve politikacıların kendi kariyerlerini etkileyecek kadar kısa vadeli ülke çıkarlarını önde tutmaları nedeniyle, koronadan çok daha hayati bir konu olan iklim değişikliği konusunda, ortak bir adım atılması yakın gelecekte mümkün görünmemektedir. İnsanlık için büyük bir sorun olan ancak dünyanın geleceğini iklim değişikliği gibi tehdit etmeyen korona sorununda pek çok ülke; insan, araştırma ve para kaynaklarını ortalayarak, 1 yıl gibi bir sürede aşı veya aşılar bulmayı başarmaya çok yakın veya başardı sayılır. Aynı başarıyı, iklim sorunu için de bekliyoruz.

5- Sosyal sorunlar ve toplumsal olaylar artacak

İşsizlik, enflasyon-stagflasyon, gelir kaybı, vergiler, eğitim sorunları, ülkeler arası gerginlikler gibi nedenler; aile içi geçimsizlik, kadın ve çocuklara karşı şiddet, yoksullaşma, ırkçılık, etnik farklıklar gibi sosyal sorunları tetiklediğinden, toplumsal iç hareketlerin artmasına ve diğer ülkelere de yayılmasına neden oluyor. Fransa’da benzin zamları ile başlayan olayların bir yıldan fazla bir süredir devam etmesi, Amerika’daki ırkçılığa ve insan hakları ihlallerine dayanan olayların artması ve yayılarak iç karışıklığa neden olması örnek olarak gösterilebilir.

Düşük gelir ve/veya düşük eğitimli grup, bu dönemde en çok yıpranacak olan grup olarak görünüyor. Korona döneminde işini kaybeden veya işi kapandığı için sosyal yardımlar ile hayatını sürdüren geniş bir kesim, son bir yılını, elinde son kalan birikimleri harcayarak, elindeki malları paraya çevirerek, devletten sosyal yardım alarak, aile çevrisinin desteğini alarak, tüketici kredisi kullanarak veya kredi kartı limitlerini tüketerek geçirdi. Bundan sonrası için, görünür bir alternatif yok gibi. Sosyal olayların önüne geçebilmek için, bu grupların ekonomik olarak güçlendirilmesi ve sosyal politikalar ile desteklenmeye devam edilmesi gerekir. Ekonomik olarak daha güçlü ve şanslı ülkeler, kendilerini dış dünyadan daha çok izole ederek, kendi refahlarını korumaya çalışıyor. Kaynaklarını adil ve verimli kullanan, toplumsal dayanışması kuvvetli olan ülkeler, bu süreçten daha az bir zarar ile çıkabilecekken, bunlara sahip olmayan ve başaramayan ülkelerin ne durumda olabileceğini, sizlerin hayal gücüne bırakıyorum.