Oktay Ekinci: Çamlıca'ya Osmanlı bile cami düşünmedi!
Cumhuriyet Gazetesi Yazarı Oktay Ekinci bugün köşesinde Çamlıca tepesine yapılacak camiyi ele aldı...
Kent siluetindeki yeri ve manzarası ‘eşsiz’ tepeye Osmanlı bile cami düşünmedi
Başbakan’ın isteği üzerine İstanbul’un her tarafından görünecek dev bir camiyi Çamlıca Tepesi’ne tasarlamaya başlayan Mimar Hacı Mehmet Güner özetle demiş ki: “Kubbesi ecdadımızın yaptıklarından daha büyük, minareleri de Medine-i Münevvere’ninkilerden (105 m) bile daha yüksek olacak!” (Milliyet- 4 Temmuz)
Niyeti “ecdadı aşmak!” olan mimarımız, “atalarımızın elinde de çelik kafes uzay kirişler ya da gelişmiş betonarme ve hatta kabuk sistemler olsaydı, kim bilir neler yaparlardı?” diye düşündü mü acaba?
Hangi okuldan mezun olduğunu bilmiyorum, ama Hacı Efendi’yi mimar yapan hocaları; “Oğlum, marifet şimdiki teknolojiyle ecdatla yarışmak değil, tüm tarihi camilerimiz gibi bulunduğu yere yakışanı ve çağın mimarisini yansıtanı yapmaktır” demişler midir?
Ama asıl konumuz, Çamlıca’ya kondurulmak istenen caminin “nasıl tasarlanması”, gerektiği değil. Gerçekten “ecdada saygılı”ysak, “Osmanlı’nın neden bu tepeye de cami yapmadığı”nı düşünmemiz gerekiyor.
En güzel şarkılar
Önce Çamlıca’nın İstanbul kültüründeki yerine göz atalım. Bunun en kestirme yolu da “İstanbul şarkıları”nda nasıl yer aldığı… çok sayıdaki Çamlıca şarkısından birkaçını beraber söyleyelim:
Hicaz makamında Yesari Asım Arsoy’un bestesi: “Sazlar çalınır Çamlıca’nın bahçelerinde/ Bülbül sesi var şarkıların nağmelerinde...”
Müziği Nuri Halil Poyraz’a ait, aksak usulde nihavent şarkı: “Çamlıca yolunda, âşıkı kolunda, işleri yolunda / O benim sağımda, ben onun solunda, Çamlıca yolunda...”
Güftesi ve bestesi yine Yesari Asım Arsoy’a ait sultanı yegâh şarkı: “Biz Çamlıca’nın üç gülüyüz / Aşk bahçesinin bülbülüyüz/ Dillerde gezer söyleniriz / Gamsız yaşarız eğleniriz…”
ve Zeki Müren’in unutulmazlarından; “Gel güzelim Çamlıca’ya bu gece / Gün doğmadan a canım sevişelim gizlice / Bülbüllerin efgaanını dinleyelim yan yana / Kumru gibi a canım sevişelim can cana...”
‘Bağ-ı Cihan’dan bugüne
İşte böylesi ezgilere ilham olmuş Çamlıca, ilk kez IV. Murat devrinde imar görerek kullanıldı. “Bağ-ı Cihan” adlı kasrın yaptırılmasıyla İstanbul’un en ünlü sayfiye yeri oldu. 19’uncu yüzyılda köşklerle donatıldı ve bugün de SİT kararlarıyla doğal dokusunun korunmasına gayret ediliyor.
Ancak aralarında “ülkeyi yönetenlerin konutları” da olan kaçak yapılar ile izinsiz! TV kuleleri, bu çok özel kent mirasını tahrip ediyor.
Çamlıca’yla ilgili bir tanıtım metninde deniyor ki: “Tıpkı kral ve kraliçeler gibi şehirlerin de taçları vardır. Eğer Boğaz, İstanbul’un kolyesi ise hiç kuşku yok ki tacı da Çamlıca’dır. Yaratan her şehre bir güzellik vermiş; İstanbul’a da bu iki paha biçilmez mücevheri bahşetmiş. Eğer Çamlıca’dan şehri seyretmediyseniz İstanbul’un güzelliğini görmüş sayılmazsınız..”
Çamlıca’nın bir özelliği de göçmen kuşların İstanbul’da en açık şekilde ve uzun sürelerle gözetlenebildiği tek yer olması.
Üsküdar’ı bezeyenler
Üsküdar ise yine İstanbul’daki en çok imar gören Türk yerleşmelerinden biri... Her biri “Osmanlı döneminin armağanları” olan çok sayıda cami, külliye, köşk, kasır, yalı ve sahil sarayı, Üsküdar’ı adeta bir mimarlık tarihi müzesi haline getirmiş...
Örneğin Eski Valide Camisi, Mihrimah Sultan Külliyesi, Şemsi Paşa Külliyesi, Rum Mehmet Paşa Camisi, Ayazma Camisi, Adile Sultan Kasrı bunlardan sadece birkaçı.. Ayrıca Kuzguncuk’taki Ayios Panteleymon Kilisesi ve Ayazması, Ayios Yeoryios Kilisesi, Beth Yaakov Sinagogu gibi farklı inançlara ait dinsel yapılar da Üsküdar’ın kimlik değerleri.
Bütün bu eserler arasında özellikle camilere ve külliyelere baktığımızda, kıyıdaki meydandan sırtlardaki eski semtlere kadar hemen her kesiminde yer alan bu yapıtlardan neden bir tanesinin de Çamlıca’da yapılmamış olduğunu düşünmemiz gerekmiyor mu?
Tarihi Yarımada’daki 7 tepenin tümüne gösterişli camiler inşa eden Osmanlı, acaba neden Üsküdar’ın “ziynet”i sayılan Çamlıca’da aynı kuralını uygulamadı?
Bu sorunun da yanıtı, Çamlıca’nın Osmanlı döneminden itibaren kentin en önemli “mesire” yeri olması; İstanbul’un en güzel buradan seyredilmesi; yine bu tepelerin, İstanbul ve Boğaziçi bütünselliğinde kent siluetini muhteşem güzellikte tamamlaması; bu nedenle, cami için bile olsa eşsiz özelliklerinin “yapı” ile yok edilmemesine gösterilen özen...
Nitekim yine Osmanlı döneminde aynı özen “Küçüksu”, “Beykoz Çayırı”, “Çırçır Suyu” gibi ünlü mesire yerleri için de gösterilmiş, anıtsal çeşmelerin dışında cami, külliye vb. yapılar düşünülmemişti.
Sözün kısası, eğer gerçekten “ecdada saygılı bir nesil” olmak ve hatta yaratılmak isteniyorsa, bunun kanıtı gösteriş amaçlı bir camiyle Çamlıca’nın eşsizliğini yok etmek değil; tam tersi, öncelikle kaçak yapılardan ve çirkin TV kulelerinden arındırılmasını sağlamaktır.
Keşke Başbakan bunu isteseydi ve deseydi ki; “Çamlıca’yı İstanbul’n belleğindeki bâkir güzelliklerine yeniden kavuşturacağız.”
Cumhuriyet/Oktay Ekinci