Mecidiye Kasrı restore ediliyor!
Beykoz Mecidiye Kasrı, Boğaziçi´ndeki kâgir yapıların en önemlisidir. Son yıllarda çok tahrip olmuştu. Nihayet restorasyonuna başlandı
İstanbul´da padişah sarayları dışında cesametli saray, kasır ve köşkler pek yoktur. Hatta saraylar yüzünden hazinenin battığı yorumunun çok yapıldığı Tanzimat döneminde dahi yapılan inşaatlar ancak 19´uncu asrın devlet protokolünü karşılamak amaçlıydı. Kısacası 100 kişiye ziyafet verilip 300 kişinin katılacağı resmi kabulün tertipleneceği binalara ihtiyaç vardı ve Tanzimat dönemi devlet sarayları; yükselen İngiliz sefaret sarayı, Fransız sarayı ve hatta Rus sefaret sarayı ile ancak rekabet edebiliyordu. Dolmabahçe güzel bir saraydır. Boğaz´ın kenarında bir ihtişamı vardır ama 19´uncu asrın Avrupa saraylarıyla mukayese edilemez.
1838´de tahta geçen Sultan Abdülmecid, babası II. Mahmud gibi kendini sıkan Topkapı Sarayı´nda ikameti asla sevmezdi. Sahil saraylarda oturmuş ve İstanbul´un şahane manzaralarını seyredebileceği Çarşamba´daki Sultan Selim Camii´ndeki Köşk, Boğaz´da Küçüksu Kasrı ve Topkapı Sarayı´ndaki Mecidiye Köşkü´nü yaptırmıştır. 1854 yılında Dolmabahçe Sarayı bitince de padişah burada Beylerbeyi´nde, yani Boğaz´ın iki yakasındaki iki sarayda oturmayı tercih etmiştir. Beşiktaş´ın arkasındaki Ihlamur Kasrı ise bir av köşkü gibi düşünülmelidir.
Avusturya´nın yazlık sefaret binasına tıpatıp benziyordu
Hidivlerin 1845´te başladıkları Beykoz Kasrı 1854´te tamamlandı. Ve derhal devlet protokolünde yer aldı. Bazı ziyafetler burada tertiplendi. Hatta mevsimine göre sefirler kabul edildi.
Şubat 1833´te
Kavalalı İbrahim Paşa ordusunun Konya ovasında kazandığı zaferler üzerine Rusya´dan yardım istendi. Gelen ordu ile Hünkâr İskelesi denen bu mevkide bir antlaşma imzalandı (ve sözde kurtarıcıya şükran için bir anıt dikildi!) Osmanlı için meşum bir olaydı. 12 sene sonra Kavalalı Mehmed Ali Paşa İstanbul´u ziyaret ettiğinde, imparatorluk içinde muhtar idaresi olan Mısır Hidivliğinin sadakatini göstermek üzere bu mevkinin en tepesinde Sultan Abdülmecid Han´a hediye edilmek üzere bir büyük kasır yaptırdı. Bugün Beykoz ya da Mecidiye Kasrı olarak anıyoruz.
O yıllarda bu tarz saray ve kasırları yapabilecek para bir tek Mısır Hidivlerinde vardı
Boğaziçi´nin kâgir yapılarının en önemlisidir ve Mısır Hidivlerinin zenginliğini gösterir. Avusturya İmparatorluğu´nun İtalya kesiminde çokça rastlanan bir mimari üsluba sahiptir ve karşı yakada Yeniköy´deki Avusturya yazlık sefaretinin sarayına tıpatıp benzemektedir. İonyen ve Korint sütunlu cephesi, içerideki muayede salonu bu benzerliğe kuvvetli delildir.
Mecidiye Kasrı, Tanzimat Türkiyesi´nin yeni zevkini ve tüketim alışkanlığını yansıtır. II. Meşrutiyet ve bilhassa mütareke yıllarında da çok tahrip görmüş, bu ihmal ve tahrip 1940´lı yıllarda devam etmiştir. Binanın muhtelif ve farklı amaçlarla kullanılması bu tahribatı artırdı. Son yıllarda terk edildi ve nihayet TBMM´ye bağlı Milli Saraylar İdaresi restorasyonuna başladı.
İstanbul´da bu tip yeni zevki yansıtan kasırlar ve saraylar genellikle bereketli Mısır ülkesinin yönetici hanedanı olan Hidivler tarafından yaptırılmıştır. Osmanlı devlet ricali bu gibi servete sahip değildi. Beykoz Mecidiye Kasrı da konumu, etrafındaki korusu ve nefis iç mimarisi ile ancak Hidivlerin parası ile yapabilecek bir binadır. Muhtemelen Hünkar İskelesi, uzmanların üzerinde birleştiği gibi, yarattığı burukluğu affettirmek için Mısır Hıdivleri -ezcümle Mehmed Ali Paşa- tarafından İstanbul´u seyretmeyi seven padişaha hediye edilmiştir.
İstanbul´un eski eserleri restore ediliyor, tanıtılıyor; gerçi "bad-e harab´ül Basra" ama kalanının kurtarılacağı ümidi artıyor.
İlber Ortaylı /Milliyet