Vergi cezalarında düzenleme yapılmalı!
Dünya Gazetesi köşe yazarı olan Bumin Doğrusöz, bugünkü yazısında “Vergi Barışı” adı altında çıkartılan af kanunu değerlendirdi. Doğrusöz, ceza sistemimizde gerekli düzenleme ve iyileştirmeler yapılmadığı belirtti.
2002 yılında çok kapsamlı “Vergi Barışı” adı altında çıkartılan af kanunundan bu yana, bu kanunla birlikte vergi mevzuatımızda ve ceza sistemimizde gerekli düzenleme ve iyileştirmeler yapılmadığı için, affı doğuran sebepler olduğu gibi devam etmektedir.
Mevzuatımızdaki gri alanların çokluğu, eskiyen vergi mevzuatında gerekli reformların yapılamamış olması, vergi idaresinin anlayışındaki ani görüş değişiklikleri, yargı kararlarındaki istikrarsızlık, denetim standartlarının olmayışı, mükellefl erin ekonomik sıkıntılarla ödeme güçlüğü içine düşmeleri ve daha birçok sebep, sürekli af ihtiyacını veya yapılandırma adlı ödeme kolaylığı ihtiyacını doğurmaktadır.
Nitekim 2002’den bu yana, af, barış, özel uzlaşma, yapılandırma ve benzeri adlarla pek çok “kolaylık” kanunu çıkartılmıştır. Bu kanunlarla hep idari para cezaları kaldırılarak aff a uğrarken, Vergi Usul Kanunu’nun 359. maddesi ile hürriyeti bağlayıcı ceza ile yaptırımlanması öngörülen filler sürekli görmezden gelinmiştir.
Oysa bu madde uyarınca yargılanan pek çok mükellef vardır. 2015 yılında Türk Ceza Kanunu dışındaki özel kanunlarda yer alan ceza düzenlemeleri uyarınca açılmış ve karara bağlanmış dosya sayıları içerisinde Vergi Usul Kanunu’na muhalefet suçuna dayalı olanlar 4. sırada (23.702 dosya) gelmektedir. Yine 2015 yılında Vergi Usul Kanunu’na muhalefet etmek suçlamasıyla ceza mahkemelerinde 23.781 ceza davası açılmıştır. Yine aynı yıl ceza mahkemelerince verilen kararlara bakıldığında Vergi Usul Kanunu’na muhalefet dolayısıyla 19.610 mahkûmiyet, 3.175 hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmiştir.
Bu rakamlar, vergi ceza hukukunda sorunlar olduğunu açıkça göstermektedir. Bu kadar çok dava açılmasının ve davalarda mahkûmiyet oranının yarıyı bile bulmamasının çok çeşitli nedenleri vardır. Bunların başında İdarenin yeterli inceleme yapmadan ve suçu yeterince delillendirmeden suç duyurusunda bulunması gelmektedir. İdari anlayışta, girişlerinde sahte belge bulunan mükellefl erin bütün çıkışları sahte kabul edilmekte, adresinde bulunmayan veya KDV hesapları sürekli devreden KDV gösteren, defter ve belgesini ibraz etmeyen mükellefler kolaylıkla sahte belge düzenleyicisi ilan edilmekte, bu şekildeki mükellefl erden belge alanların tümü ise sahte belge kullanıcısı ilan edilmektedir. Defterlerini ve belgelerini ibraz etmesine rağmen sadece çok az sayıda belgesini bulup ibraz edemeyenler ibraz etmeme fiilinden yargılanmakta, haklı ek süre talepleri karşılanmayanlar (örneğin muhasebecisi beyin kanaması geçirdiği için hastahanede olan mükellef gibi) hakkında suç duyurusunda bulunulmaktadır.
Öte yandan Vergi Usul Kanunu’nun hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren fiillerinin sayıldığı 359. maddesinde, sahte veya yanıltıcı belge kullananlarda bilme koşulunun aranmaması, fiil neticesinde vergi ziyaı meydana gelmiş olması koşulunun suçun oluşumu için gerekli olmaması da haksız sonuçlara yol açmaktadır. Bunun dışında, ceza yargısında fiilin vergi ziyaına yol açmış olmasının aranmaması nedeniyle, vergi yargısı ile ceza yargısı arasındaki bağ kopmuştur. Bu bağın kopması neticesinde, fiili dolayısıyla mükelleften istenen vergi ve idari para cezası idari yargı tarafından iptal edilmesine rağmen ceza mahkemesince mahkûm edilenlerin veya tam tersi, fiili vergi suçu oluşturmadığı ceza mahkemesince kabul edilmesine rağmen kendisinden istenen vergi ve cezanın vergi yargısınca onandığı kişilerin sayısı gittikçe artmaktadır. Yargı kolları arasındaki çelişkili kararların nasıl giderileceğine veya idarinin uyumu nasıl tesis edeceğine dair bir düzenlemenin Kanunda olmayışı da, başkaca adaletsizliklere yol açmaktadır.
Kısacası vergi ceza hukuku, bu gün içinden çıkılması güç sorun ve adaletsizliklerle boğuşmakta ve neticede binlerce kişinin bazen haksız bazen gereksiz yere ceza mahkemelerinde yargılanmasına sebebiyet vermektedir. Açılan davalarda ise bizim gözlemimiz belirleyici olan, hukuk bilgisinden yoksun ve sadece inceleme elemanı raporunu özetleyen muhasebe kökenli bilirkişiler olmaktadır. Gerçi bu tip Raporlara dayalı Kararlar, Yargıtay tarafından bozulmaktaysa da, bu defa davanın uzaması sebebiyle dava zamanaşımına doğru gitmektedir.
Yaklaşık 15 yıldır çıkmış af kanunlarında hatırlanmayan 359. maddenin, hiç olmazsa bu defa hatırlanması, tasarısı Meclis’e sunulmuş “Yeniden Yapılandırma Kanunu” na, 359. maddeye ilişkin bir yapılandırma düzenlemesininde yasama sürecinde eklenmesi, pek çok adaletsiz ve haksız sonucu ortadan kaldıracaktır.
Dünya