Mimar Doğan Kuban: AKM için keşke yarışma açsalardı!
Duayen mimar Doğan Kuban, Gazete Habertürk'ten Kübra Par ile röportaj gerçekleştirdi. Kuban, Murat Tabanlıoğlu'nun AKM projesini de yorumladı..
Yıkılacak mı korunacak mı? Barok mu olacak modern mi olacak derken yılan hikâyesine dönen AKM’nin kaderi nihayet belli oldu. Yıkılacak yıkılmasına ama yeni projeyi AKM’nin mimarı merhum Hayati Tabanlıoğlu’nun oğlu Mimar Murat Tabanlıoğlu yapacak ve babasının mirasına sadık kalmak için yeni binanın ön cephesini eskisine benzetecek. Peki bu iyi bir şey mi yoksa bambaşka bir bina mı yapılmalıydı? Türkiye’de mimarlık tarihi deyince ilk akla gelen isimlerden Doğan Kuban’ın kapısını çaldım, hem AKM’yi hem de son günlerde hükümetin de sık sık özeleştiride bulunduğu şehircilik meselesini konuştum...
‘BABASININKİNDEN DAHA KÖTÜ DEĞİL AMA DAHA İYİSİ OLABİLİRDİ’
- Doğan Bey, Taksim’de Mimar Hayati Tabanlıoğlu’nun yaptığı Atatürk Kültür Merkezi (AKM) yıkılıp yerine oğlu Murat Tabanlıoğlu tarafından yeni bir bina yapılacak. Siz yeni projeyi nasıl buldunuz?
Hayati Tabanlıoğlu benim arkadaşımdı, bizden 1 sene sonra mezun oldu. O zamanki koşullara göre iyi bir mimardı ama o binayı ben hiç sevmedim. Fasadı (dış cephesi) benim nefret ettiğim bir fasaddı. Opera binasının bir statüsü vardır ama o cam cephe bir fazla çıplaktı. Halk bakıp da “Burada tiyatro opera oynanıyor’’ demezdi.
- Yeni projede, içeride sahnelenen oyunlar dışarıdan da izlenebilsin diye o dış cephe şimdi ekran olarak kullanılacakmış...
Evet, şimdi değiştirmişler. Cam cepheyi büyütmesi saçma ama içeriden görünen kürenin dışa yansıması biraz daha iyi olmuş. Daha iyisi olabilirdi.
- Oğluna verilmesi ve eski görünüşünün korunarak yapılması iyi bir şey mi, yoksa sıfırdan yeni bir şey mi yapmalıydılar?
Ön cepheyi büyüttüklerine göre plan da salon da değişmiştir. Yani babasının planını koruduğu yok. Senelerdir boş duran bir bina. Burada bir eski eser kavgası yok, tamamen politik bir kavga var. Keşke yarışma açsalardı. Doğrusu o olurdu. 1987’de Taksim Meydanı için yarışma açmışlardı mesela, birinciliği Vedat Dalokay kazanmıştı. Dolayısıyla oğluna vermek falan, bunlar ilkel şeyler. Ama dışarıdan görünüşü babasınınkinden daha kötü değil.
- Daha önce AKM için “İkinci ulusal dönem denilen ilk modernizm tasarımlarından biridir’’ demişsiniz.
Doğru, kendi alanında ilk modernizm tasarımlarından biriydi ama başarılı değildi.
- Peki, o dönemi yansıtan başarılı bir eser var mı?
Tabii var. Sedat Hakkı Bey’in binaları var. Modernizm bizde ilk Hilton Oteli’yle oldu, yapan da Türk değildi. Bizimkiler o sırada bir yenilik yaratmayı düşünmüyorlardı.
- Atatürk Havalimanı da Hayati Tabanlıoğlu’nun eseri, onu nasıl buluyorsunuz?
O başarılıdır ama dünya çapında bir başarıdan bahsetmiyoruz. Zaten o kadar yoğun bir mimarimiz yoktu, yeni öğreniyorduk. O sırada bir geçiş dönemi vardı; hem modern hem taş kaplamalı kemerli binalar yan yana duruyordu. Hayati, düşünce olarak onu aştı.
