Sektörel

Pilot şehirler inşa etmeliyiz!

Emine ve Mehmet Öğün, Turgut Cansever'in kızı ve damadı. Turgut Bey'le bilfiil uzun yıllar çalışan ikili, şimdilerde Öğün&Öğün Mimarlık olarak üretimlerine devam ediyor.

TOKİ Dergi’den Yunus Emre Tozal ile Murat Acar bu ay Emine ve Mehmet Öğün  ile röportaj yaptı. İşte o röportaj…

Turgut Cansever’in Klasik Yayınları'ndan çıkmış olan “Yeni Bir Şehir Kurmak” kitabında hocamızın Marmara Üniversitesi’nde gerçekleştirilen “Şehir Yönetim Düşüncesi Seminerleri”nde fikir ve önerileri kaleme alınmış ve ortaya güzel bir eser çıkmıştı. Bu eserde hocamız şehirlerin yönetimi konusunda Osmanlı mahallesinde daha önceden uygulanmış olan vakıf sistemini ihya ederek çağın ihtiyaçlarına göre yeniden kurgulamamız gerektiğinden bahsetmişti. Cansever’in şehir yönetimi hangi unsurlar eliyle ger-çekleştirilmelidir?

Mehmet Öğün: Turgut Bey'in projesi, devletin ev yapacak kişiye, maksimum inşaat hakkını belirleyerek, uygun bedel ve şartlarla arazinin üst hakkını satmasını; bağımsız bölümlerden müteşekkil parselde yatay kat mülkiyeti tesis edilmesini, her parselin bağımsız kat mülkiyeti sahiplerince imzalanmış yönetim planına göre ve doğrudan kat maliklerince yönetilmesini önermektedir. Merkez ticaret alanlarındaki dükkân ve benzeri yerlerin inşaat bedelinin, kira olarak taksitler halinde tahsil edilmesini, akabinde ciro üzerinden belli oranda bir pay alınmasını içermektedir. Alışveriş merkezleri, çarşı, pazar, büro gibi kazanç sağlayıcı yerlerin sahibi kurulacak vakıflar olacaktır. Gelirden şerefiye olarak tahsil edilecek para bu vakıflarca şehrin sosyal donanımının inşa ve işletmesine harcanacak, böylelikle artı değer şehirliye hizmet olarak geri dönecek, şehirlerimizin spekülasyon aracı olmaktan çıkarılması, sağlıklı fiziki çevrelere, şeffaf ve verimli iktisadi yapılara kavuşması mümkün olabilecektir.

Merhum Turgut Bey özellikle 1999 depreminden sonra İstanbul’a yönelik kapsamlı bir rapor hazırlamıştı.

Mehmet Öğün: 17 Ağustos 1999 depreminin İstanbul üzerin de oluşturduğu olumsuz, yıkıcı tesirlerinden nasıl kurtulabiliriz sorusuna cevap olarak önerdiği, 25 bin kişilik bir pilot şehir kurma projesi vardı Turgut Bey’in. Kendisinde, yeni şehir ler inşa etme yaklaşımının doğru olacağı kanaati oluşmuştu İstanbul'da en riskli bölgelerin başında gelen Avcılar ilçesini! İstanbul yakınlarındaki Saray civarında jeolojik açıdan dalı sağlam bir havzaya taşınması önerilmişti. Bu proje, Turgut Bey’in düzenlediği, adını İstanbul Deprem Çalışma Grubu koyduğu toplantılarda konunun uzmanlarınca analiz edilmiş, tartışılmış ve kendisi tarafından da projelendirilmiştir.

Turgut Bey basit bir şey söylüyor, diyor ki: “Şehirlinin mutlu olabilmesi ve şehrin işletme maliyetlerinin mantık çerçeve si içinde kalabilmesi için ilk husus nüfusun belirlenmesi, yar artış oranının saptanması. İkinci husus şehrin ana karakterinin belirlenmesi. Yani kültür, turizm, eğitim, AR-GE, endüstrinin tarım gibi unsurların tanımlanması. Son olarak da şehri yaşanılır kılacak fiziksel ilişkilerin doğru bir biçimde projelendirilmesine işaret ediyor... Şehir sanayi ağırlıklıysa; tesisleri yeri, nasıl ve nereye kadar genişleyeceği, sanayi ile birlikte küçük-orta işletmelerin ne oranda şehre geleceği, konut bölgelerinin karakterinin ne olacağı, konut-iş-eğitim bağlantısı ulaşım çözümlemesi, şehrin altyapı problemlerinin sürdürülebilir bir yaklaşımla ele alınması gibi bütün bu hususları belirleyen planlar ve kararlar gerekiyor. Turgut Bey'in hazırladığı çalışma bu hususları ve izlenmesi gereken yolu büyük ölçüde içermektedir. Aksi halde mevcut şehirleri, yağ lekesi şeklinde, düzensiz büyümesinde mahsur görmeyip milyonlarca insanın üst üste yığılarak yaşadığı bir alan haline getirirseniz, orada güzel mimariden ve mutlu yaşamdan bahsetmek mümkün değildir.

Emine Öğün: "Pilot Şehir"in kurulması gerçekleşmese de, Turgut Bey depreme karşı alınacak tedbirler kapsamında örnek yeni bir şehir kurabilmenin önem ve ihtiyacını siyasilere, yöneticilere ve iş adamlarına anlattı. Aslında, İstanbullular olarak yaşadığımız şehre dair sorumluluklarımız nelerdir sorusunu, bu şehirde yaşayan herkesin kendine sorması gerekir inancındayım; çünkü şehir inşa süreci bir toplumun gelişebilmesinin, var olan medeniyet iddiasını sürdürebilmesinin en büyük ve kıymetli adımlarından biridir. Cansever’in “Ufkî Şehir” olarak adlandırdığı yeni şehirler yaklaşımı, bütüncül, uygulanabilir ve sürdürülebilir bir şehircilik anlayışını hayata geçirmeye vesile olabilir.

