TOKİ'nin kentsel dönüşümü gettolaştırıyor mu
2000'li yılların ortalarından itibaren hızlı bir devinim içine giren ve sayıca artan, tarihi yarımadadaki kentsel dönüşüm projelerinin son perdesi geçtiğimiz Temmuz ayının son haftası, Fatih'in Ayvansaray semtinde açıldı
Bedrettin Dalan ve ANAP iktidarından bu yana süren neoliberal dinamikler eşliğinde İstanbul'u bir dünya ve finans kenti yapma fetişinin en önemli ayağını oluşturan bu projelerde, düşük gelirli, işçi ve yoksul mülk sahipleri ve onların meskenleri genellikle yüksek-orta gelirli "kentliler" ve onların yaşam alanlarıyla ikame edilmek isteniyor.
Sosyoloji ve kent literatüründe "gentrifikasyon" ya da tam Türkçe karşılığı olmasa da "soylulaştırma" dediğimiz bu pratiğin sonuçlarını anlamak için Boğaziçi Sosyoloji bölümü öğretim üyeleri Ayfer Bartu Candan ve Biray Kolluoğlünun çalışmasına eğilmek gerek.
Bezirganbahçe örneği
Bartu-Kolluoğlu'nun 2007'de yaptıkları, "İstanbul'un Yükselen Yeni Alanları" isimli kent çalışmasının bir ayağı da, Olimpiyat Köyü ve Stadı projesi kapsamında Ayazma ve Tepeüstü'nden sürülen ve Bezirganbahçe'deki TOKİ gettosuna yerleştirilen işçi ve göçmenlerin yaşadığı trajediye eğiliyor. Eski yaşam meskenlerinin bahçelerinde ekim biçim yaparak, elektrik, su ve çeşitli toplu yaşama aidatlarından sakınarak, çocuklarından gelen para veya bakkalın hesabına yazılan veresiye vb. hayatta kalma stratejileriyle yaşama tutunan, maaşı 350-1000 lira arasında değişen bu ailelerinin trajedisini 55 yaşındaki bir kadının cümleleri en iyi biçimde özetliyor: "Tepeüstü'nde bahçelerimiz vardı, orda bazı ihtiyaçlarımızı yetiştirebiliyorduk, meyve ağaçlarımız bile vardı. Şimdi gidebilirsek haftada birsüpermarkete gidiyoruz. Veresiye de olmadığı için burada bazen aç kaldığımızı da söyleyebilirim."
Ödenmesi gereken düzenli faturalar, bahçe bakımı ve apartman giderleri gibi aidatları ile daha çok "fakirleşen" yeni Bezirganbahçelilerin, ulaşım olanaklarının zorlukları ve pahalılığı nedeniyle de bulundukları alandan çıkıp şehre karışmaları ise çok az. Davutpaşa'da bir fabrikada 503 lira maaşla çalışan bir aile babası, çocuklarını deniz kıyısına götürmek için verdiği iki minibüs hattı parasından dem vururken, 36 yaşındaki kadın ancak iki ayda bir Çatalca'daki piknik yerine ve Bağcılar'daki akrabalarının yanına gidebildiğini söylüyor. 42 yaşındaki okuma yazma bilmeyen bir başka kadın ise kaybolma "korkusuna" işaret ediyor ve Ayazma'da yaşarken bahçede rahatça "havalandığını" ve komşularıyla daha rahat buluşabildiğini söylüyor. Araştırma, Bezirganbahçe halkının sosyalleşme ortamını kısıtlayanın sadece ulaşım ve yerleşim olanakları olmadığının da altını çiziyor. Bir özel mesken işletmesi olan Boğaziçi A.Ş. tarafından ev balkonu ve ortak bahçe kullanımı hususunda getirilen kısıtlamalar, modern yaşam prensiplerinin Bezirganbahçelilere nasıl zorla dikte edildiğini gözler önüne seriyor. Kolluoğlu-Bartu'nun deyişiyle, Bezirganbahçe kadınları "uygar" ve "modem" olma adına eskiden bahçelerde yapılan çay keyiflerini artık gerçekleştiremeyecek noktaya geliyorlar,
Araştırmanın en dikkat çeken sonucu ise etnik gerilim üstüne. Tepeüstü'nden gelen Kürt aileleri ve Ayazma'dan gelen diğer Türk ailelelerin gerilimleri, heterojen şekilde yerleştirilme planının yeni yaşamsal travmalarla birleştiğinde nasıl etnik çatışmalara gebe olabileceğine işaret ediyor. Özellikle bu yeni kent alanında, hareketi ve kamusal alanı kısıtlanmış, arkadaşlık ağları sekteye uğratılmış işsiz Kürt ve Türk gençlerin nasıl atomize olduklarına dair bulgular gerçekten korkutucu ve endişe verici.
