Genel

Taksim ve Tarlabaşı'ndaki hayatların kentsel dönüşümden önceki halinin resmidir!

Tarlabaşı'nda kentsel dönüşümün geçtiği sokaklar uzun bir savaşın ağır mağlubiyetini yaşıyor gibi. Mağlup olanlara gitmek düştü; otel, bar ve birahanelere kapanmak. Tarlabaşı'nın son sakinleriyle konuştuk

Tarlabaşı’yla Taksim arasından bulvar geçiyor altı üstü. O bulvarın bir yanında metal bir perde gerili. Arkasında ne var ne yok görmüyoruz. Metal perdenin ardında, çerçevesiz evler, kulpsuz kapılar, sıvasız duvarlar kaldı sade. Bir de ne yapacağını, nereye gideceğini, nasıl yaşayacağını bilmeyen insanlar. Şimdi Tarlabaşı sadece kentsel dönüşümün merkezi değil, öksüz kalmış hayatların da son durağı.

Tarlabaşı güzellemesi yapmaya gerek yok. Beyoğlu’nun şatafatına sokak çocuğu inadıyla direnen sokaklar, uzun zamandır ıssız, bakımsız ve unutulmuştu. 80’lerde yaşadığı ilk yıkımdan sonra, saatin geriye doğru işlediğini İstiklal’in granit kaldırımları, Galata’nın fırlayan emlak fiyatları ve Aynalıçeşme’nin yeni sakinleriyle anlamak mümkündü de… Yine de son 30 yıllık yerleşikler muhitlerinin böylesine tozunu attıran bir değişimi beklemiyordu. O değişim saati geldi çattı.

Bir iki yıldır, “haydi” demeye başlayan görevliler yerini balyozlar, iş makineleri, kepçeler ve greyderlere bıraktı. Artık ne yapacağını bilmeyen insanların karşısına bir insan değil, bir iş makinesi çıkıyor. Evler sokaklara taşınmış. İstanbul fotoğraflarının değişmeyen kadrajı bir evden bir eve asılı çamaşır iplerinden eser yok.

Beyoğlu’nun türlü yükünü kaldıran sokaklarda artık kimse için iş kalmadı. Midyeciler, kâğıt ve metal toplayıcılar, hurdacılar, kestaneciler, mısırcılar, seks işçileri, tuvalet temizlikçileri… Tatlı Badem Sokağı sakini transseksüel Ayla, en son Beyoğlu’nda sinemada tuvalet temizliği yapıyormuş. Şimdi evsiz. Çalıştığı sinema da kentsel dönüşümle kapanmış. “Çukurdayım” diyor, o kadar. 58 yaşında, “işe” çıkamayacak kadar yaşlı, yorgun, hasta. “Allah burada yok ama yok da diyemem, intihar falan da düşünemem o yüzden”. Genç seks işçilerinin yardımıyla yaşayacak, belki…

Beyoğlu’nda geceler boyu içilen içkilerin şişelerine, kutularına talip bir hayat süren hurdacılar da dönüşümden payını alanlardan. Eskiden çalıştıkları yerler yıkım kapsamında. Kapı önüne idareten yaptıkları plastik poşetlerden oluşan barakada çalışıyorlar. Ömer o kadar sinirli ki… Sürekli sözümü, “Yazacak mısın, bunu yaz mutlaka” diye kesiyor. Yazmamı istedikleri: “Burada fare bile durmaz, biz duruyoruz. Üç kuruş kazanacağız diye milletin pisliğini topluyoruz. Şimdi bizi buradan sorgusuz sualsiz atıyorlar. Atsınlar, yeminle martta bırakıyorum bu işi. Beyoğlu çöpünde boğulsun.”

Hevin’le Rızvan iki kardeş. Onlar Kalyoncu Kulluğu’nda oturuyor. Tamamen boşaltılmış sokaklarda gezmelerinin nedeni annelerinin onlara verdiği “ahşap toplama” görevi. Yıkılan evlerin gerisinde kalan kırık kapılar, ahşap çerçeveler neredeyse bitmek üzere. Hepsi bu sene uzunca geçen kışa feda edilmiş. Enkazlardan alınan ahşapla sınırlı değil; tuğla, kiremit… Varsa evye, conta. Onlar değerli “ganimetler”. Hepsi ilk üç günde kapanın elinde kalmış. Hevin’le Rızvan’ın payına düşen öbürlerinin yanında bir iki parça kıymık sayılır.
Tarlabaşı’nda biten bir şey daha var. Fakir ama umutlu insanları ağırlayan üçüncü sınıf oteller, parası Beyoğlu’na yetmeyen ama “Taksim’e çıktım” cümlesinin yüzü suyu hürmetine gelenler için birahaneler, çaresiz, umutsuz konsomatrislerin evi pavyonlar…
Onlar da bitti.

AYÇA ÖRER/Radikal