‘ŞEHIRLİLİK ÖYLE KOLAY OLMUYOR’
- Yeni AKM’nin önünü yayalaştırıp trafiği alta vereceklermiş. Bu iyi bir şey mi sizce?
İstanbul’un diğer trafiğiyle nasıl buluştuğuna bağlı. Mesela Saraçhane’de iniyorsun, oradan çıkmak için en az 150-200 metre yürümen gerekiyor. İhtiyar adam ne yapsın? Ben birinin yardımı olmadan yürüyemiyorum. Bizde belediyecilik yok. Şehirlilik öyle kolay olmuyor. Avrupa’ya git, kaldırımda bir tane araba göremezsin. Zaten kaldırımın yüksekliği 5 santimetredir. Burada kaldırımlar çok yüksek, bir de kesip kendisine park yeri yapıyor. Otomobil bizi şişirecek, 1-2 senesi kaldı.
‘ŞU BOĞAZ OLMASA İSTANBUL BERBAT BİR ŞEHİR’
- Doğan Bey, siz yıllardır “Türkiye’yi İstanbul batıracak” deyip aşırı göç almasının fenalıklarından bahsediyordunuz. Bu hafta ilginç bir TÜİK verisi açıklandı. İstanbul ilk kez göç vermiş. Bunun anlamı ne? İyi bir şey mi?
İstanbul, geri kalmış bir memleketin şehri. Paris, Londra, New York bizim zamanımızda dünyanın en büyük şehirleriydi. Ben Paris’te doğdum. Paris’in nüfusu o zaman ne ise bugün de hâlâ aynı. Büyüme dışarıya doğru oldu, fakat merkezi değiştirmediler. Londra’nın da New York’un da bizden az nüfusu var. Bizim ilkel toplumun 20 milyonluk şehri var. 20 milyonluk şehri kim kontrol edebilir? İki gün sonra trafik durduğu zaman o şehir de duracak. Şu Boğaz olmasa İstanbul berbat bir şehir. Oturulacak gibi değil. Sade fakirler değil, herkes buradan kaçmaya başladı. Zenginler İzmir tarafına, Batı Anadolu tarafına gidiyorlar. Ben İstanbulluyum, 50 senedir burada yaşıyorum. İstanbul en zavallı olduğu zaman bile asil, güzel bir şehirdi. Bütün mimarisini yok ettiler. Eski İstanbul zaten kalmadı. Bizde şehircilik planlaması yok. Giderek kötüleşti. 1958’de ben doçenttim. O zaman eski şehri kurtarmaya çalışıyorduk. İstanbul’u koruma planını yaptım. Benim “Kalsın” dediğim mahallelerin hepsi gitti. Yüzde 1’i bile kalmadı. Koca Mustafa Paşa’yı, her tarafı beton apartmanlarla doldurdular. Bir kere Türkiye’nin özel bir mimarisi vardı, ahşaptı. Tabii ahşap eskiden bedavaya geliyormuş ama o zamanki fakir Türkiye için pahalıydı. Biz 20. yüzyıl başında bile tuğla kullanmıyorduk. İyi tuğla Selanik’ten gelirdi. Bugün eski şehir deyince akla yalnızca cami geliyor, evlerin hepsi gitti.
- “İstanbul’un kurtuluşu için Anadolu’yu sanayileştirmek gerekir” diyordunuz. Bugün için hâlâ çare o mu?
Tabii, zaten başka çare yok. 20 milyon insanı bir şehirde yaşatamazsın. Bir kişi bir yere 1 saatte gideceğine 3 saatte gidiyorsa; ne kadar benzin, ne kadar enerji, ne kadar insan gücü kayboluyor. Bir hesapla da bak. Memleketin dörtte biri havaya gidiyor. İstanbul’u mahvettik. Şimdi İzmir’e geliyor. Ben lisede okurken İzmir’in 150 bin nüfusu vardı, şimdi 6.5 milyon.
- İzmir için de koruma planı yapmıştınız, o da uygulanmadı, değil mi?
