Sektörel

Sadi Subaşı: İnşaat sektörüne yapılan yatırımlar tartışılmalı!

Hedef Halk gazetesi yazarı Sadi Subaşı bugünkü yazısında kentsel dönüşümü ve inşaat sektörünü kaleme aldı. İşte Sadi Şubaşı'nın o yazısı...


Hedef Halk gazetesi yazarı Sadi Subaşı bugünkü yazısında kentsel dönüşümü ve inşaat sektörünü kaleme aldı. İşte Sadi Şubaşı'nın o yazısı...


Ülkemizde son otuz yılda öylesine evrildi, çevrildi ve dönüştü ki, fırsatçılık ve çıkar sağlamak için engel tanımamak ve her türlü yöntemi kullanmak, adeta başarılı iş adamı olmanın göstergesi haline geldi.


  Tüm ahlaki kuralları yerle bir eden, yasaları dahi takmayan bu anlayış tarzı, “Benim memurum işini bilir”, “ Anayasayı bir kere delsek ne olur”, “Ben zengini severim” Gibi sözlerle özdeşleşen merhum Özal döneminin ülkemize bıraktığı kötü bir mirastır.


Bu anlayış tarzı artık ülkemize öylesine yerleşti ki, bu tür fırsatçılık ve çıkar sağlamanın önü yasalarla açılmaya başladı. İşte böyle bir yasadan ve o yasaya dayanarak nasıl bir çıkar alanının yaratıldığını sizlerle paylaşmak istiyorum.


1999 yılında Marmara Bölgemiz çok büyük bir depremle sallandı ve 20.000 üzerinde insanımızı kaybederken çok sayıda bina yıkıldı ve çok sayıda bina da ağır hasarlı hale geldi.


Deprem sonrası, bütün binalar için zorunlu olan DASK adı altında bir deprem de sigorta fonu oluşturuldu.


Deprem de ağır hasar gören binaların yıkılarak yerlerine depreme dayanıklı binalar yapılması için kararlar alındı. Bu konu da Kocaeli, Sakarya, Gölcük ve Bolu’da hasarın çok olduğu semtlerde ki ev sahipleri için şehir dışında zemini daha sağlam yerlerde depreme dayanıklı evler ve mahalleler oluşturuldu.


Burada bir nokta koyarak deprem sonrası çok konuşulmaya başlayan TOKİ’ ye değinmek istiyorum.


1984 yılında dar gelirli ailelerin konut sahibi olabilmesi için çok uzun vadeli ödemeyle toplu konut yapmak üzere Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı İdaresi Başkanlığı adı altında bir kurum oluşturulmuştu.


Bugün kısa adı TOKİ olan bu kurum, hemen her şehirde mahalleler oluşturarak dar gelirli çok sayıda aile ev sahibi yapılmıştı. TOKİ’ nin bu amaca yönelik olumlu çalışmaları,1999 Marmara depremi sonrası yıkılan ve ağır hasar gören bölgelerde ki ev sahiplerine konut yaparak sürdürüldü.


Buraya kadar anlattıklarım, eleştirilecek yanları olmasına rağmen TOKİ’nin yaptıkları ülkemiz insanlarının konut sahibi yapılması adına doğru işlerdi.


Ancak, 1999 depremi ile ilgili olarak hasarlı binaların yıkımı için çıkartılan kanunları, deprem bölgesi dışında ki bina ve alanları da kapsayacak şekilde genişleten 6306 sayılı bir yasa çıkartıldı.


2012 yılında çıkartılan 6306 sayılı bu “Kentsel Dönüşüm Yasası” ile de akıl almaz işler yapılmaya başladı.


Bu yasa ile bir anda bir takım iktidar yanlısı müteahhitler, belediyelerle kurdukları ilişkilerle büyük kentlerde ki bazı mahalleleri toptan Kentsel Dönüşüm kapsamına aldırarak, buralara çok katlı ve çok lüks gökdelenler dikmeye başladılar.


Bu Kentsel Dönüşüm konusu öylesine rayından çıktı ki, artık hasarlı olmadığı, hatta en son yıkılır denen binalar dahi, bu yasanın yarattığı bir uygulama ile konut sahiplerini evlerini müteahhide bırakmaya mecbur etti..


