Walt Disney gibi dünyada konser salonları altın çağını yaşıyor!
Var olduğu kentle soluk alıp veren konser mekanlarını görünce AKM'nin değeri bir kez daha ortaya çıkıyor
Dünyanın dört bir yanında var olduğu kentle soluk alıp veren konser mekanlarını görünce AKM'nin değeri bir kez daha ortaya çıkıyor.
Gramophone dergisi bu sayısında milenyumda yapılan konser salonlarından 10 tanesini ele almış. Sayfalan çevirirken sanki bir kurgubilim filmi izler gibiydim. Dışarıdan bakıldığında mimarinin görkemi, içine girildiğinde akustiğin kristal kadar netliği söz konusu.
Önceki deneyimlerden ders alan mimarların son yıllarda inşa ettiği bu müthiş binalar konser salonlarının altın çağı olarak değerlendiriliyor. Mimarlar, akustik uzmanları ve konser dinleyicilerinin işbirliğiyle bir binanın nasıl görünmesi ve nasıl seslenmesi üstüne karara varılıyor. Sadece 2000'li yıllardan günümüze dünyanın dört bir yanında inşa edilen bu binalar estetik varlıkları, akustik donanımlarıyla bir kurgubilim harikası gibi dikiliyorlar.
Kimi alüminyumla bezenmiş postmodern parıltıda, kimi eski çağların tahta yapısını yeni günlere taşıyan neoromantik havada... Tümü de büyük kentlerin ortasında tam da ana arterinde yer alıp insanları sanata, yaratıcılığa, müziğin büyülü dünyasına çağrıyor. Tümü de müzikle mimarinin muhteşem evliliğini sergiliyor. Los Angeles'ta Frank Gehry'nin 2003'te inşa ettiği Walt Disney Konser Salonu gümüş bloklardan oluşmuş gibi. Ayrıca gündüz dinletileri için gün ışığını geçiren kocaman pencerelerle çevrilmiş; simgesel olarak camların dışındaki dünyaya bağlanıyor, müzik dış dünyadan kopmuyor.
Disney Hall, aynı zamanda Los Angeles Filarmoni Orkestrası'nın evi.
Artık Paris'in Bastille Operaevi gibi kentlerin merkezine uzak konser salonları inşa edilmiyor. En kalabalık noktalarda yaşanan sanat merkezleri yaratılıyor. Örneğin 2008'de yapılan Oslo'daki operaevi sanki Oslo Nehri'nin sularından fışkırmış gibi hem kentin ortasında hem de suyun üstünde. Bu yapı 2009'da Avrupa Birliği'nin çağdaş mimari ödülüne değer bulunmuş. Hamburg'un merkezindeki eski bir deponun kalıntıları üstüne yapılan Elphilharmonie aynı zamanda açık bir plaza olarak kullanılacak, 2012'de tamamlanacak.
Bu yeni opera evleri ve konser salonları insanların yeni milenyumdaki yaşam biçimlerine göre çizilmiş kültür merkezleri. Yalnız konser salonu değil, onun çevresinde sanatçılarla izleyicileri birleştirecek ortamlar da yaratılmış. Bu ortam sayesinde klasik müziğe yeni dinleyiciler de kazandırılıyor.
İspanya'daki Tenerife Oditoryumu şileplerin yanaştığı bir limanın içinde yer alıyor. Denizin kıyısındaki bu binanın çatısı kıvrılmış bir kuş kanadını andırıyor. Roma'daki Parco della Musica 2002'de yapılmış, ayrı birimler halindeki üç büyük konser salonunu içeriyor. Singapur'da 2002'de inşa edilen Esplanade Konser Salonu daire şeklinde çizilmiş. Dışında yer alan iki cam kubbe üçgen alüminyum perdelerle korunuyor ve dev bir böceğin gözlerini andırıyor.
Reykavik'te 2008 yapımı olan Harpa Konser Salonu'nun halka açık alanları da öylesine iyi bir akustiğe sahip ki aynı zamanda konser alanı olarak da kullanılıyor.
Bu arada Japonya'da 2000'den beri devasa 8 konser binası yapılmış. çin'de ise 2007'den beri 3 konser salonu ve iki opera evi inşa edilmiş. Miami'de 2011'de tamamlanan New World Center aynı zamanda New World Senfoni'nin yerleşkesi ve şimdi sanki kentin merkezi haline dönüşmüş. Helsinki'de 2011 'de tamamlanan yeni konser salonu minimalist bir tahta iç yapıya sahip.
İngiltere'nin kuzeydoğusunda, Tyne Nehri'nin kenarında yer alan Sage Gateshead yalnız konserleri değil çeşitli müzik etkinliklerini de barındırıyor. Binanın dışındaki cam kabuk akustik açısından yararlı olduğu kadar içerdeki ışığı dışarı yansıtarak Tyne Nehri'nde müthiş bir görüntü yaratıyor. Ben de 2003 yılında Moskova Nehri'nin üstünde böylesi bir konser binasının açılışına tanık olmuştum: Moskova Uluslararası Konser Salonu'nda izlediğim o konser kadar, binanın görkemini, nehrin üstüne yansıyan masalsı görüntüsünü ve kentle bütünleşmesini yıllar boyu unutamadım.
Dünyanın dört bir yanında kentlerin ortasında, o kentle soluk alıp veren bu yapılan görünce Atatürk Kültür Merkezi konumunun değeri bir kez daha ortaya çıkıyor. Türkiye'nin bugünkü Kültür Bakanlığı yetkilileri ve İstanbul'un bugünkü yöneticileri bu binayı ölüme terk etmekle hiç mi suçluluk duymuyorlar Akşam nasıl rahat bir uykuya dalıyorlar Yarın tarih sayfaları bu vurdumduymazlığı nasıl değerlendirecek acaba
Evin İlyasoğlu/Cumhuruyiyet