Proje Güncel

Reha Muhtar Vehbi Koç'un İstinye'deki evini anlattı

Reha Muhtar bugünkü yazısında Vehbi Koç'un İstinye'deki evini anlattı...

Bir milyarderin evi...

Haftayı normal İstanbul'da işlerimle güçlerimle geçiriyor, hafta sonları iki günlüğüne Bodrum'a ya da Çeşme'ye kaçıyordum...

Yaz bittiğinde her hafta sonundan “damlaya damlaya göl olur” misali, damlaya damlaya bir tatil oluyordu...

En son üç hafta önce Bodrum'a gittiğimde Pazar öğleden sonra dönerken, “Gelecek hafta sonu yine gelirim” diyordum...

Bodrum'da benim gelişimi bekleyenler, tatillerini yaptılar döndüler, yenileri gittiler, onlar da yaptılar döndüler, ben daha hâlâ gideceğim...

Neden?..

Çünkü İstanbul'un Haziran'ı Bodrum'u Çeşme'yi çoktan geçmiş durumda...

 

***


İstanbul yaz gecelerinde ne hafta içi dinliyor ne hafta sonu...

Her yerde kaçıramayacağım etkinlikler var...

Geçtiğimiz hafta sonu gitmeye niyetlendim, Açık Hava'da Dalaras konserinden, Pazartesi gecesi Koçlar'ın Ford Otosan'ının 50. yıldönümü davetine kadar, kaçırmamam gereken davetler var...

Cumartesi gecesi Yorgo Dalaras ile Kıbrıslı ve Giritli iki solistten muhteşem Yunan parçaları, araya Zülfü Livaneli'yle bir düet...

Pazartesi İspanyolların dünyaca ünlü şarkıcısı Monica Molina'nın Koç ve Ford'un 50. gurur yıldönümlerinde söylediği nefis İspanyol parçalar...


***


“Gelsin bir eve konuşmak istiyorum onunla” dediğini söylediklerinde, merak etmiştim Vehbi Koç'un evi nasıl bir evdir acaba diye...

Daha özel televizyonlara geçmemiştim, TRT'de Ateş Hattı'nı yapıyordum...

Uzak dayım Ahmet Binbir Pazartesi gecesi 50. yılı kutlanan Otosan'ın uzun yıllar başındaydaydı...

Oradan beni biliyor, zaman zaman programıma çıkıyordu...

Belli ki bir yakınlık hissetmiş evine çağırmıştı beni...

Yeniköy'de mütevazı sayılacak bir evde oturuyordum o zamanlar...

Vehbi Koç'un evinin nerede olduğunu sorduğumda “İstinye'de” dediler, yani benim yanıbaşımda...

Yeniköy, İstinye benim çocukluğumun geçtiği, denize ilk girdiğim, ilk yüzdüğüm yerler...

“Allah allah” dedim içimden, “Hiç duymamıştım, hangi yalı acaba Vehbi Koç'un yalısı?..”

“Yalı” değil dediler, yolun öteki tarafında bir apartman tarif ettiler...

O apartmanın 4. ya da 5. katıydı...


***


Karşımdaki adam Türkiye'nin hiç tartışmasız bir numaralı sanayicisi...

Muhtemelen en zengin adamı...

Kaç milyar dolarlık bir işin sahibi olduğunu hesaplamak bile zaman alacak...

Eve bakıyorum...

Mobilyalar ve dekorasyon mükemmel ama evin ölçüleri benim Yeniköy'deki mütevazı apartman dairemle hemen hemen aynı...

Genişçe bir salon...

Arkada iki ya da üç oda...

Boğaz'a bakan her evin bir miktar gördüğü gibi kesinlikle Cihangir evlerinde olduğu gibi hiç de lebiderya olmayan bir manzara...

Buydu işte, hepsi bu...

Türkiye'nin en zengin adamının, Vehbi Koç'un yıllardır bir yardımcısıyla yaşadığı ev burasıydı...

