Şehir hastaneleri sağlıkta dönüşümün ikinci evresi!
Yeni Şafak Gazetesi köşe yazarı olan Merve Şebnem Oruç bugünkü yazısında sağlık yatırımlarından bahsetti. İşte o haber...
Sağlık konusunu iyiyken hatırlamıyoruz ama kaybedince o bize geri kalan her şeyi unutturuyor. Şifa bulmak için kapı kapı gezenlerin hikayelerini, kocakarı ilaçlarından falcılara derdine derman arayanların yaşadıklarını artık pek duymuyor olsak da geçmiş onlarla dolu.
Çok değil 10-20 yıl önce, köydeki doktorun ilçeye, ilçeden ile, ilden büyük şehre gönderdiği hastaların rahatsızlıkları yollarda şiddetlenirdi. Bugün hemen hemen büyük küçük her şehirde bulunan tomografi cihazları ya da laboratuvarlar için dahi büyük şehirlere gitmek gerekirdi. Oradan oraya sevk edilen, sevk edildiği yerde aylarca, bazen yıllarca sadece muayene için bekleyen hasta hikayeleri abartı değil, vaka-i adiyedendi. Parası olan kendini tedavi için önce özel bir doktorun muayenehanesine, ardından yurt dışına atar, olmayansa korkunç durumdaki hastane kapılarında çare bekler dururdu. Özel hastane sayısı oldukça azdı; az olduğu için de çok pahalıydı. Hijyen açısından kelimelerle tarif edilemeyecek durumda olan devlet hastanelerinin, SSK hastanelerinin durumu, buralarda sıkça yaşanan sağlık skandalları ise televizyon programlarının gündelik konusuydu.
Galoşun zamanın parasıyla 25 bin TL'ye satıldığı günlerdi 90'lar. Hastane kapılarındaki kuyruklar sabahın 6'sında başlar; ayakta güçlükle durabilen nineler, dedeler o sıralarda saatlerce bekler, yorgunluktan düşer bayılırdı. En nihayetinde doktora görünebilsen de aynı sıra seni kan tahlili, röntgen kapılarında beklerdi. Ardından gelen ilaç yazdırma kuyruklarını, bulunmayan ilaçlar, fahiş fiyatlar takip ederdi. Hor görülmek, aşağılanmak, itilip kakılmaksa çok normaldi.
Bunlar o günleri hatırlamayan gençlere inanılmaz gelebilir ama büyükler bilir. Eminim ki, yaşı yeten hemen herkesin aklından çıkmayan, hatta psikolojik tahribata yol açmış bir hastane travması vardır. Elbette her hastalığın şifası yok ve elbette hastane hiçbir zaman güle oynaya gideceğimiz bir yer olmayacak. Ama yakın geçmişle kıyaslayınca bugünkü halimiz, sanki boyut değiştirmişiz gibi devasa bir farklılık gösteriyor.
Devlet hastanelerinde verilen hizmet kalitesinin artışından sayısı artan özel hastanelere, ücretlerinin büyük bir kısmını SGK'nın karşıladığı özel hastane masraflarından hekime, ilaca ve ileri teknolojili tıbbi cihazlara, bugün Türkiye sağlık alanında bölgenin önde gelen ülkelerinden biri konumunda, dünyanın pek çok ülkesine oranla da her geçen gün ilerleme kat ediyor. Bunu ortalama yaşam süresinin artışına bakarak da fark etmek mümkün. 50 yıl önce ortalama 50 yıl olan Türkiye'de yaşam süresi, 2011 yılında 74'e çıkmıştı; orada da durmadı ve dört yıl içinde 78'e ulaştı (TÜİK-2015 verileri). Bunu neredeyse Afrika'daki ortalama insan ömrüyle aynı seviyelerden Avrupa'daki ortalama insan ömrü seviyelerine ulaşmak olarak da açıklamak mümkün. Etiyopya, Benin, Nijerya, Sudan gibi ilaçsızlık ve tedavisizlikten, erken yaştaki çocuk ölümlerinden kaynaklanan sebeplerle ortalama insan ömrünün 45-55 yaş civarında olduğu ülkeler seviyesinden, İtalya, İspanya, Kanada, İsveç gibi ortalama insan ömrünün 80 yıl olduğu ülkeler seviyesine kısa zamanda gelmek ve bu süreyi her geçen yıl daha da artırmak, şüphesiz ayakta alkışlanacak bir durum.
