Genel

Yaşayan bir organizma olarak şehir!

Şehirlerin yaşayan bir organizma olduğunu ve değişerek günümüze kadar geldiklerinin bir gerçeklik olarak kabul edilmesi gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Murat Gül, bu değişimin farkında olarak yeni stratejiler geliştirmenin önemli olduğunu söylüyor.


Prof. Dr. Murat Gül, TOKİ Haber Dergisi’nde şehirlerin yaşayan bir organizma olduğunu ve değişerek günümüze kadar geldiklerinin bir gerçeklik olarak kabul edilmesi gerektiğini söyledi.

Geleneksel şehrin ruhunu oluşturan temel unsurlar nelerdir?
Bir şehrin kimliği bir çok etkene bağlı olarak zaman içerisinde oluşur. Bu etkenler; coğrafi özellikler, insan eliyle şekillendirilmiş yapılı çevre ve şehir içerisinde yaşayan toplulukların zaman içerisinde oluşturdukları alışkanlıklar, yaşayış ve davranış biçimleri olarak sıralanabilir. Bu üç ana unsur beraberce bir şehrin kimliği ya da soruda belirtmiş olduğunuz gibi şehrin ruhu üzerinde önemli belirleyici özellikler olarak karşımıza çıkar.

Bir şehrin topoğrafyası, düz ya da engebeli bir arazi üzerinde kurutmuş olması, varsa deniz, göl ya da akarsularla ilişkisi, o şehrin sadece fiziki çevresinin oluşumuna etki etmekle kalmaz; aynı zamanda içerisinde yaşayan inanların şehri algılama ve yaşayış biçimlerini de etkiler. Örneğin, İstanbul’da topoğrafyanın, Boğaziçi ve Haliç’in şehrin kimliği üzerindeki etkisi çok belirleyicidir. İkinci etken olan yapılı çevre de son derece önemlidir. Sokak dokusu, sivil ya da anıtsal yapılar, parklar ve açık alanlar bir şehrin zaman içerisinde geçirdiği serüvenin izlerini yansıtır. Dolayısıyla bu değerlerin layığıyla korunup gelecek nesillere aktarımı büyük önem arz eder.

Şehirlerde yaşayan toplulukların gelenek, görenek ve bir bütün olarak kültürleri de, üzerinde hassasiyetle durulması gereken, teknik tabirle “somut olmayan miras” olarak adlandırdığımız değerler bütününü oluşturur. Tüm bu unsurlar, farkında olmasak da şehir sakinleri olarak bizlerin hayatında belirleyici rolü bulunan önemli değerlerdir. Dolayısıyla günlük rutinden, yeme içme alışkanlıklarımıza, sanattan edebiyata kadar geniş bir yelpazede belirleyici rol oynarlar.

Modern 21’inci asır şehrinden beklentileriniz neler?
Şehirler, aslında yaşayan organizmalardır. İlk kuruldukları dönemden itibaren bazen büyüyerek bazen küçülerek ama hep değişerek günümüze kadar gelmişlerdir. Dolayısıyla 21’inci yüzyıl şehirleri de tıpkı daha önceki dönemlerde olduğu gibi belli oranda değişeceklerdir. Öncelikle bu olgunun bir gerçeklik olarak kabul edilmesi gerekir.

İçinde yaşadığımız bilgi çağı, yaşayış ve davranış biçimlerimizi derinden etkilemekte. Bizler artık 20-30 yıl öncesi gibi yaşamıyoruz. Bilgiye ulaşmak, haberleşme, ulaşım eskiye oranla inanılmaz derecede kolaylaştı. Tüm bu gelişmeler toplumsal olarak, “birlikte yaşam biçimimizi” de etkiliyor. Eskiye oranla artık daha az sosyalleşiyoruz, bireysel aktivitelerimizden özellikle bilgisayar ve internet, çok fazla zamanımızı alıyor. Eğitimin önümüzdeki 20 yıl içerisinde nasıl bir evrim geçireceği konusunda ise çeşitli teoriler mevcut, ileride belki de bugün bildiğimiz manada okullar veya üniversiteler olmayacak ya da çok büyük değişiklikler geçirecekler. Yine bilgi çağı insanının çalışma biçimi de giderek farklılaşıyor. Çok sayıda insan, esnek çalışma saatlerini ve evinden çalışmayı tercih ediyor. Örneğin, tıpkı 19’uncu yüzyıl sonlarında ya da 20’nci yüzyıl başlarında inşa edilen gösterişli banka binalarının, dünyanın büyük bir kısmında artık işlevsiz hale gelmelerinden ötürü başka amaçlı kullanılmaları gibi, günümüz dünyasını şekillendiren yüksek ofis binalarının gelecekte nasıl bir evrim geçireceğini bilemiyoruz. Dolayısıyla 21’inci yüzyıl şehrinin tüm bu değişiklikleri dikkate alarak şekilleneceğini tahmin etmek zor değil. Asıl zor olan bu değişimin farkında olarak yeni stratejiler geliştirmek.

19’uncu ve 20’nci yüzyıllarda şehirlerimizi şekillendirirken yaptığımız çoğu sanayi çağının yönlendirdiği hatalardan ders almak gerekir. Bugün artık konutlarımızı, üretim ve çalışma alanlarımızı ve diğer tüm mekânları çevreye çok daha fazla özen göstererek oluşturmamız gerektiğinin farkında olmalıyız. Diğer bir deyişle şehre ve doğaya karşı geçmişteki hoyrat davranışımızı terk etmeliyiz. Bilgi çağı insanının birlikte olacağı ve sosyalleşeceği yeni mekânlar, alanlar tasarlamamız gerekiyor. Küreselleşen dünyada bir yandan doğal, kültürel ve mimari mirasımızı korurken, diğer yandan da günümüze ait ve bizi yansıtan değerler üretmemiz, tarihimize karşı sorumluluğumuzdur.

Günümüz şartlarına cevap veren, bugüne ait, taklitten kaçınan ama aynı zamanda kendi değerlerimizin ürünü olan yapılı bir çevreyi tasarlamak, şehirlerimizin tekâmülü ve gelecek nesillere bırakacağımız miras açısından önemli. Belki de şu soruyu sorarak işe başlamak gerekiyor: iki nesil sonra torunlarımız bizim şu anda şekillendirdiğimiz şehirlerimizi nasıl algılayacaklar ve değerlendirecekler?