Ankara'da hanlar artık kafe-restoran olarak kullanılıyor!
Bir zamanların konaklama merkezi hanlar, artık ya bir müze ya da kafe-restoran olarak karşımıza çıkıyor. Fakat eski özelliğini koruyan ve hala başını sokmak isteyenlerin adresi olan hanlar da var
Ankara Kalesi'nin çevresinde, restore edilmiş evler arasında, köşeye sıkışmış bir han var Başkent'te. Yılların izlerini taşıyan Pilavoğlu Han.
Gurbetin, ayrılığın simgesi, şiirlere yansıyan hanların son örneklerinden Ankara'daki Pilavoğlu Han, otel zincirlerine inat hala ayakta durmaya çalışıyor. Her odasında ayrı bir hikaye ve acı... çengel Han, Sulu Han, Pirinç Han, restore edilerek yeni yüzüyle günümüz tarzına uygun olarak misafirlerini ağırlarken, Kıbrıs Han, Yeni Han, Reçber Han, Safran Han ise kendi kaderlerine terk edilmiş durumda.
Hanın iki girişi var. Ancak ana giriş, varisler tarafından tek giriş yeterli görülerek kapatılmış. şimdi o kapıda bir çuvalcı dükkanı var. Mekana zamanında atların ve hayvanların yüklerini boşaltmak için girdiği bir dehlizden giriyoruz. 20 metre uzunluğundaki koridorun sonunda küçük bir çay ocağı... Han sakinleri bir yudum sıcak çay ve sohbetle odalarına çekilmeden önce akşamın sessizliğine hazırlanıyor. Koridordan sonra sizi geniş bir avlu karşılıyor. İki kattan oluşan hanın üst katında odalar var. 14 odanın bulunduğu handa konaklamanın ücreti ise sembolik.
1970'ten beri handa kalanlar var
56 yaşındaki Ali Eke han sakinlerinden. Kırıkkale'den gelmiş, 4 aydır burada konaklıyor. Eşi felç geçirdiği için Ankara'da. Eşi hastanede, o ise hanın soğuk odalarında... İnşaatta geçirdiği bir kaza sonucu çalışamaz durumda. Ankara'da geçimini ayakkabı boyacılığı, çanta ve şemsiye satarak sağlıyor. Eşinin yattığı hastaneye yakın olduğu için bu hanı tercih etmiş. Sabahın ilk saatlerinde yola koyulan Eke, hava kararıncaya kadar dışarıda hayat mücadelesi veriyor. Zaman buldukça eşini ziyaret ediyor. Zeytin, peynir ve ekmek günlük öğünü olurken, ara sıra da bir çorbacıda soluğu alıyor. Kaldığı odanın penceresi, Kocatepe Camii'nden çankaya Köşkü'ne kadar uzanan geniş bir alanı görüyor. 3 kişi daha var kaldığı odada. Anahtarlar, hanın girişindeki çay ocağında asılı. Akşam odasına gelenler, anahtarı aldıktan sonra da sabah vaktinde hancıya anahtarı tekrar teslim ediyor.
1954 doğumlu Ali şimşek ise, hanın en eskilerinden. Hiç evlenmemiş. Türkiye'nin birçok yerinde çobanlık yapmış. Ankara'daki ikameti bu han. 1970'lerden beri burada kalıyor. İzmir'de yakınları var, ancak o gitmek istemiyor. 'Ev üstüne ev olmaz.' demiş ve akrabaların tekliflerini hep geri çevirmiş. 'Artık Ankaralı oldum.' diyen şimşek, eş ve dosttan gelen yardımlarla ayakta kalma mücadelesi veriyor.
Kayserili boya ustası Sadık Bayraktar ise mart ayında geldiği Ankara'da kış bastırana kadar kalıyor. Akşam vakti iş dönüşü hanın merdivenlerini çıkarken, elindeki poşet dikkatimizi çekiyor. İçinde bir ayran ve yarım ekmek arası döner var. 54 yaşındaki Bayraktar da 1970'ten bu yana Ankara'da boya işi yapıyor. Yazın burada çalışan Sadık Usta, kışı da memleketinde ailesinin yanında geçiriyor. Ailesini Ankara'ya getirmeyi ise hiç düşünmemiş.