Sempatik, alçakgönüllü, konuşurken karşısındakini süzen bir adamdı...


***


Hani sempatik, gülümseyen ve yaramaz çocuk gibi arada bir afacanlık yapan yaşlı adamlar vardır...

Aynen onlar gibiydi Vehbi Koç...

Hani o servetin, o gücün sahibi kesinlikle kendisi gibi görünmüyordu...

Sanki başka büyük ve kibirli adamlar o servetin sahibiydiler de, bu yaşlı bilge adam onları gözlemlemekteydi...

“Yürüyüşün dayına benziyor...” dedi, “Yürürken kendinden çok emin görünüyorsun...”

Bir saatten fazla sohbet ettik...

Öğleden sonraydı...

Masajcı geldi, masaj saatinin geldiğini ona söylediler...

“Geçen sefer son anda bir işim çıktı, ama o da gelmiş bulundu” dedi:

“Masaj yapmadı ama masaj parasını aldı... Onun için bu sefer de parayı havaya atmamak lazım...”

Yaramaz bir çocuk gibi bana göz kırpıp gülümsüyordu...

Sarılıp öpmek gelmişti içimden...

O kadar sempatikti...


***


Four Seasons Oteli'ndeki lacivert gecede, barkoda Ford'la Amerika'da çekilen siyah beyaz resimleri gösteriliyordu Vehbi Koç'un...

50 yılda otomativ sanayinin kurulmasının öyküsü anlatılıyordu Türkiye'de...

Karşımda bu sefer yine Koç Grubu'nun tepelerinde görev yapan kuzenim oturuyordu çocuk bekleyen karısıyla beraber...

Dedesi “dayına benziyorsun” demişti bana...

Sonra öğrendim ki torunu Mustafa da oturduğu masadan analizler yapıyormuş:

“Kuzenler amma da çok birbirine benziyor” diye...

Boğaz gecesi ışıl ışıl, davet ise zengin bir davetti...

Bir imparatorluk anlatılıyordu, resimlerle ve belgeselle...

Bense bu zenginliğin ortasında, onu ilk yaratan adamın sadeliğini, çelebiliğini, bilgeliğini ve mütevazılığını düşünüyordum...

Monica Molina'nın o muhteşem sesi İstanbul gecesinde patlarken, kulağıma eğildiği an geldi aklıma...

Fısıldarcasına ve gülerek konuşmuştu:

“Masajın on dakikası geçti bile... Paracıklar gitti... Bari gerisini kurtaralım...”


***


KADIN GAZETECİLERE TACİZ...

Günlerdir ibretle kadın gazetecilere taciz olayını izliyorum...

Ne o, bir grup gazeteci Tanzanya‘ya gitmiş...

Oradaki kadın gazetecilere 17 yaşındaki bir bellboy sarkıntılık etmiş; “Kocanız var mı” diye sormuş, “Odanızda kalayım mı” demiş falan filan...

Kadın gazetecilerden biri buna “taciz” dedi...

Günlerdir Türk matbuatı 17 yaşında Tanzanya Kempinski otelde bagaj taşıyan çocuğun tacizini(!!!) tartışıyor...

“Bu tacizdir” diyenler, “Hayır bu kadarı tacize girmez” diye buyuranlar...

“Tanzanya'da tacize girmez, başka ülkede girer” diyenler...

Türk matbuatı muhteşem bir entelektüel kalibre göstererek, ne kadar “aydın” bir matbuat olduğunu böylece ispatladı!..

Son durumumuz şöyle efendim:

Şimdi valiz taşıyan tacizci(!!!) çocuğun ifadelerine ulaştık...

Konuyu bundan sonra bu ifadelere göre tartışacağız...

Sanırım kadın gazetecilerden biri taciz etmiş bellboy'u!!!

Şimdi kaldığımız yerden devam ediyoruz!..

Kim taciz etti 17 yaşındaki çocuğu?..

Yaşasın nurtopu gibi tartışmamız var şimdi!..

Reha Muhtar/Vatan