Masal Köyü kendi elektriğini üretiyor
Tuğçe Güder ve Uğur Karas çifti, Yalova'da adı gibi bir 'masal köy' kuruyor. Elektriğini kendisi üreten, yiyeceği organik, suyu kaynaktan
Çayırda ceylan sekiyor, kapılar tokmakla tıklanıyor. Merkeze 8 km uzaklıktaki Masal Köyü'nden ev almak çok kolay değil. Pahalı olduğunu zannetmeyin, Uğur beyin komşu seçme kriteleri sıkı. Özellikle bir kriteri var ki, asla söyleyemeyiz. Merak ediyorsanız köye gider, teste tabi olursunuz!
Hikâye Yalova'nın Safran köyünde geçiyor. Yüzyıllık Yalnızlık (G. Garcia Marquez) kitabında nasıl ki, hikâyenin içinde başka bir hikâye karşımıza çıkıyor, daldıkça dalıyor, bir türlü sayfalardan başımızı kaldıramıyorsak, bu köyün içinde de başka bir köyle karşılaşıyor, tanıdıkça daha çok seviyor, hiç ayrılmak istemiyoruz.
Safran'a vardıktan sonra Hacı Mehmet sapağından sola kıvrılınca yeni bir köyün kapısı açılıyor. Adı, Masal Köyü. Kahramanları Uğur Karas ve Tuğçe Güder. Yan karakterlerde ise Asi ile Asiye var; onlar, köyün en sevilen yağız atları. Kanatları, siyah beyaz puantiyeli bir elbiseye benzeyen, sırf bu yüzden diğer tavuklara caka satarak dolaşan Afrika tavuğu, gölün sakinleri kazgillerden Ramiz ile Makbule, henüz iki yaşındaki devekuşu (onun adı yok), sırnaşık keçi ve daha nice hayvan...
Bir de tek gözü görmeyen eşeğimiz Cemşid var ki, en çok onu seveceksiniz. Karnı acıkınca, yemliğin kapısını burnuyla açıyor, karnını doyurunca aynı şekilde kapatıp arkasında iz bırakmadan dağa bayıra doğru gezintiye çıkıyor. Peşinde de arkadaşı ceylan. Kuyruklu yıldız gibi, Cemşid nerede, o da orada... Daha önce keçinin dibinden ayrılmazmış da onunla küsünce eşekle muhabbet geliştirmiş. Bir de eşeklerle dalga geçerler, bu durumda köyün en akıllısı o! Bu cümbüşe Karas ailesinin yeni üyesi iki aylık bebek Evran da katılınca şenlikli bir köy olmuş burası.
Bağlama tutkunu köylü güzeli
Tuğçe Güder, aslında ünlü bir yüz. 2005 Best Model of the World yarışmasında ülkemizin en iyi modeli seçilmiş. Hayat hikâyesi ise kendi deyimiyle külkedisi masalı gibi. Doğar doğmaz Çocuk Esirgeme Kurumu'na bırakılmış, 14 günlükken Türk bir aile tarafından evlat edinilmiş. 2000 yılında İstiklal Caddesi'nde yürürken bir ajansın sahibi kendisini keşfedince ünlü olmanın yolu açılmış. Bağlama tutkusuyla herkesin gönlünde taht kuran Güder, ülkemizin tek siyahi mankeni olarak lanse ediliyor. Gerçek ailesi ise Afrikalı kökenliymiş.
Eşi işadamı Uğur Karas ile 2008'de dünya evine girmiş. İyi de olmuş. Geçen sene nisan ayında İstanbul Sarıyer'deki yaşamlarını bırakıp Safran'a yerleşmişler. Masallardaki gibi bir hayat kurmak için... Herkesin böyle hayalleri vardır, ama gerçekleştirebilen az. Bunda Uğur Bey'in tecrübesinin önemli payı var. Uğur Karas, bir dönem ülkemizde çok popüler olan devekuşunu ilk yetiştiren işadamlarından. Etinin, derisinin, yumurtasının ticaretini yapmış. Derisini Hermes, Hugo Boss gibi markalara, etini zincir marketlere satmış. Devekuşları ülkemizin iklimine pek alışamayınca 2007'de çiftliği kapatmış. Daha sonra Etiler'de Organica'yı açmış. Safran köyünden gelen organik sebzelerin piştiği bir restoran burası. Bir yıl önce de Masal Köyü fikri şekillenmiş. Köyün tasarımı tamamen Uğur Bey'e ait. Maketini bile o yapmış. Doğma büyüme bu köylü olduğu için zaten elinden her türlü iş geliyor. Sabahın 'on sıfır sıfırı'nda kapısını tıklattığımızda bize hazırladığı kahvaltı maharetinin kanıtıydı.
