İmar

Yassıada'nın tarihteki yeri!

Yassıada'yı "Demokrasi İbret Müzesi" dışında amaçlarla betonlaştırmak, yaşanmış acılara karşı duyarsızlık ve tarihe karşı büyük bir saygısızlıktır. İşte Yassıada'nın tarihteki yeri...

Türkiye demokrasisinin ilk çok partili dönemi, 27 Mayıs 1960 askeri darbesiyle sona erince, DP İktidarının tüm mensupları Marmara'nın ortasında bir adada kurulan mahkemede yargılandılar. Atatürk'ün son Başvekili ve 1950/60 döneminin Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes, bakanlar, milletvekillleri bir yıl boyunca burada tutuklu kaldılar. Onlar, aileleri ve darbe ortamına rağmen ziyaretlerine gelmeye cesaret edenler, bu adada unutulmaz acı anılar, üzüntüler yaşadılar.


Demokrasi tarihimizde hep buruk duygularla anımsadığımız bu talihsiz süreçle özdeşleşen bu küçük adanın adı Yassıada'dır. Anımsattıkları nedeniyle halk arasında çoğu kez "Yaslı Ada" diye de anılır.

Yassıada, 27 Mayıs sonrasında -önceden olduğu gibi- bir süre yine Deniz Kuvvetleri Komutanlığınca, daha sonra da Su Ürünleri Yüksek Okulu olarak kullanıldı. Ancak ulaşım ve benzeri zorluklar nedeniyle 90'lı yılların ortalarında terk edildi. Uzun süre boş kaldı.


2007 Eylül'ünde göreve başladıktan sonra, başta İstanbul olmak üzere, birçok yerde terk edilmiş, ya da kötü kullanılan tarihi mekanları kurtarmak ve iyileştirmek için Kültür ve Turizm Bakanlığınca bir seferberlik başlattık. Topkapı Sarayı avlusundan gecekonduları, Ayasofya içinde unutulan devasa iskeleyi çıkarmak, Ayazağa'da -şimdi Uniq Istanbul diye bilinen- yeni bir kültür vahası inşa etmek, yine Topkapı'da kullanılmayan askeri depoları Saraya katmak, Ankara'da Bakanlığın tarihi binasının yanı başında evsizlerin işgaline uğramış metruk Çarşı'nın yerine park yapmak, aynı durumdaki Cer Atölyelerinde CerModern'i açmak bu sayede mümkün oldu.


2009/10 Yıllarında farklı konularda yeni müzeler kurmak konusunda arkadaşlarımızla fikirler geliştirirken, sadece tarihi objeleri içinde barındıran değil, yaşanmış acıları da toplumsal hafızada unutulmaz kılan 'anı müzeleri' yapmak konusunda da yeni görüşler oluştu. Ankara Ulucanlar Ceza ve Tutukevinde -Altındağ Belediyesince-  sürdürülen bir çalışma vardı; Sinop Kale/Cezaevi için AB'den kredi bulundu. Diyarbakır'da -İçkale yapılarının dışında- Cezaevinin de Müze olması tartışılıyordu; hala tartışılıyor. Madımak boşaltılmış ve bir anı mekanı olarak düzenlemesi -Valilik eliyle- başlamıştı.


Bütün bu seferberlik içinde Yassıada, balıkçıların arada bir uğradığı ıssız bir ada olarak unutulmuşluğa terkedilemezdi. Demokrasi tarihimizin bu en sorunlu mekanı, tüm yaşananların belleklere kazınacağı bir anı merkezi ve Demokrasi Müzesi olmalıydı. Bu amaçla adanın tarihi işlevine uygun olarak düzenlenmesi amacıyla Kültür ve Turizm Bakanlığına tahsisi için girişimler başlatıldı. 2010 Yılında adanın kültür envanteri çıkarıldı; Roma ve Osmanlı yapılarının tespit ve tescil işlemleri yapıldı.


Kamu kurumlarının elinden bir mülkü almak -o mülk kullanılmasa bile- çok zordur. Her kurum, kullanmadığı mülkü elinden çıkarmamak için her türlü gerekçeyi arar, bulur, işi olabildiğince uzatır. Örneğin, Ankara'da Anadolu Medeniyetleri Müzesinin yanıbaşında yıllarca ilgili kurumların varlığını bile unuttuğu birkaç metruk yapıyı, iyi bir kültür girişimine tahsis etmek için iki yıla yakın uğraştığımızı anımsıyorum. Şimdi o metruk yapıların yerinde Ankara'nın son zamanlardaki en güzel kültür-sanat merkezlerinden biri haline gelen bir 'butik' arkeoloji müzesi bulunuyor.