İnsan hastalanmadığı müddetçe sağlığın ne kadar kıymetli olduğunu unutuyor ya, hastanelerden uzak olduğu zaman içinde de sağlık sektöründe durmaksızın devam eden iyileşme ve gelişmeleri takip etmiyor. Geçtiğimiz haftalarda açılan Yozgat Şehir Hastanesi'nin ardından Cuma günü açılışı gerçekleşen Mersin Şehir Hastanesi'ni gezerken nereden nereye geldiğimizi tüylerim diken diken olarak fark ettim. Mersin Şehir Hastanesi, adete küçük bir tıp şehrine benzeyen devasa bir kompleks. Daha kapısına gelmeden sizi karşılayan dış görünüşü sayesinde, sanki bir hastaneye değil de beş yıldızlı bir otele gelmiş gibi hissediyorsunuz; içeri girdiğinizde ise büyüleniyorsunuz. Polikliniklerinde günde 12 bin hastaya hizmet verme kapasitesine sahip hastanede, gerçekten yok yok. Helikopter pistinden acile doğrudan hasta kabul hizmetinden mihmandar eşliğinde ücretsiz araç karşılama hizmetine kadar, bu milletin fazlasıyla hak ettiği seviyede bir hizmet anlayışıyla yola çıkılmış ve 370 bin metrekare kapalı alan olarak inşa edilmiş hastanede hem gururlanıyor hem de dünü hatırlayıp ağlamamak için kendinizi zor tutuyorsunuz. 1300 yatak kapasiteli Mersin Devlet Hastanesi'nde 230 poliklinik odası, 51 ameliyathane, 210 yataklı yoğun bakım ünitesi , 30 yataklı diyaliz merkezi, 50 yataklı kemoterapi merkezi ve burada sayması zor olan çok sayıda son teknoloji cihaz var. 3858 araç kapasiteli açık ve kapalı otopark dahi düşünülmüş. Küçük bir katkı payının dışında hiçbir şey için herhangi bir ekstra ücretin ödenmediği bu hastane, Türkiye'de halihazırda başlamış olan sağlıkta dönüşümün ikinci devresine girildiğini gösteriyor. Dahası inşası tamamlanmak üzere olan ve inşaatına başlanacak olanlarla beraber bu hastanelerin sayısı kısa sürede Türkiye genelinde 26'ya ulaşacak.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın “Benim 14 yıllık hayalim” dediği Şehir Hastaneleri'yle birlikte, Türkiye'de sağlık alanında geldiğimiz yeri bir köşe yazsında kelimelerle tarif etmek mümkün değil; siz iyisi mi hastalanmayı beklemeden yolunuzu düşürün ve kendi gözlerinizle görün. Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın “Allah bir kaza bela vermezse 2020-2021'lere kadar Türkiye'deki bütün hastaneleri modernleştirmiş olacağız,” şeklindeki sözleri kuşkusuz Mersin Şehir Hastanesi'ni görünce hiç de hayal gibi gelmeyecek size de.
Kamu-Özel İşbirliği (PPP) modeli sayesinde gerçekleşen bu sağlıkta dönüşüme atılan ilk adım, sadece ulaştığı nokta bakımından değil, tüm engellemelere rağmen yapıldığı için daha da büyük bir alkışı hak ediyor. CHP'nin her şeyi olduğu gibi Şehir Hastaneleri projesini de Anayasa Mahkemesine götürmüş olduğunu hatırlayınca insan, polemik yapmak istemiyor ama, ister istemez “Nerede Kılıçdaroğlu'nun Başkanlığı dönemindeki SSK hastaneleri, nerede bu devrim, bu dönüşüm” demeden edemiyor.
Yeni Şafak