Ne ilk ne de son
Ayvansaray'ın çehresi 'uygar' ve 'modern' olmak adına değiştiriliyor. Bartu-Kolluoglünun çalışması, Temmuz ayının son haftasında Fatih Belediyesi'nin aldığı kesin boşaltma ve yıkım kararıyla yerlerinden zorla çıkarılmaya çalışılan Ayvansaraylıları nasıl bir gelecek beklediğini de gözler önüne seriyor. Yüzde 85'i aktif kullanımda olan 910 binası ve halkıyla bu meskenin sakinleri, TOKİ vaatleriyle şehrin çevresine itilmek isteniyor. Bölgedeki süreçten en çok zarar görecek olanlar ise 200-450 TL aylık ödeme yapan kiracılar. 60 yaşındaki kiracı Hürü Akdeniz, "Belediyeden toplantılara çağırdılar bizi. TOKİ'den size ev ayarlayacağız. Sizi el verdiğince mağdur bırakmayacağız dediler. Biz de inandık. Ama hiçbir şey söylemiyorlar. Ben bu yaşta nereye çıkayım Maaşım yok, bir şeyim yok, konu komşu yardımıyla geçiniyorum" diyor.
Öte yandan evini satmaya zorlanan ev sahipleri ve anlaşmazlığa düşen mülk ortaklarının yaşadıkları, olayın çok başka bir yüzüne ışık tutuyor. Evini 40 yıl önce temizlik işçiliği yaparak alan Sehriban İşbeceren, "Ya sat ya da 60 metrekare ev verelim diyorlar. Hem eve kıymetli diyorlar hem de bu kadar veriyorlar. Beş çocuğum var, hepsi kirada oturuyor. Ben evi nasıl bırakayım, gelip sıkıştırıyorlar sürekli" diyor. Ancak evini satmayanlar arasında en çarpıcı cümleler Yayla Hanım'dan geliyor. "Dört senedir şirketle mahkemeliğiz. Biz bu fiyata satmak istemiyoruz. Çok zor durumdayız, kiraya gitsek gidemeyiz, o parayla ev de satın alamayız. Erdoğan'a oy verdik, koydu bizi sokağa"
Zorunlu tutsaklık ve kapanma
Ayvansaraylılar konutlarına yerleştirilse bile, Kolluoglu-Bartu'nun araştırmalarında belirtildiği gibi bölge halkını vahanın ortasında "mantar" gibi yükselen TOKİ gettolarında bir "sosyal tutsaklık" bekliyor. Kentin dışına zorunlu olarak itilecek halk kendini yeni modern konutlarında zorunlu bir "kapanma" devinimi içinde bulacak. Şehir kamusal alanlarına daha az erişme şansı ile kent yaşa-mının en temel prensibi olan farklı sosyo-kültürel tabakadan gruplar içinde "çözünme" şansından da yoksun kalacak. Kent dışına itilen bu yoksul kitlelerin ve özellikle genç grupların izole edilmiş bu alanlarda yalnızlaşarak atomize olacağına inanıyorum ve uzun süreçte suç oranlarının artışı ve şehir terörü gibi pratiklerin de bu sürece eşlik edeceğini düşünüyorum.
Poyraz Kolluoğlu / RADİKAL