Nihayet, 2011 Nisanında Maliye Bakanlığı Milli Emlak Genel Müdürlüğü, öteki kamu kurumlarına daha önce yapılmış tahsisleri kaldırarak, adanın "müze yapılmak üzere" Kültür ve Turizm Bakanlığına tahsisine karar verdi. Bunun üzerine adada neler yapılabileceği konusunda ilgili birimler ön çalışmalara başladı.

Temmuz 2011'de dönemin İstanbul Valisi H.Avni Mutlu, Büyükşehir ve Adalar Belediye Başkanları, Bakanlığımızın Müsteşar ve ilgili genel müdürleri ve uzmanlarıyla Yassıada'ya gittik. Yıllar süren terkedilmişliğin bütün tahribatını sergileyen bakımsızlık içindeydi. Her köşesini adım adım gezerek birlikte neler yapılabileceğini konuştuk, ilke kararları aldık.


Yassıada'da Bizans (Doğu Roma) ve Osmanlı döneminden kalma arkeolojik ve tarihsel yapılar ve doğal SİT alanları vardı. Bu yapılar olduğu gibi korunacak; iskele, DP'li tutukluların kaldığı koğuşlar, karşılama ve görüşme mekanları, muhafız birliğinin kaldığı ve yemek yediği yerler, nöbetçi düzenekleri müze kapsamı içinde restore edilecekti.


Deniz Kuvvetlerinin kullandığı dönemde yapılmış bulunan büyük Spor Salon, darbeden sonra Mahkeme olarak kullanılmıştı. Bu salona ziyaretçiler 1960'ta duruşmayı izlemeye gelenler gibi -sessizce- alınacak, sergileme tekniklerinin tüm yeni olanakları kullanılarak -ses ve ışık yöntemleriyle- duruşma ortamı canlandıracaktı.


Yassıada yargılamaları başladığında İstanbul iskelelerinden adaya gelenler, gemiye bindikleri anda askeri disiplinle karşılaşıyor, zorunlu olmadıkça yerlerinden bile kalkmıyor, tam bir sıra ve disiplin içinde Mahkeme salonuna alınıyorlardı. Enis Batur, "bir Ada hikayesi" kitabında bu soğuk ve katı ritüeli son derece gerçekçi biçimde anlatır. Ziyaretçilerin, turistik bir geziden çok, bu yargılama ortamını tam anlamıyla duyumsamaları için, böyle bir ritüelin yaşanmasının olumlu olumsuz etkileri üzerinde konuştuğumuzu dahi anımsıyorum.

Elbette bazı ek düzenlemeler de yapmak gerekecekti. Gelen ziyaretçiler için 'askeri kantin' ortamını hissettiren bir yemek salonu, büyüklerinin yaşadığı adada 'bir gece' kalmak isteyen tutuklu yakınları için koğuşu anımsatan sınırlı, butik bir konaklama imkanı ve adanın genel görüntüsünde kaybolacak ölçeklerde bilgi ve sergi merkezleri. Bu arada adada, Deniz Kuvvetleri ve Üniversite tarafından kullanıldığı dönemde yapılmış bulunan çok katlı binalar da kaldırılacak, yeşil alanlar çoğaltılacaktı.


Böylelikle Yassıada, demokrasi ve hukuk tarihimizin hüzün ve ibret verici bir dönemini belleklere kazıyan bir Demokrasi Müzesi olacak, bunun dışında 'turistik' ya da 'ticari' hiçbir düzenlemeye izin ve imkan verilmeyecekti. Bu temel ilkeler doğrultusunda ön proje hazırlıkları başladı. Yapılaşmayı çoğaltan, ticari ve turistik cazibe merkezi haline getirmeyi amaçlayan projeler yerine, sade, vakur düzenlemeler üzerinde yoğunlaşılmaya çalışıldı.


Bu aşamada Başbakanlık çevreleri proje ile özel olarak ilgilenmeye, projeyi bir yap-işlet modeliyle uygulamaya kalkmaya çalıştı. Bu ilginin ardından adanın SİT kararları kurcalanmaya başlandı. Doğal SİT alanları 2011'de Çevre ve Şehircilik Bakanlığına bağlanmış; yeşil alanlar inşaat lobisinin insafına terk edilmişti. Kasım 2012'de V no'lu Kültür Varlıkları Koruma Kurulu, -tek yapı ölçeğinde tescilleri koruyarak- arkeolojik sitle örtüştüğü gerekçesiyle tarihi SİT kararını kaldırdı. Bu arada, (Aralık 2012'de) II no'lu Koruma Kurulu Gezi Parkı'nın yapılaşma projesini reddetmişti. Baştan beri Koruma Kurullarından hoşnut olmayan sn. Erdoğan'la, İstanbul'da tarihi dokuyu bozan yüksek yapılaşmalar ve özellikle de Gezi'deki betonlaşmaya karşı çıkmamdan kaynaklı tartışmalar sonunda, Ocak 2013'te Bakanlıktan ayrılmak zorunda kaldım.


