Sektörel

Mimar ve şehir planlamacısı Turgut Cansever anıldı!

Yeni Şafak Gazetesi köşe yazarı olan İsmail Kara bugünkü yazısında, Mimar ve şehir planlamacısı olan rahmetli Turgut Cansever'i andı. İşte o haber...

Rahmetli Turgut Cansever hoca bir mimar ve şehir planlamacısı olduğu kadar bir sanatkâr ve düşünce adamıydı. Aynı zamanda bütünlük peşinde olan, dünyanın, insanlığın ve Türkiye'nin gidişini, en azından kendi mesleği çerçevesinde yakından takip eden, bunun heyecanını duyan sorumluluk sahibi bir ilim adamı ve aydındı. Son yıllarındaki çalışmalarına bir miktar ben de şahit oldum, bazılarına katıldım, lütfedip davet etmesi üzerine bazı zevatla görüşmelerinde bulundum. Mustafa Kutlu, Beşir Ayvazoğlu, Mustafa Ruhi Şirin, Salih Pulcu gibi birkaç arkadaşla birlikte hususi sohbetlerimiz ve müzakerelerimiz de oldu.

Yaşına aldırmadan, yapılan müdahalelerle uğratıldığı haksızlıkları geride bırakarak Türkiye'nin şehirleşme ve konut politikalarında doğru yola girmesi için tabir caizse öncü bir delikanlı gibi ve ideolojisine, siyasi tercihlerine bakmadan istifade edebileceği her insanla birlikte çalışmayı göze alarak, deneyerek günlerini geçiriyordu.


Büyük kayıplarla neticelenen ve geriye derin acılar bırakan 17 Ağustos 1999 depremi ve kronolojik olarak İstanbul/Marmara için yaklaşan büyük deprem tahminleri o günlerde canlı idi. Bu durum onu hem çok tedirgin etmiş hem de çözüm yolları bulmak ve yetkilileri ikna etmek, kamuoyunu hazırlamak için ümitlendirmişti.


TESBİT VE ÇÖZÜMLER

Her fırsatta şunları söylüyordu:

1. Türkiye'nin konut stoku hem yetersiz hem de sağlıksızdır, kültürel kodlarla ve tabiat şartları-sevgisiyle uyumsuzdur ve eskimiştir. Ayrıca ülkenin nüfusu hem süratle arttığı hem de köylerden şehirlere daimi göçler olduğu için yeni konutlara ve yerleşim birimlerine âcil ihtiyaç var. Önümüzdeki çeyrek yüzyılda Türkiye mevcut konut ve yapı stokunun büyük bir kısmını yenilemek ve dönüştürmek zorundadır.

Bu bir imkândır. Bunu planlı ve doğru yapabilirsek çözüm yollarını da Türkiye'ye yaraşır bir şekilde açmış oluruz. Tam da burada 1989 yılındaki bir röportajının başlığını hatırlatmanın zamanıdır: “Mimaride yeni yönelişleri ortaya koyabilecek tek ülke Türkiye'dir”.


2. Türk ve İslâm şehirciliğinin istisnai örneklerinden biri olan İstanbul, Bursa ve tarihi şehirler, bazı kasabalar 1950 yılından beri giderek artan bir şekilde bütün iktidarlar tarafından tahrip edilmiştir, darbelerden sonra daha yoğun olmak üzere hâlâ tahrip edilmektedir. İstanbul'un nüfus yoğunluğu ve günlük insan akışı mutlaka kontrol altına alınarak tarihi şehir (suriçi) ve Eyüp, Üsküdar, Kasımpaşa gibi tarihi yerleşim birimleri rahatlatılmalıdır. Çünkü yeni ulaşım imkânlarıyla İstanbul'un gündelik akışının bir ucu Sakarya'da, diğer ucu Edirne'dedir artık ve buralardan plansız sanayileşme, konutla birlikte düşünülmeyen yeni büyük işyerleri dolayısıyla büyük bir nüfus her gün İstanbul'dan gelip geçmektedir. Bu büyük bir ekonomik israf, vakit kaybı, hava kirliliği, sağlık problemlerinin artması, kontrol edilemezlik demektir. En önemlisi korumanın imkânsız hale gelmesidir. Böyle bir ortamda hiçbir şey hakkıyla korunamaz. Halbuki bugün artık biliyoruz ki doğru çözüm tarihi bölgelerdeki yeni yerleşimleri kontrol etmek, yayalaşmayı artırmak, büyük, gürültülü ve sarsıntılara sebebiyet verecek, tabii dokuyu etkileyecek motorlu trafik akışlarını azaltmak, kültürel, entelektüel, estetik faaliyet merkezlerini, bunlarla irtibatlı otel, dinlenme tesislerini artırmak lazımdır.


