Sektörel

Yüksek binalar insan sağlığını olumsuz etkiliyor!

TOKİ’nin ‘Ev ve Şehir Seminerleri’ndeki konuşmasında içinde yaşadığımız mekânların sağlığımız üzerindeki etkilerini anlatan Dr. Murat Dinçer Çekin, binalardaki sağlık risklerine de dikkat çekti.

TOKİ Strateji Geliştirme Dairesi Başkanlığı’nın düzenlediği Ev ve Şehir Seminerleri’nin 10’uncusunun konuşmacısı Dr. Murat Dinçer Çekin idi. TOKİ’nin Halkalı’daki binasında yer alan toplantı salonunda yapılan ‘Sağlık ve Mekân’ başlıklı seminere, sağlığın fiziksel, zihinsel ve sosyal bileşenleri bulunan bir kavram olduğunun altını çizerek başlayan Dr. Çekin, teknik olarak ‘şekillenmiş uzay’ diye tanımladığı mekânı, sağlık kavramından faydalanarak üç boyutlu düşünebileceğimizi söyledi.


“Yüksek binaların insan sağlığı üzerinde olumsuz etkisi var”

Dr. Murat Dinçer Çekin’in ifadesine göre; mekânlar, açık veya kapalı, sabit veya hareketli, doğal veya suni olması gibi özellikleriyle Fiziksel Mekân, güvenli veya güvensiz, geçmiş veya gelecekte olması gibi özellikleriyle Zihinsel Mekân, mahrem veya açık, özel veya kamusal olması gibi özellikleriyle de Sosyal Mekân olarak düşünülebilir.


Hareketsizliğin insan sağlığına olumsuz etkilerinden söz eden Dr. Çekin, araştırmalara göre etrafında daha fazla doğal alan olanlarda sıkıntı, öfke, yorgunluk, depresyon, dikkat eksikliğinin daha az göründüğünü, odası yeşil manzaraya bakan hastaların duvara bakanlara göre daha çabuk iyileştiğini ifade etti.


Yüksek binaların insan sağlığı üzerinde ciddi etkileri olduğunu vurgulayan Çekin şöyle dedi: “Yükseklik belli bir dereceyi aşınca stres, davranış problemleri, korku, tatminsizlik ve çaresizlik hissi, sosyalleşme yoksunluğu, çocuk gelişiminde problemler ortaya çıkabiliyor. Çocuklarla ilgili önemli bir problem de ufuk kapanması. Yüksek binalar çocukların gelişme çağında uzağa odaklanmalarını engelleyen bir faktör.”


Dr. Murat Dinçer Çekin, seminerde binalardaki sağlık risklerine de dikkat çekti. Çekin, izolasyon hatasından kaynaklanan termik monotonluğun, nem dengesizliğinin, güneşten yeterince yararlanamamanın konsantrasyon bozukluğu, dikkat dağınıklığı gibi birçok belirtiye yol açabildiğini vurguladı. Yeni binaların boyalar, laminat parkeler, mobilyalar gibi kimyasal yayıcılardan dolayı daha riskli olduğunu belirten Çekin, konuşmasını şöyle sürdürdü:


“Hasta bina sendromu’na yönelik önlemler yetersiz” 

“Binanın yol açtığı hastalıkları iki kısımda inceliyorlar. Birincisi binayla doğrudan ilgili bir hastalık. Yani etkenini belirlemişiz, sebep sonuç ilişkisini ortaya koymuşuz. Klimalardaki mikroplara bağlı Lejyonella, asbeste bağlı akciğer zarı kanseri, radona bağlı akciğer kanseri, küflere bağlı alveolit hastalığı, akar ve polenlere bağlı alerji, kurşun borulara bağlı mental gerilik, akustik şiddete bağlı migren, hipertansiyon gibi. Bir de etkeni kesin tespit edemediğimiz, insanı bir biçimde hasta eden faktörler var. İnsanlar bir bina içindeyken uykusuzluk, yorgunluk, gerginlik, bezginlik, konsantrasyon zorluğu, baş ağrısı, baş dönmesi, kas ağrısı, bulantı, ateş, titreme, deri ve gözlerde lezyonlar, burun ve boğazda akıntı, öksürük, anormal koku alma, alerji, saman nezlesi, hırıltılı ve güç solunum gibi belirtiler yaşıyorlar. Binadan çıkınca çoğu zaman bunlar geçiyor. Buna ‘hasta bina sendromu’ diyoruz. Bina hasta, kişiyi de hasta ediyor. İşyeri bina ve eklentilerinde alınacak sağlık ve güvenlik önlemlerine ilişkin yönetmelik 2013’te Resmi Gazete’de  yayınlandı fakat maalesef yetersiz. Batıda bazı bölgelerde hekim, yapı biyoloğu ve ergonomist işbirliği yapıyor, hastalık şikâyetlerinde yapının etkisi var mı diye kişiyi birlikte analiz ediyor, tedbirleri birlikte değerlendiriyor.”


“Otururken az yeriz; kırmızı, turuncu ve sarı iştahı arttırır”

Araştırmalara göre oturmanın, ayakta durmaya göre daha yavaş ve az yememizi sağladığını aktaran Dr. Çekin, mekânın renginin iştahı etkilediğini, kırmızı, turuncu ve sarı rengin iştahı arttırdığını, mavinin ise azalttığını, turuncunun sosyalleşmeyi ve sohbeti kolaylaştırdığı için restoranlarda genellikle tercih edilen renk olduğunu dile getirdi. “Binalarda en küçük mekân tuvalettir” diyen Çekin, “Bunu sadece yer darlığıyla ilgili diye düşünmemek lazım, küçüklük mahremiyet hissine daha uygundur. Mekân büyüdükçe mahremiyet hissi zedelenir, insan rahatsızlık duyar. Diğer yandan uyuma mekânı için ışıksızlık çok önemli. Gece aydınlatması hormon sistemini etkiliyor. Uyuma mekânında ışık olması gece salınan melatonin hormonunu azaltıyor, bağışıklık sistemini zayıflatıyor” diye konuştu.


Seminerinin son bölümünde mekânların hepimiz için engel teşkil edebileceğinin altını çizen Dr. Çekin, “Buna örnek olarak kaldırımlarımızı verebilirim” diye konuştu.

 


TOKİ Haber