Uygulanamıyor. Biz İzmir için vaktiyle uluslararası yarışma yaptık. Limanın sağ tarafını, eski şehirle birlikte koruyorduk. Ahmet Piriştina öldükten sonra başa gelen belediye reisi, “Şuraya 1-2 kat ilave edebilir miyiz?” dedi! 20 milyonluk şehir gelişmiş memleketlerde yok. Zaten Türkiye’yi bu batıracak. İşi halka bıraktılar. Halkın içinde de açıkgözler olunca hepsi birbirinden çirkin binalar yapıldı.
- Peki ne yapmak lazım?
Çirkin bina sorunu kültürle ilgili, ne yapsan düzeltemezsin. Biraz akıllılar dışarıdan kopya çekiyor, bazısı Amerika’ya proje yaptırıyor. Orta halli bir şeyler oluyor; hepsi çok çirkin değil, fakat şehrin büyümesi çirkin. İstanbul dünyanın en güzel şehirlerinden biriydi, canına okudular.
‘DEVLETİN İDARE ETTİĞİ MİMARLIK OLMAZ’
- Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu hafta Şehircilik Şûrası’nda benzer şeyler söyledi, “Beton, beton, beton; hiç ruh yok” dedi. Ondan önceki hafta da “İstanbul’a ihanet ettik, bundan ben de sorumluyum’’ demişti.
Aferin, iyi demiş. Ama sadece o sorumlu değil, ondan çok önce başladı. 1950’lerde Menderes’le başladı. Türkiye çok kalabalıklaştı. 1950’de nüfus 20 milyondu, şimdi İstanbul o kadar.
- Cumhurbaşkanı, TOKİ’lerle ilgili de konuştu.
Devletin idare ettiği mimarlık olmaz. Devlet sanatı idare edemez, devlet yolları açar.
- TOKİ’ler halkın ucuz konut bulabilmesi için yapılıyor. Daha güzeli yapılabilir miydi?
Yapılırdı ama mimarları başka türlü yetiştirmek gerekirdi. Bir işi yapmak için 10 kişi yetiştirmek lazım. Biz niye geri kaldık? İstanbul Teknik Üniversitesi’nden mezun olduğumuz zaman, elimizdeki diplomayla Almanya’da mimarlık yapabilirdik. Bugün Türkiye’de hiçbir mektepten alınan diplomayla bu yapılamaz.
- Sizin beğendiğiniz, bugün yaşayan Türk mimarlar var mı? Emre Arolat’ı nasıl buluyorsunuz örneğin?
Emre çok yetenekli bir adam ama aynı zamanda çok “işadamı’’. Onun annesi-babası benim öğrencimdi. Ahmet Vefik Alp’in ağzı iyi laf yapar. O da bizim yanımızda çalıştı. Fena mimar değil tabii ama öyle aman aman şeyleri yok. Ahmet Vefik Alp, modern propagandayı bilir. Emre Arolat da Hayati’nin oğlu (Murat Tabanlıoğlu) da öyle. Gerçi dünyanın en büyük mimarları da propaganda yapar. Bu devrin özellikleri böyle ama bu devri atlatmazsak geri kalmış ülke olarak kalacağız.
- 15 Temmuz Anıtı’nı, yeni Marmara İlahiyat Camii’ni yapan Hilmi Şenalp nasıl?
Marmara İlahiyat Camii’ne şaştım, çünkü o zamanki politikalara aykırı bir şeydi. Değişik olduğu için beğendim. Çünkü değişmek gerekir.
‘TÜRKİYE’Yİ ‘KAYA SINIFI’ KURTARIR’
- Bilim Teknoloji Dergisi’nin bu ayki sayısında, “kaya sınıfı” diye bir teori ortaya attınız. “Türkiye’de sınıfsal ortalamanın alt katmanlarını temsil eden ve ‘kaya sınıfı’ diye tanımladığım büyük halk katları, Türkiye’yi çağdaş dünyaya en çok yaklaştıran gruptur” diye yazmışsınız. Nedir bu kaya sınıfı?