3. İnsanın vazifelerinden biri de güzellik peşinden gitmek, dünyayı güzelleştirmektir. Bu aynı zamanda Yüce Allah'ın cemal sıfatının insanda tecellisi ve onun yaptıklarında görünmesidir. Hem çirkin, ölçüsüz, kaba yahut insanı, tabiatı ezen binalar, şehirler yapmak hem de doğruyu, barışı, insanlığı savunmak mümkün ve inandırıcı olamaz. (Sanatta ve estetikte güzel diğer ilimlerde ve dallarda doğruya, hüsne, iyiye, hayra, sevaba… yakın veya denk düşmektedir).


Türkiye bunu yapabilecek nadir ülkelerden biridir ve bunu yapmak sorumlulukları, vazifeleri arasındadır.


Örnek Bir Mahalle İnşa Etmek

Turgut hoca ümidini hiç yitirmedi. (“Ümitsizlik kâfirlere yaraşır” meâlindeki hadis-i şerifi sık hatırlatırdı). Habitat II toplantıları ve depremle ilgili yapılacaklar konusunda sanırım en geniş ve etkili çalışmaları kendi imkânlarını ve çevresini seferber ederek o yaptı. Tekrar etmem lazım; ilerleyen yaşına aldırmadan…


Çocuk Vakfı'nda aylarca süren toplantılar yaptı ve farklı meslek ve meşreplerden (mimar, planlamacı, siyasetçi, ilahiyatçı, sanayici, gazeteci, sosyolog, belediyeci, edebiyatçı, kültür adamı…) insanlarla meseleleri müzakere etti (özel olarak iki büyük sanayici ve ordu mensuplarıyla da görüştüğünü de bize söylemişti). Bu konularda en mufassal metin ve raporları o yazdı (ikisi büyük boy hacimli kitaplar olmak üzere üç rapor kaleme aldı ve bastı). Bu çalışmalara ve toplantılara cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bir önceki başbakan Ahmet Davudoğlu, şimdiki kültür bakanı Nabi Avcı, milli eğitim eski bakanı Ömer Dinçer beyler de ya fiilen katıldılar yahut desteklediler, haberdar oldular.


Birçok şey yapmak istiyordu ama edindiğim intibalara göre ahir ömründe ikisine öncelik vermişti. Biri kapıya dayanan deprem felaketini gözönünde bulundurarak Trakya bölgesinde 25 bin, 250 bin nüfuslu yeni (yıldız kümesi) şehirler inşa etmekti. Bu yolla bazı sanayi ve iş dallarını da oraya kaydırmak, İstanbul'un mevcut nüfusunu hafifletmek, buraya olan hücumu azaltmak istiyordu. Bu mümkün olursa İstanbul da tarihi bölgeler başta olmak üzere tekrar gözden geçirilip düzenlenecek, Zeytinburnu gibi dayanıksız ve vasıfsız binaların çok olduğu bölgelerden başlamak üzere yeniden imar ve inşa edilebilecekti.

En fazla ümit ve heyecan verici olan Türk şehircilik unsurlarını ve konut-yapı mimarisi birikimlerini de devreye sokarak yeni ve yaşanabilir, sürdürülebilir, gelişmeye müsait şehirler yapmaktı. Yer tesbitleri, topografik analizler ve ön yerleşim plan çalışmaları yapılmıştı.


Maalesef olmadı, hiçbir adım atılamadı. Niçin?


İkincisi bir mahalle inşa etmek istiyordu. Her seviyede (evet her seviyede) insanın oturabileceği, binaları ve daireleri farklı büyüklüklerde ve kesinlikle birbirinin tekrarı olmayan, mabedi, okulu, sosyal tesisleri, yeşillikleri olan, insani ve kültürel ilişkileri, akışkanlıkları öngörülmüş, önü açık, çarsısı, pazarı olan, tabiata yakın, ağaçları, çiçeği, kuşu, börtü böceği düşünülmüş… bir mahalle.


SİVAS KALEARDI MAHALLESİ

Anlatmaktan öte yapmak istiyordu. Çünkü bir defa olan şey artık imkânsız olmaktan çıkmış olacak, maküs talih yenilecekti. Ayrıca anlayan insanların, gören gözlerin önünde benzerleri tekrarlanabilir güzel bir örnek hadise ortaya çıkmış olacaktı. Müze veya sit alanı yahut içine kapanık site değil yaşanan, yaşanabilecek olan, dışarıya ve gelişip büyümeye açık bir yer…


Sivas Kaleardı Mahallesi bu zevkli ve heyecanlı arayışın ete kemiğe bürüneceği örneklerden biri olacaktı. Hoca birçok defa oraya gitti geldi, yer tercihi yapıldı ve çalışmalara başlandı. Ana yerleşim planlaması yapılmış, farklı açılardan mahallenin renkli slüeti bile çizilmişti (Resimleri bile güzel ve içaçıcı olan bu çizimlerden iki örneği bu yazıda göreceksiniz).


