İmar

Şehir planlamaları ve deprem üzerine düşünceler..

Gelişmiş batılı ülkelerde şehir planlamaları yerel yönetimlerden tarafından değil de hükümetlerin planlamaları ve büyük projeksiyonlarla yapılmaktadır.

Bu durum kentleşme projesinin yanında banliyö olarak kurulan ve imara açılan bölgelere ulaşım ağları kurularak ve şehre bağlantılar ve yollar daha işin en başında halledilerek çözülmektedir.

Bizde ise şehrin dışında ki bölgelerin neredeyse büyük kısmı gecekondulaşma ile başlayan ve bugüne kadar gelen semtler ve bölgeler dir.
Ki bugün ulaşım, altyapı ve sağlık gibi konularda hep sonradan yapılan ilaveler ve yatırımlarla kentleşme serüvenimiz devam etmektedir.
Yıllarca sürecek altyapılar haliyle yap-boz tahtası gibi devam para akıtılarak ve günü kurtarma adına verile vaatler ve heba olan milyarlar..
Tabi birde ortaya çıkan mimari bir garabet te cabası.
Ne estetik ve mimari yönden bir yapılaşma ortaya çıkmakta ne de doğru dürüst yapı sistemi ile inşa edilen yapı kümeleri.
Birde bu bölgelere yapılan inşaat yatırımlarının sistemlerini sorgulamak lazım.
Çünkü ortada planlama, tasarım, rekreasyon, altyapı vs. gibi bir planlama olmadığı gibi kentleşmenin ve yaşamsal zorunlulukları taşıyan argümanlarda zaten hak getire.

Bakın gelişmiş ve kent planlamaları doğru yapılan şehirlere, insanlar şehrin dışında bahçeli evlerde huzurlu ve mutlu bir şekilde ikamet ediyorlar.
Oturdukları bölgelerden/banliyölerden sabah işlerine hızlı tren, metro vb. gibi ulaşım araçları ile gidip akşamda hızlı bir şekilde dönüyor.
Hem şehrin trafik karmaşasından, kirlilikten ve gürültüden uzakta doğa ve temiz havayla dolu bölgelerde ve bahçeli evlerde yaşıyorlar hem de sağlıklı ve güvenli bir şekilde yaşamlarını sürdürüyorlar.
Banliyö kavramı maalesef bizim ülkemizde uygulanmadığı için şehrin dışında ki bölgelerde oturan insanlar işlerine gidebilmek için 2-3 vasıta değiştirerek ve en az 2 veya 3 saatte işlerine ulaşabildiklerini biliyoruz.
Heba olan zamana mı acırsınız, yoksa iş kaybına mı?
Halbuki İstanbul planlamasını yapan değerli uzmanlarımız bu konuda zamana matuf düşüncelerde olmadan hızlı ve acil bir şekilde bu konuları kamuoyunda tartışmaya açsalar, özellikle ulaşım konusunda 50-100 yıllık projeksiyonlarla projelendirme yapsalar nasıl olur?
Buna 3. Köprü ve yolları ile hızlı tren ve diğer ulaşım yatırımlarını mutlak surette şehrin yeni planlaması ve hedefleri olarak kamuoyuna açıklanmalıdır.
Ben şimdi size www.erengezgin.org sitesinden farklı bir örnek vermek istiyorum;                                                          

