Arsa ve Arazi

Tarlabaşı dönüşümünde İnsan Hakları ihlali

Yıkımına karar verilen Tarlabaşı'nda, tapuları olan insanların barınma hakkı da elinden alınıyor.

Onlar İstanbul"un "ötekileri" olarak adlandırıldılar. Kimileri köyleri yakıldığı için, kimileri işsizlikten, kimileri ise yaşama alanı bulduğu için sığınacak yer olarak seçmişler Tarlabaşı"nı. Bütün hayatlarını köylerinde bırakıp gelmişler taşı toprağı altın denilen İstanbul'a. Ucuzdu, en azından başlarını sokacakları yerleri vardı. Onlar mimari yapıymış, değerliymiş, Beyoğlu'nun arka sokağıymış aldırmadılar, yaşamak zorundaydılar burayı seçtiler.

Tarlabaşı da diğer `ötekileştirilmiş' mahallelerle aynı kaderi paylaşıyor. Kentsel Dönüşümün odak noktası. Burada biraz daha farklı ilerliyor proje, yasa da "yenilme" diye geçip yıkım kararı çıkartılıyor. Oysa tarihi bir mekândır Tarlabaşı. Biz bu tarihten başlayalım dedik Tarlabaşı'na girerken...

Osmanlılar yokken Cenevizliler tarafından kurulmuş. Cenevizliler Galata kulesindeyken burası onların avlusu ve bahçesiymiş. 1600'lü yıllardan sonra konutlama başlamış. 1800'lü yılların başında, yani Osmanlı döneminde site evlere dönüştürülmüş buralar. Dar gelirli ailelere kol kanat açmış. Tabii bu evler yapılırken her şeyle karışık yapılmış, yani her birinin mimari özelliği farklı. Osmanlı, Rum, Ermeni, Süryani mimarisi iç içe burada.

Her birinin altında 50 metre sarnıçlar var. Kaplamalar... Karma mimarinin en önemli örneğini oluşturuyor Tarlabaşı. Mimarinin bu kadar gelişmesi elbette ki gayrimüslümlerin zanaatkar olmasından kaynaklıydı. Onlar sanatlarını evlerine yaptıkları işlemelerle göstermişler.

Asıl göç ise 1900 ile 1975 yılları arasında yaşanıyor. Çünkü azınlıkların 1970 yılından sonra uğradıkları saldırıdan sonra yeni yerleşimler olmuş. 1985-1995 yılları arasında en büyük göç dalgasını almış. Güneydoğu'da evleri yakılanlar buraya göç ederek yeni bir hayat kurmaya çalışmışlar. Bölgenin yüzde 50'sini Doğu'dan gelenler oluşturuyor. Yüzde 14 Karadeniz ve diğerleri. Azınlıklar ise yüzde 15'ini oluşturuyor.

Belediye hizmet vermiyor

Tüm bu yapılanmayı düşünerek çıktık yola. Beyoğlu"nun renkli vitrinlerinin, renkli sokaklarının yanı başında, kimsenin görmek istemediği ve hatta suç unsuru olarak tanımladığı yeri biz görerek anlatmak istedik. Beyoğlu"nun arka sokağıydı Tarlabaşı. Arada cadde vardı. O caddeyi geçtiğimizde farklı bir yaşamın izini sürdük ama önce Kentsel Dönüşüm için mücadele eden derneğe uğradık: Tarlabaşı Mülk Sahipleri Kiracıları Kalkındırma ve Sosyal Yardımlaşma Derneği. Derneğin danışmanı Erdal Aybek'le konuşuyoruz önce. "Öyle bir kültür var ki aile bir tarafta oturuyor, karşısında siyahı var, travestisi var..." Hoşgörüyle yaşamanın mümkün olduğunu anlatıyor bize. Derneğin 250 üyesi ve 180 tane de kiracı üyesi var. Yaklaşık 3900 kişinin yaşadığı Tarlabaşı'nda 850 öğrenci bulunuyor.

Sokaklara çıkıyoruz Lale'yle Tarlabaşı'nda ki yaşama tanıklık etmek için. Sokaklarda çöpler dolu. Belli ki toplanmıyor. Zaten çöküntü alanı olarak gösteriliyor yıkım için. Belediyenin hizmet getirmediğini söylüyor mahalle sakinleri.