Ne olduysa oldu, temel atma ve başlama aşamasına gelen bu çalışma da akim kaldı. Niçin?


Şehircilik Şurası haberini duyar duymaz beni bu yazıyı yazmaya sevkeden kuvvetli sebep de yakın zamanlarda Sivas Belediyesi'nin el atmasıyla bu mahallenin inşasının tekrar gündeme gelmesi, canlanması ve çalışmalarının başlaması olmuştur. Planların gerekli revizyon ve uyarlamalarının Turgut hocanın, bu proje dahil yıllarca birlikte çalıştığı meslektaşları ve varisleri tarafından yapılacak olması da büyük bir imkân. Yıllardır bu arazinin boş kalmış olmasını da hocanın iyi niyetinin, içinde yeşerip göğeren samimi hissiyatının ve tabir caizse kerametinin bir tezahürü olarak değerlendirmek geçiyor içimden.


Şehircilik Şurası'nın belki en verimli ve en kısa zamanda görülebilecek müsbet neticesi bu projeyi desteklemek ve bir an önce tamamlanmasını sağlamak olacaktır. Elbette benzerlerinin de önü açılmalıdır. Turgut hocanın 25 bin, 250 bin nüfuslu şehirler için yaptığı çalışmaların canlandırılması ve sürdürülmesi de hepimizin, hususen Şura yetkilileri başta olmak üzere ilgili resmi kurumların, mimarlık ve şehircilik fakültelerinin, belediyelerin, kültür müesseselerinin, sivil toplum kuruluşlarının önünde bir vazife, bir emanet gibi duruyor.


ŞİMDİLİK BİTİRİRKEN

Türkiye şehircilik, imar ve iskân, mimari ve yerleşim meselelerinde kendisine yakışır, tarihiyle ve geleneksel tecrübeleriyle uyumlu, sürdürülebilir, doğru ve yeni çözümler henüz bulmuş sayılmaz. Ne akademik, estetik ve fikri olarak ne de fiilen, uygulama düzeyinde. Uzun yıllardır bu alanda bazan kaosa da dönüşen zor ve yorucu bir arayışın, boz-yapın, müdahalelerin içinden gelip geçiyoruz. Özellikle büyük şehirler, hususen tarihî mekânlar barındıran kentler, birimler daha fazla etkileniyor ve yara alıyor bu arayışlardan, bu hercümerçten.


Aslında burada peşpeşe getirdiğimiz kelimelerin (şehir, imar, iskân, mimari, yerleşim…) hiçbiri durağan, bir yerde ve zamanda dondurulabilecek şeyler değil; bütün insanlık tarihi boyunca hayatla, dünyanın gidişiyle, ihtiyaçlar ve zaruretlerle, toplumun arayışlarıyla, icbarlarla, siyasi ve kültürel değişme-kırılma noktalarıyla, medeniyet farklılaşmalarıyla, coğrafya ve iklimle birlikte değişip dönüşüyor, yenileniyor, tamir ve tadile uğruyor yahut bozuluyor, tahrip oluyor.


Yine de her dinin, her kültürün, her medeniyet havzasının, her milletin; merkezinde bir mabet ve mezarın yer aldığı; onun etrafında şekillenen irili ufaklı bir evler, yapılar manzumesi, mahalle, pazar (çarşı); ve mahallelerden, yollardan, sokaklardan, ortak mekânlardan, yeşil alanlardan, bitki örtüsünden, canlılardan, sulardan oluşan kendisine mahsus bir şehir düzeni ve üslubu vardır.


Modernleşme hadisesi hem Batıda hem de bizde mimari ve yerleşme, şehirleşme anlayışlarını, mabetler dahil konut ve yapı çözümlerini de ciddi ölçüde etkiledi, değiştirdi, dönüştürdü, tahrip etti. Biz bugün yaşıyoruz ve bugünden sorumluyuz. Yalnız bugünün sorumluluğu tarihi sorumlulukları içinde barındırır. Nurettin Topçu rahmetlinin sözünü tekrarlarsak “tarihten de biz sorumluyuz”.


Mesuliyet fikri ortadan kalkmayacağına göre ilke düzeyinde hiçbir şeyde geç kalınmış, hiçbir şeyin zamanı geçmiş sayılmaz. Yeter ki yanlışta ısrardan vaz geçilsin, doğru yolu bulmak için birbirine katkı veren samimi ve ısrarlı çabalar devam etsin.




Yeni Şafak