Bir şelale düşün; arkada kayası var, önde sular akıyor. Evrim içinde, üzerinde yaşayanlarla beraber değişiyor. Ama yok olmuyor. Önünden sular akıyor. O sulardan biri Hitler, diğeri büyük İskender, öbürü başka biri. 10 sene yaşayıp kayboluyorlar. Önden akan şelale insanlar hayatı. Ama bütün sistemin yaşaması evrim. İşte benim “kaya sınıfı” diye tabir ettiğim insanlar esas büyük evrimin bir parçasıdır. Genelde lise ve üniversite eğitimi görmüş, ailesini geçindirmek için yaşamın sağladığı bütün olanaklara yapışmış, gelir seviyesi alt boyutlarda, kadın-erkek, evli-bekâr, yaşı 50’yi geçmeyen bir sınıftan söz ediyorum.
- Bu kaya sınıfı için “Politik görüşleri yoktur” demişsiniz.
Yoktur çünkü gazete falan okumuyorlar. Hepsi lise ve üniversite mezunu. Bunlar küçük ustalar, teknisyenler, hemşireler... Hastanelerde, inşaatlarda, fabrikalarda çalışıyorlar. Politik hiçbir şeye prim vermiyorlar. Görünüşte sanabana benziyorlar ama aslında hiçbir kültürleri yok. Kitap okumuyorlar. Tabii içlerinde daha gelişmişi var. Bunlar iki aşamalı göç yapmışlar. Aile Ordu’dan ya da Malatya’dan kalkıp 50 sene evvel Batı Anadolu’ya yerleşmiş. Ondan sonra çocukları lise veya üniversite mezunu olmuşlar. Ne politikayla ne dinle, hiçbir şeyle ilgilenmiyorlar; sadece yaşamaya çalışıyorlar.
- “Türkiye’yi kaya sınıfı kurtaracak’’ diyor Doğan Kuban, değil mi?
Kurtarırsa onlar kurtarır. Ötekiler politik olarak deforme edilmiş. Bize, Cumhuriyetin ilk döneminde olduğu gibi, fakat tamamen farklı koşullarda yeni bir öncü ve yaratıcı sınıf gerek. Bu sınıfın toprak ağası, mal mülk sahibi ve para spekülatörü olmaktan öte bir özelliği olması gerek. Partiler, dernekler yıllardır toplumun kafasını karıştıran sahte bir modernlik imgesi yaratıyorlar... Yeni bir Cumhuriyet lazım.
- “Politikayla ve dinle alakaları yok” diyorsunuz. “Türkiye muhafazakârlaştı’’ yorumlarına nasıl bakıyorsunuz?
Yok canım, ne muhafazakârlaşması? Onlar Amerikan politikası. Muhafazakâr olanlar bir politik söylem yürütüyorlar. Köyden gelenlerde bunun karşılığı vardır ama 50 sene evvel şehre gelenlerde yok.
‘TBMM CAMİİ’Nİ YIKMASINLAR’
- Bizde ilk mimari planlamalar 1930’larda başlıyor, değil mi?
Çok az şey vardı, çünkü bizde adam yoktu. Fransızlar geldi, Almanlar geldi. Onlar da ufak çapta şeyler yaptılar. Akıllarına şehrin 20 milyon olacağı gelmezdi.
- Avusturyalı mimar Clemens Holzmeister, TBMM binasını yapmıştı...
Hocamızdı. O çok bina yaptı. Ama Meclis binasını da çok sevmem. Çünkü orada biraz klasikten esinlenmiş, modern olmamıştı. Mesela Emin Onat, Anıtkabir’i Halikarnas mozolesi tipinde planlamıştı. Arkada bir tepesi vardı. İkinci planda o tepeyi attı, onu kaldırınca kabak gibi sade kolonlardan yapılan Anıtkabir kaldı.
- Anıtkabir’i de beğenmiyorsunuz yani.
2 bin, 3 bin senedir yapılan bir şey. Özelliğini yok etti Emin Onat...
- Meclis bahçesinin içinde Behruz Çinici ile Can Çinici’nin yaptığı TBMM Camii’nin de yıkılması tartışmaları var.
O camii, modern sanat mimari aşamamızda çok iyi bir yapıdır. Kesinlikle yıkmasınlar.