Masal Köyü'nde neler var, neler...
Köyün büyüklüğü orman alanıyla birlikte 150 bin metrekare. Araziye Karadeniz'deki gibi 55 adet ahşap ev kuruluyor. 30 evin inşaatı 2010 sonuna kadar bitecek. Kalanı kısmetse 2011'de. Kendi evleri, komşuları Galatasaraylı Mehmet Topal'ın evi ve bir albaya sattıkları evleri masallara layık bir şekilde hazırlanmış. Bu evler hayat sigortası gibi. Emekliliğinizde bir kuruş harcamadan bu köyde yaşayabilirsiniz. Her şey köyün içinde üretiliyor. Ne elektrik, ne su parası var, sebze meyveleri bahçeden, süt ve süt ürünlerini 'peynir evi'nde kendiniz üretebileceksiniz. Ekmeğinizi rüzgâr değirmeninde öğüttüğünüz organik ununuzdan yapabileceksiniz. Her evin 150 metrekarelik bahçesi var. Mısırınızı ya da buğdayınızı ekip biçebileceksiniz. Evler, güneş panellerinin yardımıyla elektriğini kendi üretiyor. Şömineden tasarlanan özel bir kalorifer sistemiyle de evin ısınma problemi çözülmüş. Şömine bir saat yanınca bir ailenin iki günlük sıcak suyu depolanıyor. Ev ahşap, kerpiç ve dere taşından yapılmış. Duvarlar hava alabiliyor. Dağdan gelen kaynak suyu da kapınızda... Zil yok, kapıyı tokmakla tıklatıyorsunuz. Marangozluk işleri köyün içindeki atölyede yapılıyor. Müteahhit filan da yok. Uğur bey, abisi Orhan Karas'la birlikte işleri hallediyor.
Doğumdan önce bahçe işleriyle Tuğçe Hanım ilgileniyormuş, şimdi bebeğine bakıyor. Ama bahçesini boşlamış değil. İmece Evi'nin tohum kütüphanesinden Kaz dağlarındaki köylülerin tohumlarından istemiş; domates, salatalık, yeşil soğan, biber ne olursa ekmeye hazırlanıyor. Bütün yemeklerini toprak kapta ve kuzine ateşinde pişiriyor. Ekmeklerini köyün ortasına kurdukları ortak taş fırında pişiriyor. Uğur Bey, fırının üzerine 'Paylaştıkça her şey daha lezzetli' olur yazmış. Bu söz aslında köyün felsefesini de kısaca özetliyor.
Böyle bir köyde yaşamayı kim istemez! Ancak Uğur Bey'in komşu seçerken pek çok kriteri var. İnce eleyip sık dokuyor. Açıkça söyleyelim, 'parayı bastırınca her şeye sahip olabileceğini zanneden' insan profiline bu köyde pek yer yok. (Para deyince, evlerin fiyatının çok pahalı olduğu söylenemez, 150 bin dolar civarında.) Komşuluk ilişkilerinin geleneklerimize uygun olması Karas çifti için çok değerli. Ama bir kriteri var ki, onu asla söylemeyiz. Merak ediyorsanız, şansınızı denemek için köye gider, teste tabi olursunuz! Ama eğer sınıfı geçerseniz sırrı öğrenebilirsiniz...
Safran Köyü'nde Ramazan
Masal Köyü'nden ayrıldıktan sonra Uğur Bey'le Safran'a iniyoruz. 1500 nüfuslu bir yer Safran. Köy azası Necmi Metan'la muhtarlığın önünde ayaküstü laflıyoruz. Köyün halkının çoğu hemşehrimiz çıkınca tevafuka hayret ediyoruz. Herkes 1893 yılında Osmanlı-Rus Harbi'nden kaçmış. Hopa'dan gelenler çoğunlukta. Safran halkının çok güzel âdetleri var. İlki köyde bir cenaze olduğunda caminin altındaki 300 kişilik yemek salonunda yemek pişirilip dağıtılıyor olması. Masrafı, isteyen bir hayırsever karşılıyor. Bu âdet 30 yıldır devam ediyormuş. İkincisi Ramazan ayında her cuma sabahı İstanbul'daki tarihî camiler ve türbeleri ziyaret için otobüs kaldırılması. Dönüşte iftar yine aynı yemekhanede yapılıyor.
Sevinç Özarslan / Zaman