17 Ağustos yapı stoğumuzun kalitesiz olduğunu öğretti!
17 Ağustos 1999 depreminden neler öğrendik?
Öncelikle şunu belirteyim, bu yazıya yazmaktaki amacım 11 yıl önce yaşadığımız o acılı günleri yeniden hatırlatmak değil. Duygu sömürüsü yapmak hiç değil. Ya da ‘depremle yaşama gerçeği şudur’ tarzı akıl vermek de değil.
Ama şu soruyu herkesin kendine sorması gerektiğine inanıyorum: 17 Ağustos 1999 ’da yaşadığımız büyük deprem, bize neyi öğretti ve aradan geçen 11 yıl içinde bu öğreti karşısında ne gibi önlem aldık? Aslında bu soruya verilecek farklı cevaplar var. Deprem kuşağında bulunmamıza rağmen depreme karşı hazırlıksız olduğumuz, ne yapacağımızı bilemememiz, bu konuda eğitimsiz ve bilgisiz olmamız gibi.
Bana göre, 1999 depremi, tüm bunların ötesinde bir gerçeği bize öğretti. Yapı stoğumuzun kalitesiz olduğu ve depremin evsiz bıraktığı. İşte bu gerçeğin faturasını o zaman da çok ağır ödedik, bugün de ödemeye devam ediyoruz. Yıkılan konutların yerine yenisini koyamadık. Halen yüzlerce insan geçici deprem konutlarında yaşamlarını sürdürmeye çalışıyor. Ve maalesef ki, bırakın büyük bir depremi, küçücük bir sarsıntıda bile konutlar yıkılıyor. Şu bir gerçek ki, mevcut yapı stoğumuzu depreme dayanıklı hale getirmeye ya da yıkıp, yenisini yapmaya ülke olarak imkanımız yok. Bu da şu anlama geliyor: Olası orta ya da büyük şiddette bir depremde, birçok konut yıkılacak ve binlerce kişi evsiz kalacak. Öncelikle bu gerçeği kabullenmemiz gerekiyor.
Zorunlu deprem sigortası
Gelelim asıl konumuza. Bu gerçeği 1999 depreminde gördük ve bir yıl sonra deprem sigortası uygulamasını başlattık. Sigortayı da zorunlu hale getirdik ve memleketti sigortalanabilir her konut artık deprem sigortasını zorunlu olarak yaptıracak dedik. Primler de çok cüzi rakamlarda tutuldu ki, herkes sigortayı yaptırabilsin. Ödenen prim karşısında verilen teminatlar ise, kişilerin başlarını sokabilecekleri bir konut ortalamasında belirlendi.
Amaç da tamamen şuydu: Madem mevcut yapı stoğumuzu güçlendiremiyoruz, sigorta sistemini kullanarak, hiç olmazsa yıkılanın yerine iyi-kötü yenisini koyalım, insanları da sokakta bırakmayalım.
Tabi, bu amacın içinde başka faktörler de vardı. 99 depreminin yaralarını sarmak için başka ülkelere ve Dünya Bankası’na avuç açmak zorunda kaldığımız gibi. Sonraki olası depremlerde yıkılan konutların yerine yenisine koymaya devletin gücünün yetmeyeceği gibi. Hatta bu amaç için zorunlu deprem sigortası uygulaması başladığında Afet Kanunu bile değiştirildi ve ‘sigorta yaptırmayana devlet yardımda bulunmayacak’ dendi.
Devlet arkasında durmadı
Peki, ne oldu? Maalesef amaç da, niyet de hedef de yalan oldu. Önce, devlet kendi koyduğu uygulamanın arkasında durmadı. Zorunlu sigorta olmasına karşın, bunun şartlarını uygulamaya koymadı. Hal böyle olunca da sorunluluk sadece adında kaldı. Her depremde konut yapmaya kalktı ama onu da beceremedi. Ya yapamadı ya da yapılan konutlar bir-iki yıl sonra deprem görmüş hale geldi. Afet Kanunu da eski haline getirildi. Ardından vatandaş uygulamaya sahip çıkmadı. Kimi, ‘bu da bir vergidir’ dedi, itiraz etti. Kimi ‘güvenmiyorum, ödemezler’ dedi, yaptırmadı.
Sonuç mu? Bugün sigortalanması gereken 13 milyon konuttan sadece yüzde 25’i zorunlu deprem sigortasını yaptırdı. Yaptıranlar da ağırlıklı büyük şehirler. Sık sık deprem yaşayan Doğu, Güneydoğu illeri ise, kelimenin tam anlamıyla sigorta fakiri. Deprem olacakmış, konutlar yıkılacakmış, karda kışta sokakta kalınacakmış açıkçası kimsenin umuru değil. Deprem mi? Allah’ın takdiri. Konut mu? Devlet baba yapar. İşte, bu kadar basit. Lafı fazla uzatmaya gerek yok. Devlet kendi uygulamasının arkasında durmayıp, sahip çıkmayınca; vatandaş da kaderci davranıp, benimsemeyince zorunlu deprem sigortası gibi önemli ve bir o kadar da vatandaşın yararına olan bir uygulama 11 yılda istenilen noktaya gelemedi. Ama şunu da belirteyim. Böyle bir ortamda, tüm konutların yüzde 25’inin bile sigortalanması bana göre büyük başarıdır. Son olarak söylemeden geçemeyeceğim. Görünen o ki, 1999 yılında yaşadığımız büyük deprem bize çok fazla bir şey öğretmemiş. Öğretmediği için de ne ders alabildik ne de önlem.
Hürriyet/Doğan Noyan