Çöp toplanmadığı, güvenlik sağlanmadığı, restore edilmediği zaman bir alan her gün çürütüle çürütüle çöküntü alanı haline getirilebilir. Biz bunu Tarlabaşı"nda dolaşırken gördük.

Bir Rum amcayla karşılaşıyoruz. 30 yıldır yaşadığı mekanını açıyor bize. Önceleri kaldığı apartmanın merdivenlerini silerek yaşamını sağlıyormuş rahatsızlanınca iş yapamaz olmuş.

Tek göz oda da yaşama sıkı sıkı tutunmuş. Buralar yıkılacakmış dediğim de: "Bilmiyorum ne yaparım sokakta kalıp ölürüm, ne olacak ki" diyor. "Gerçekten de yıkacaklar mı?" diye de ekliyor yanından ayrılırken.

Saniye Çakmak güler yüzüyle sokağın başında karşılıyor bizi. Evine buyur ediyor. Eski binanın merdivenlerini adımlarken eski hayatların kokusunu alıyoruz. Saniye Çakmak'ın eşi 5 yıldır felçli bir hayat sürüyormuş. 5 yıl öncede simit satarak geçimini sağlıyorlarmış.

Niğde"den gelmişler ekmek parası için. Hayat düşledikleri gibi gitmemiş tabii. Bütün sıkıntılara katlanarak. Başlarını sokacakları bir evleri olmuş ama burada da mutlular.

"Burada mutluyum, memnunum." diyor. "Daha önce ev işleri yapıyordum. Şimdi şeker hastasıyım nasıl çalışayım ki..."

Konu yıkıma geliyor: "Yıkılırsa ne yapacağımı bilmiyorum. Kaç nüfuslu aileyiz, bize bir daire veriyorlar, nasıl yaşayacağız. 5 binaya bir daire olur mu ki... Uzağa da gidemeyiz, 30 yılımı verdim nasıl gideyim..." Sonra o bize soruyor nerede oturuyorsunuz diye, samimi bir sohbet gelişiyor. Sarıyer dediğimizde bir kahkaha atıyor: "Siz havalı yerde oturuyorsunuz yani... "diyor.

Torununa bakmış yıllarca Saniye teyze. "Babası ölünce ben aldım yanıma, bir torunum, felçli eşim, yaşayıp gidiyoruz, başka da çaremiz yok" diyor.

Sadece yaşamak istiyoruz

Mahalle aralarında çocuk sesleri, hayatın ritmi sanki burada. Kapı önlerinde kadınlar el işi yapıyor bir yandan da koyu bir sohbet. Usulca yaklaşıyoruz yanlarına aralarında Kürtçe konuşma geçiyor. Bizi tanımak istiyorlar önce... Sevda Türkçe konuşuyor bizimle. Mardin'den gelmişler. Köyleri boşaltılmış. "Canımızı zor kurtardık" diyorlar anlatırken.

Sevda kendi hikâyesini anlatıyor önce. 27 yaşında ve üç çocuk annesi. Batman'dan gelin olarak gelmiş buralara. Şimdi onlara gidin diyorlar.

"Küçükçekmeceye gitmek istemem. Alışmışız, hepimiz yan yana yaşadık. Şimdi gidin demek nedir ki?" Yarınla ilgili kaygıları büyük en çokta çocuklarının geleceğini düşünüyor. "3 çocuğum var. Ben okumadım ama onları okutmak istiyorum" diyor mağrur bir şekilde...

Onlar mahalle kültürüne alışmış, yaşamları, anıları hepsi burada. "Böyle evlere alışmışız, apartmanlarda nasıl yaşayacağız ki. Ayrıca bir daire de 15 kişi nasıl yaşar Allah aşkına"

Sevda isyan ederek. "Burası yıkılsa sokakta kalacağız tabii. Eşim 400 YTL maaş alıyor bu parayla nerede yaşanılır sizce? " Hiçbir yerde demek istiyoruz onlara, hiçbir yerde... "Batmana gideriz diyor eşim buralar yıkılırsa, ama ben gitmek istemiyorum. Çocuklarımın geleceği için burada yaşamak istiyorum." İnsani bir istek Sevda"nın ki ve diğerlerinin ki: Sadece yaşamak.