Akıllı şehir kavramı son dönemlerde çok yaygın olan bir olguyu ifade ediyor. Merhum Cansever’in çerçevesini kendisinin oluşturduğu ve insanın maddi-manevi bütün ihtiyaçlarına yönelik olarak tasarlanmasını ilke edindiği “Ufkî Şehirler”i bu kapsamda nasıl değerlendirebiliriz? Teknolojinin ve akıllı şehircilik uygulamalarının Ufki Şehirler’de yer alışı nasıl olurdu? Pilot Şehir uygulamasını da konuşabiliriz.

Mehmet Öğün: Geleneksel şehir inşa etme tecrübemiz, yapay ve zorlama akıl yerine büyük medeniyetimizin barındırdığı j bilgelikten besleniyordu. Bu kıymetli birikimi tekrar gündeme getirmemiz halinde, modern dünyanın zorunluluk olarak dayattığı yanlışların büyük çoğunluğundan azade hale geleciğimiz unutulmamalıdır. Eğer sadece inşaat maliyetleri, proje hızı, üretim hızı, konut sayısı gibi parametreleri önemserseniz, ortaya çıkacak projenin niteliği bu parametrelerle belirlenir. ; Ama bu parametrelere gereken oranda mahremiyeti, toprağa-tabiata yakınlığı, geleneği, kültürü ve medeniyeti eklerseniz, işte o zaman kalıcı ve gerçekten değerli bir iş yapmış olursunuz. Önce bu yanlış gidişe dur diyecek örnek projeleri gerçekleştirmek ve her şeyin hakkım vermek lazım; tasarımın S da, inşaatın da, kentsel tasarımın da, mekânın da... Bu sayede geçmişten bugüne üzerinde yaşadığımız geleneği geleceğe taşımış olur, bu memleketin layık olduğu birikimi yeni şehirlere aktarmış oluruz. TOKİ bunu yaparsa, bu sektördeki kurum ve kuruluşlar, özel sektör ve nihayetinde kendi evini inşa edecek vatandaşın önünde rol-model olarak çok önemli bir fonksiyon ifa eder.

Emine Öğün: Yaşamı taşıyan fiziki çevreyi oluşturan tüm tasarımda planlamasından iç mimarisine, süpürgeliğinden sokaktaki çöp kutusuna ve bankına kadar, hatta çevresindeki ağaçların nasıl budanacağına kadar örnek projelerin yapılması, Türkiye’ye vizyon katacaktır. Ben bunu 11. Kalkınma Planı Toplantılarında da anlatmıştım. Varlığın tüm alanlarında insanın yapacağı tüm müdahalelerle ilgili genel bir sorgulama ve bilinç önergesi hazırlanması gerekiyor. Çünkü biz ağacı dahi budamayı bilmiyoruz, haşin budama yapıp ağacı âdeta ampüte hale getiriyoruz; budama yaparken aslında ağaca zarar veriyoruz. Ne yapılmalı? Elbette herkesin örnek alacağı, her coğrafyanın yapısına uygun, üzerinde oranın kültür ve geleneğini taşıyan, dokusunu geleceğe aktaran bin kişilik pilot uygulamalar yapılabilir. Hatta 10 evden oluşan, 5 evden oluşan çıkmaz sokak denemeleri de yapılabilir. Bunu yaparken de yöresel mimariyi kullanmak, her sosyal kesimi kucaklayıcı tasarımlar geliştirerek, ortak paydaları ve farklılıkları inşa etmeye çalışmak gerekir.

Antropolog David Harvey “Umut Mekânları” kitabında, mimarinin, kentleşmenin bir altın çağ yaşama olasılığı varsa, ancak o zaman "korkuya, gerginliğe, endişeye, aşırı çalışmaya ve uykusuz gecelere" veda edeceğimizi söylüyor. İnsanla mekân arasındaki psikolojik ilişkide hangi konumdayız?

Emine Öğün: Mekânla olan ilişkimizi tutku ve hırsla ifade edebilirim. Hep daha iyisine ve büyüğüne sahip olmaya çalışıyoruz. Hâlbuki bir evi oluşturan bölümlerin birçoğu ihtiyacımızın dışında olmasına rağmen paket programlarda mutluluk arıyoruz. Mekânla hayat arasındaki olumlu birlikteliği sonlandıran bizleriz; hayatı kompartımanlar halinde yaşamaya başlıyoruz. Evimiz var, işimiz var, okulumuz var, sanki bunlar birbirlerinden farklı ama iç içe geçmek zorunda kalan alanlar gibi; sanki izole olmuş bu alanlar. Evin içi de bu şekilde; yatak odası, çalışma odası, oturma odası... Hayat insanı uzaklaştırdıkça insanla mekân arasındaki barış ortadan kalkıyor. Kopukluk, ayrışma ve yabancılaşma... Bu neyi getiriyor peki? Biz yaşadığımız mekânla ilgili ayrışma yaşarken, sosyal olarak birbirimize de yabancılaşıyoruz. Bunun içine kategorik olarak sınıfsal ayrışmayı da koyarsak ortaya karmakarışık bir tablo çıkıyor. Alt katmandaki insan sürekli olarak üst katmandaki insanın konumuna ulaşmaya çabalıyor. Mekânla yeniden bir barış tesis edilecekse eğer, standartların yeniden ele alınması gerekiyor.