Genel

Mimarlar Mezarlığı sergisi açıldı!

Tayfun Serttaş’ı n Studio - X’te açtığı Mimarlar Mezarlığı sergisi, Cumhuriyet döneminde ortaya çıkan Birinci Ulusal Mimari anlayışının yok ettiği bu mimarlara saygı duruşu niteliğinde...

İstanbul’u inşa eden ünlü mimarları biliyoruz, fakat kenti içeriden şekillendiren orta direk mimarlar var ki, bugün binalardaki yazıtlarından başka haklarında bir bilgi bulunmuyor. Ne projeleri, ne CV’leri ne de mezarları… Tayfun Serttaş’ın Studio-X’te açtığı Mimarlar Mezarlığı sergisi, Cumhuriyet döneminde ortaya çıkan Birinci Ulusal Mimari anlayışının yok ettiği bu mimarlara saygı duruşu niteliğinde.


Balyan ailesi, Gaspare Fossati, Alexandre Vallaury ve Raimondo Tommaso D’Aronco’yu İstanbul’daki pek çok tarihi binayı inşa eden isimler olarak biliyoruz. 1870 ile 1940 arasında inşa edilmiş binalara imza atan ayrı bir mimar zümresi var ki, -sayıları 900 ile 1.200 arasında- bugün onların isimlerinden başka bir bilgiye ulaşmak mümkün değil. Batılılaşma dönemi mimarları olarak bilinen bu zümrenin eserleri, İstanbul’un silüetini etkilememiş ama kenti içeriden şekillendirmiş. Genellikle tarihi yarımada, özellikle Sirkeci ile Beyoğlu civarındaki art nouveau, neoklasik, barok tarzında apartmanlar, hanlar yapmışlar ve eserlerinin üzerlerine yazıtlarını bırakmışlar. Balyanlar ya da Vallaury, eserlerine kesinlikle imza atmıyor, buna gerek duymuyorlar fakat ortadirek mimarlar mutlaka yazıt kullanıyorlar. Bunun birkaç nedeni var. Biri, reklam ve tabii ki en büyük müşterileri olan devletin gözüne girmek. İkincisi, ‘birey mimar’ kimliği onlar sayesinde gelişiyor. Mimarın, birey olarak tasarım iddiasını ilk defa kamusallaştırdığı dönemin ilk temsilcileri onlar. Çünkü 1870 öncesindeki binalarda yazıtlara rastlamak mümkün değil.


    Sanatçı, yazar ve araştırmacı Tayfun Serttaş’ın ifadesiyle “İmparatorluğun Batılılaşma dönemine girmesi, Tanzimat Fermanı’nın tanıdığı kültürel haklar ve 1870 Pera yangınından boşalan arazilerin yeni hayat tarzının gerektirdiği konut tipi olan apartmanlaşmaya açılmasıyla İstanbul’un kentsel kimliği, yarım asır gibi kısa bir sürede Avrupa-Osmanlı sentezinden doğan eklektik üsluptaki bu mimarların yapılarıyla adeta baştan oluşturulur.” Peki kim bunlar? Konsolosluk binalarını yapmak için İstanbul’a gelen ve şehirdeki parayı fark edip burada kalmayı tercih eden levantenlerin yanı sıra İstanbul’da yetişmiş, kalfalıktan ustalığa geçmiş, bileğinin gücüne güvenen Ermeniler genellikle. O yıllarda sayıları o kadar artıyor ki bu mimarların, Galata’daki Sen Piyer handa 53 mimar yazıhanesi açılıyor. Tek bir hanın içinde bu kadar mimarlık bürosu! Şehirdeki paranın peşine, dönemin mimarları da düşmüşler ama bugünkü gibi şehrin kimliğini bozmak şöyle dursun, katkıda bulunacak binalar yapmışlar. Dimitrios Georgiades, A.N.Perpignani, Langas, Kosmas Karayannis, Alexandre D.Yenidunia, Antuan Ratinski, Avedis Pekmezian, Harutyun ve Anna Çamçıyan, Hrant Apraham bu mimarlardan bazıları.