Kentlerin en seçkin yerlerinde ki bu binaları eline geçiren müteahhitler, belediyelerin mülk sahiplerine vermediği kat artışlarını da alarak, inanılmaz kazançlar sağlamaya başladılar.


Bir an da kent merkezleri çok katlı binalarla doldurulurken, o bölgelerde ki trafik akışı ve otopark sorunu da katlandı. Bu çok katlı binaların bazılarının altına otopark yapılmaması da belediyeler tarafından göz ardı edildi.


Bu arada olan, bir şekilde kent merkezlerinin en güzel yerlerinde sahip oldukları meskenden başka bir şeyi olmayanlara oldu. Sulukule gibi İstanbul için simge haline gelmiş bir semt, Kentsel Dönüşüm Projesi ile sahiplerinin ellerinden alınarak yerine süper lüks siteler yapıldı.


Burada ki insanları uzak alanlara yerleştirdiler, bu insanlar yıllardır mutlu bir şekilde yaşadıkları ortamı ve kültürlerini kaybettiler. Bu konuları herkes biliyor. Hemen her gün yazılı ve görsel basında bu insanların yaşadıkları dram haberlerini izliyoruz.


Bu arada TOKİ’ ne tanınan sınırsız imar düzenleme yetkisi ile son zamanlarda lüks bina yapımına yönelerek kuruluş amaçları dışına çıktı.


Bu arada TOKİ’nin toplu konut inşaatlarını devamlı iktidar yanlısı müteahhitlere (Taşeron) bölüştürdüğü, malzemeleri yine iktidar yanlısı firmalardan temin ettiği yönünde ki iddialar, bu ülkenin inşaat sektöründe iş yapan diğer tüm meslek gruplarını ve firmaları ekonomik dar boğaza sokmuştur.


Ayrıca TOKİ nedeniyle, her şeyin özelleştirildiği günümüzde inşaat sektörünün devletleştirildiği yönünde ki iddialar da, giderek haklılık kazanmaktadır.



İNŞAAT SEKTÖRÜNE BU KADAR YATIRIM DOĞRU MU?  

Türkiye sanayi yatırımlarının düştüğü, buna bağlı olarak işsizlik oranının her yıl biraz daha arttığı bir dönemden geçiyor. İstikrar sözü bu dönemde en çok kullanılan sözcük ama bir gerçek var ki, birikimi olanlar bu istikrar sözcüğüne güvenmiyor olmalı ki, işsizlik sorununa çözüm olabilecek ciddi hiçbir yatırım yapmıyor.


Parası olanların bu nedenle parasını bir fabrika yapmak yerine, milyon (Eski parayla trilyon) Lira olan bu lüks rezidans ve dairelere yatırıyorlar. Bu derece de birikimlerin inşaat sektörüne yatırılması, ülkemizin geleceğine vurulan bir darbe ve ölü yatırımlar değil midir?.


Bu nedenle, ülkeyi ondört yıldır yöneten siyasi iradenin, artık inşaat sektörünü desteklemek yerine, parası olanı istihdama yönelik yatırıma teşvik etmesi zorunlu hale gelmiştir.


Tabii bu inşaat sektörü aracılığı ile kara paraların aklandığı iddiaları da mutlaka irdelenmelidir.


Aslına bakarsanız, kara para aklanmasını kolaylaştırmak anlamına gelen bu uygulamalar yerine, artık bu ülkede lüks daire ve lüks otomobil alanlardan, vergi dairelerinden alınacak bunları alabileceklerine dair bir belge alma zorunluluğu getirilmelidir.


Anayasa’nın yeniden yapılmasının tartışıldığı günümüz de, kara para kazanma yollarına ve yatırıma yönelmesi gereken paraları ölü yatırımlara çeken alış verişlere mutlaka denetim getirilmesi, çağdaş bir ülke olabilmenin karşılığı olarak zorunlu hale gelmiştir.


Hakkın, hukukun her birey için eşit uygulandığı günlere ulaşmayı beklemek, bu milletin hakkıdır.


Sınırlarımızda ki savaş korkusunun kalktığı, ülkemiz içerisinde iç barışın sağlandığı günlerin yakın olması dileğiyle, güzel haftalar diliyorum. 



Sadi Subaşı/Hedef Halk