***

Yıkıntılar arasında yaşama umudu

Ve Felek Teyze. Ağır bir yaşam onun ki... Yaşam alanını açıyor yıkıntılar arasından. Engelli bir kızı var Felek Teyze'nin, adı Esra. Evden dışarı çıkartamıyor. Balkondan gelip geçen insanları seyrediyor, belki de hayal kuruyor kendi yaşamına dair, kim bilir...

Adana"dan işsizlik yüzünden göç etmişler. Yine ortak sorun: Yoksulluk onları buraya mahkum etmiş. Ama yine de yüzü gülüyor.  "Burada yaşamak mutlu ediyor" diyor. Koca bir aile olmuşlar bu mahallede... Eşi inşaat sektöründe çalışıyormuş Felek Teyze'nin.  Hayalleri o kadar da büyük değil.

Tek derdi diğer iki çocuğunun okutup Esra"ya yardımcı olmaları. "Tek hayalim bu" diyor mağdur olmanın yüküyle...

Yine mi sürgün

Gülşah Kaya katılıyor sohbetimize Kürtçe konuşuyor Sevda tercüme ediyor. Bir hayli öfkeli Gülşah teyze: "Köylerimizden atılarak bir sürgün yaşadık, şimdi ikinci sürgünü yaşatıyorlar. İstemez miydim köyümde yaşayayım. Ama yaktılar, yıktılar bir kendimi getirdim, bir de evlatlarımı" diyor. Gözleri dolu dolu oluyor. "şimdi sadece köyde korucular kaldı" diye de ekliyor. Mardin'den gelmiş 11 yıl önce Gülşah Teyze. "Buralar yıkıntıydı insan oturamazdı ama biz buraları yaşanılası hale getirdik, oturduk. Emek verdik burası için. Fakirdik ne yapabilirdik ki, burası ucuzdu yerleştik." diyor.

Sonra devletten dem vuruyor Gülşah Teyze: 9 yıldır buraydım, hiçbir yardım getirmediler. Ama zenginlere her şey var. Bizi yok sayıyorlar. Biz insan değil miyiz? Aç perişanız ama kimsenin umurunda değil. Devlet hepten yok saymış bizi. Hayatımızı sürdürmeye razıyız bizi buradan sürmesinler artık, yeter.'

Sonra birkaç cümle daha ekleyeyim diyor biz ayrılırken: "Tarlabaşı denilince insanların aklına kötü şeyler gelir ama bir insanı aç bırakırsan her şeyi yapar diyor. Yoksulluktan yapılıyor burada kötü şeyler. Açız ne yapacağız. Yoksulluktan başka yollara sapıyor gençler."

Mahalle arasında dolaşırken çok şeye de tanıklık ediyoruz. Hatta öyle konuşmalar oluyor ki şaşırıp kalıyoruz. Mesela devlet yemek yardımı yapıyormuş mahalleye ancak ekşimiş yemekleri veriyormuş... "Bize yiyin diye veriyorlar biz de köpeklere veriyoruz" diyorlar. Bu ülkede kimler yaşar diyoruz, hep `soylulular' mı olacak. Bu ülkede mücadele eden yoksullar ama sefasını süren zenginler... İstanbul'u karış karış dolaşırken geçiyor bu cümle aklımızdan...

Yokluk ve yoksulluğun sonucu acılar, yaşananlar, sürgünler. Rant için binlerce insanı yok sayan firmalar... 50 metre yerde 7 kişi yaşıyor. Belediye çöp toplamıyor, `araba girmediği' gerekçesiyle. Çöpler haftada bir gün toplanır diye tabela asılıyor ama Tarlabaşı'nın az ilerisinde her gün çöp toplanıyor. Belediyenin bakış açısı belli: Taksimin arka sokağı Tarlabaşı'nı çöküntü alanı olarak gösterip yıkıma zemin hazırlamak. Onlar sessiz sedasız yaşamlarını sürdürüyor, elbette düşleri var ama onlar o düşü kurmaya bile vakit bulamıyor. "Burası tarihi bir mekân, siz buraya uygun değilsiniz sizi uzak yerlere süreceğiz" diyerek yaşam haklarını ellerinden alıyorlar.