    İstanbul’u şekillendiren bu mimarların çoğu birlikte şirket kurup ikili çalışıyorlar. Bazıları yazıtlarına isimleriyle birlikte tarih atıyor, bazıları gerek görmüyor. Bazen yapının kültürel bazen etnik kimliğine göre yazıtların dilleri, tasarımları değişebiliyor. Sirkeci tarafındaki yazıtların çoğu genelde Osmanlıca ve Latince olmak üzere çift dilli. Hrant Apraham 1928’de yaptığı binanın yazıtını hilal-yıldız şeklinde tasarlamış. 1940’larda İstanbul’da bu zümreden kimse kalmıyor. Çünkü başkentin Ankara’ya taşınmasıyla Ankara, İstanbul mimarlık sektörünün üyelerinden proje ve tasarım hizmeti almayı tamamen durduruyor. ‘Birinci Ulusal Mimari’ anlayışı ortaya çıkıyor. Dolayısıyla bu mimarlar, teker teker İstanbul’u terk ediyor, bazıları belki burada ölüyor fakat bugün akıbetleriyle ilgili hiçbir bilgi yok. Projelerinin çizimleri ise kim bilir nerede?


    19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren binaların köşelerinde okunmaya başlayan mimar yazıtlarını on yıldır fotoğraflayan Tayfun Serttaş’ın Fındıklı’daki Studio-X’te açtığı Mimarlar Mezarlığı sergisi, Cumhuriyet döneminde ortaya çıkan Birinci Ulusal Mimari anlayışının yok ettiği bu mimarlara saygı duruşu niteliğinde. Serttaş, on yılda 1.200 ortadirek mimar ismi tespit ettiğini söylüyor. Sergide ise mezar taşlarını hatırlatan beyaz mermerin üzerine orijinalinde olduğu gibi yazılan 60 mimarın yazıtına yer veriliyor. Serttaş, “Günümüzde bir bölümü kentsel dönüşüm planları içerisinde yıkılmakta olan dönem binalarını, mimarları üzerinden, nostaljinin ve yerel egzotizmin ötesinde, kent tarihinin meşru ve vazgeçilmez aktörleri olarak güncel araştırma metotları aracılığıyla tartışmaya açıyorum.” diyor.


‘Bu bir dönem mimarisi, hiçbir gruba ait değil’


Tayfun Serttaş, yarım asırlık dönemde yapılan bu binalarla ilgili dikkate değer bir konunun altını çiziyor: “1986-1988 yılları arasında dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Bedrettin Dalan tarafından 368 tarihi nitelikli binanın bulvar açmak gerekçesiyle yıkılması sonucu gerçekleşen Büyük Tarlabaşı Yıkımı, İstanbul’un kentsel kimliğine yönelik en sert tahribatlardan biriydi. Büyük tartışmalara yol açan yıkım sırasında, buldozerlerin önlerine Türk bayrakları gerilmesi ve Dalan’ın kendini ‘Bizim kanaatimize göre Tarlabaşı’nda tarihi eser yok! Üç-beş Rum evini yıkmakla ne olacak?’ şeklinde bir savunma yapmıştı. Bu bir dönem mimarisi, hiçbir etnik gruba ait değil. O dönemin mimarlarından İshak ve Aram Karakaş, Ermeni mimarisi yapmakla uğraşmadı. O adamlar iyi art nouveau yapmakla uğraştı. Ragıp Paşa Apartmanı’nı yaptılar, art nouveau tarzında. Apartman Ragıp Paşa’nındı. Ragıp Paşa da Türk’tü. Bu ezberi bozalım. Onun mimarisi, bunu mimarisi, Rum apartmanı, Türk evi tartışması bizi bir yere götürmüyor.”


Zaman Gazetesi