Ayrılmamım ardından (Nisan 2013'te) torba yasaya konulan hükümlerle Yassıada'da düzenleme ve yapılaşmanın,  "Kıyı Kanunu ve diğer kanunların koyduğu hertürlü kısıtlamanın dışında bırakılması için" özel bir kanun çıkarıldı.


Çevre ve Şehircilik Bakanlığı da Mayıs 2013'te yaptığı ve Haziran 2013'te askıya çıkardığı 1/5000 ölçekli sözde "Koruma Amaçlı İmar Planıyla" adada inşaat için öngörülen yüzde 5 emsal değeri, yüzde 65'e çıkarmış oldu. Mayıs /Haziran 2013'te Türkiye, Gezi Parkı olaylarının hay-ı huyu içinde, -birkaç ilgili ve duyarlı insanın dışında- Yassıada'da, Demokrat Partililerin hatıraları üstünden  yaşanan bu imar yağmasının farkında bile olmadı.


Bu kanunun ve planın verdiği imar ve inşa keyfiliğiyle bir protokol yapılarak Yassıada, yap-işlet sözleşmesiyle TOBB'a verildi. TOBB da bu projeyi bir kültür yatırımı desteği olarak üstlenmek yerine, turistik amaçlı, gelir getirici bir yatırıma dönüştürerek tanınmış bir konut yap-sat firmasına ihale etti.

Demokrasi tarihimizin acı ve en ibret verici sayfalarının yaşandığı Yassıada, bütün bu uğraşlardan sonra bugün, bir yap-sat firmasının elinde, sadece tarihi ve doğal dokusu değil, bütün hatıraları çiğnenmiş bir turistik mekana dönüştürülüyor. Adanın yeşil dokusunu tümüyle yok edip inşaat arsasına dönüştürenlerin savunma amacıyla yaptığı açıklamalar daha da feci: Konaklama tesisleri devlet büyüklerinin konuk edileceği en yüksek düzeyde olacakmış! Projeyi hiç anlamamışlar!


Celal Bayar ve Menderes, orada 5 yıldızlı imkanlarla mı tutuklu kaldılar ki, şimdi siz 'lütfedip' ziyarete gelen 'devlet büyüklerine' bu imkanları sunmak için yapılar yapıyorsunuz?


Görülen o ki, yap-işletçiler de, yükleniciler de, Yassıada'nın görgüsüz bir lüks ve ihtişamla boğulmasının değil, doğal ve tarihsel koşullarının bütün sadeliğiyle korunmasının izleyenler üzerinde daha büyük bir etki ve saygı uyandıracağını anlamamışlar. Tarihi mekanların başına gelebilecek en büyük felaket de budur. Tarihi bilmeyenlerin, sözde sahip çıkıyor görünmesi ve onu bilinçsizce tahrip etmesi.


Özetle, 2011 yılında tarihi anlamına uygun bir 'demokrasi ibret müzesi' yapmak amacıyla tahsis edilmiş bulunan Yassıada, bu amaçların dışında 'turistik' bir mekana dönüştürülemez. Yassıada da yaşanan anılar ve acılar, Kongre ve benzeri amaçlarla adaya geleceklere vakit geçirecekleri ek ve eğlencelik bir turistik gösteri aracı yapılamaz.


Tarihe duyarlı olduğunu düşündüğüm sayın Başbakan ve sayın -yeni- Kültür ve Turizm Bakanı'nın bu uygulamayı yeniden irdelemesi ve düzelttirmesi için gereken müdahaleyi ivedilikle yapacağını umuyorum. Aksi takdirde yapılanlar, Istanbul'un tümüyle arsaya dönüştürülmesinin acısını çeken duyarlı yurttaşlarımızın haklı tepkisinin yanısıra -ve ondan da önce- Yassıada'da yaşamlarının en acılı günlerini geçirmiş bulunan insanların anılarına da büyük bir duyarsızlık ve saygısızlık olacak, onların aziz ruhlarını rahatsız edecektir.


*Eski Kültür ve Turizm Bakanı


Radikal