'' Batı standardı bahçeli yerleşimde alt eşik olan 10 dönüme 150 kişi de ise; aynı aileye 160 m2 lik bağımsız bir arsa verilebilmekte.
Bu da; 50+70=120 m2 iki katlı bir ev ve 110 m2 bahçe olanağı sunmaktadır.
Bu bahçenin, doğrudan kişilerin kullanımına sunulmuş "aktif yeşil" alan olduğunu ve böylece toplu olarak ayrılması gereken "pasif yeşil" den tasarruf edilebileceğini düşünürsek, iki kat sınırını geçmeksizin,
5 KİŞİLİK AİLE BAŞINA 200 m2 yi aşan bağımsız yeşil alan sağlanabileceğini,
Türkiye'nin toplam alanının 800.000 km2 olduğunu, Devletin elinde ; tarımsal, dağlık bataklık ve elverişsiz alanlar dışında 400.000 km2 arazi olduğunu,
Bu hesaba göre ; Ülkenin YÜZDE 5'i olan 40.000 km2 nin yani 40 milyon dönümün konuta tahsis edilmesi halinde, 60 MİLYON NÜFUSUN  "üst eşikte", BİNDE 5'i olan 4.000 km2 nin yani 4 milyon dönümün tahsisi halinde ise " alt eşikte" fakat yine de bağımsız yeşil alana sahip olarak BİR VEYA İKİ KATLI EVLERDE OTURABİLECEĞİNİ,
Türkiye'yi boydan boya geçen, yani 1.500 km boyunda bir çizgi düşünün. 
Arada on misli fark olmasına rağmen hayallerimizi zorlayıp üst sınırı örnek olarak alsak bile, bu çizginin en çok 27 km genişliğinde olacağını, tüm nüfusun BAHÇELİ EV DÜZENİNDE çizginin içine sığabileceğini,
Bu genişliğin, normal bir karayolları haritasında sadece 14 mm KALINLIĞINDA BİR ŞERİT KADAR olduğunu, nüfusunun artacağı varsayımı ile 100 milyonluk bir Türkiye'nin bu haritada en fazla
2,5 cm yer tutacağını da biliyormuyuz?''.

Hayır, maalesef bilmiyoruz.
Büyük İstanbul'u inşa etmeden evvel bir kere daha düşünelim.
Çünkü ülkemizin deprem riski taşıdığını ve bölgesel planlamaların buna göre yapılmasının zorunluluğuna işaret ediyorum.
Yoksa Devekuşu gibi kafamızı kuma gömüp depremi mi bekleyeceğiz.

* * * * *

Bugün ülkemizde inşa edilen yapıların neredeyse %98 i betonarme sistemle inşa edilen yapı guruplarından oluşmaktadır.
Ülke son 5 yıldır yakalanan siyasi ve ekonomik istikrarla inşaat ve emlak sektöründe ciddi büyüme yakalamış ve ülke resmen şantiyeye dönmüştür.
Ancak bugün sektörde ciddi anlamda stok gayrimenkul vardır ve satılamamasının altında global kriz vs gibi sebeplerden daha çok betonarme tarzda olmasının büyük etkisi vardır.
Halbuki Ahşap sistemle inşa edilen projelere satış ve alım yönünde çok ciddi talepler olduğunu biliyoruz.
Sektör bu konuda Sunflower proje örneklerinden ders almalıdır.

Ben inşaat sektöründe ki yapı sistemlerinin bu ülkede yeterince tartışılmadığı için doğru bilinmediğini düşünüyorum.
Tabi ben yaptığım iş itibariyle ahşap sistem üzerine tarafım, çünkü bu sisteme olan inancım beni geçmişte yaşanan ve sektöre ve topluma ağır darbeler indiren deprem felaketinde yaşananlardan ders alınmadığını düşünüyorum.
Çünkü yıllardır çok güvenilen betonarme sistemin ne kadar güvensiz ve sağlam olmadığının doğru anlaşılamadığını söylüyorum.
Biliyorsunuz medyada son günlerde Marmara fay hattında yapılan incelemeler sonucunda depremle ilgili bazı bilgi ve bulgular bulunduğu açıklandı.
Tabi bunların sonunda da yakın zamanda olası bir deprem sonrası felaket senaryoları ile İstanbul'un büyük zarar ve ziyana uğrayacağı konuşuldu.
İnsan ister istemez düşünüyor, bu kadar zarar-ziyan ve ölüm olacaksa neden o zaman bir şeyler yapılmıyor?
Mukadderatımıza razı bir durum var ama kader tedbir istiyor.
Bakın Fransa'da 1968 yılında yapılan bir araştırmada halkın % 68'i bahçeli evde oturmak istediğini söylüyor ve iskan politikası değiştirilerek 2.5 katlı evlerin iskan ve imar planlaması artırılıyor ve teşvik ediliyor.
90 yıllarda ülkemizde yapılan bir araştırmaya göre halkımızın %96'sı bahçeli evlerde oturmak istediğini söylemiş.
İstanbul içinde bu durum geçerli olmalıdır.
Yapısal sistem ciddi anlamda değiştirilmeli ve ahşap taşıyıcı sistemi belirli bölgelerde zorunlu kılmaktan geçtiğini söyleyebiliriz.
Buna bugün karar verilse bile minimum 20-30 yıl gibi bir zamanda da ancak Büyük İstanbul'u yeniden inşa etme şansımız var.
İyi haftalar.