Diyarbakırlı Mehmet şafi Sert 54 yaşında. Amcası Feyzi Sert'in göz tedavisi için burada. Amcası, ilerleyen yaşına rağmen heybetli duruşuyla dikkat çekiyor. Türkçeyi fazla bilmeyen amcasının Ankara'ya her gelişinde bu handa konakladığını söylüyor yeğen Sert. Hem hastaneye yakın hem de fiyatı uygun onlar için. Hanın içinde el sanatlarıyla uğraşan bir zanaatkar ile eskiden hanın hayvanlarının bağlandığı ahır ve küçükbaş hayvanların bulunduğu ağılda da pazar çadırları yapan esnaf bulunuyor.
Keşke duvarlardaki yazıları boyamasaydık!
Hanın yapılış tarihi hakkında kesin bilgi yok. Tarihçiler, mimariye bakarak 15. yüzyılda yapıldığını söylüyor. İşletmeci Mustafa Koçer, hanın kitabesinin kayıp olduğunu belirtiyor. Koçer, ilk sahiplerinden olan Ali Paşa'dan sonra, hanın 1920'li yıllarda Ankara'nın yerlilerinden Pilavoğlu ailesine geçtiğini söylüyor. Hissedarları arasında ise Aktarlar, Hanifler aileleri de bulunuyor. Koçer ailesi 1940'lardan bu yana işletmeciliğini yürütüyor. Baba Hüseyin Koçer'den hanı devralan Mustafa Koçer, 4 yaşından bu yana han koridorlarında geçirdiği günlerden bahsediyor. 1970 doğumlu Mustafa Bey, eski günlerde han çevresindeki hareketliliği anlatıyor. Dericilik işiyle de uğraşan Koçer, buranın sahipsiz kalmaması için hancı görevini yürütüyor. Eskiden Ankara'nın ilçelerinden gelenlerin at sırtında getirdikleri malları sattığını söyleyen Koçer, birkaç gece konakladıktan sonra buradan aldıkları ürünlerle memleketlerine döndüğünü belirtiyor. Komşu illerinden de gelenler olduğunu belirten Koçer, bunlar arasında Kayserililerin önemli bir yer tuttuğunu söylüyor.
'Köyden İndim şehre' filminin bir bölümü de bu handa çekilmiş. Koçer, odaların duvarlarında gurbetin getirdiği acıların yansımasının bulunduğunu belirterek, 'En büyük hatamız o duvarlardaki yazıları boyayla silmek oldu.' diyor. Eski zamanlardaki konaklama sistemine de değinen Koçer, 'Otel, bekar odası ve hasırda olmak üzere handa üç şekilde kalınabiliyordu. Otel, şimdiki otellerin süit odalarının eşdeğeriydi. Bekar odaları ise genellikle inşaat ve boya işleriyle uğraşanların hep birlikte kaldığı yerdi. 4-5 kişi sırtlarındaki yatak, yorgan ve yastıklar ile tencere, tavalarıyla burada kalırlardı. Bir de hiçbir geliri olmayan, gariban kişiler vardı. Onlar da kendilerine verilen hasır ve battaniyeyle bir köşede yatarlardı.' şeklinde konuşuyor.
'Bir Türkiye arıyorsan, burada.' diyen hancının en çok dert yandığı konu buraya devlet tarafından yeterince ilgi gösterilmemesi. Asırlara meydan okuyan yapılara rağmen tarihi daha yeni olan evlerin restore edildiğini ancak bu hanların bir kenarda beklediğini söyleyen Koçer, 'Bu hanın bir yandan gezilecek bir yer olmasını istiyoruz. Halk gelsin, bu kültürü görsün istiyoruz. İnsanlar, uzaktan bakıp geçmesin.' diyor. Devletin buraya han yerine otel ruhsatı verdiğini söyleyen Koçer, bunun da han kültürünün yok olmasında etken olduğunu dile getiriyor.
Hanlar, şehrin kalesi sayılırdı
Han, eskiden bir şehrin kalesi sayılırmış. İçinde genellikle develiği, at ahırı, kileri, imareti bulunurdu. Her akşam han kapısı mehter çalınarak kapanırdı. Bekçiler kandiller yakıp kapı dibinde yatarlardı. Bir handa oda tutmak için hanın odabaşısına başvurulurdu. Hanı odabaşı yönetir ve bütün anahtarları elinde bulundururdu. Oda kiraları da gün üzerinden hesaplanır, odanın değerine göre gün üzerinden bir iki akçe verilirdi.
Türklerin yapmış olduğu hanlar üç tip. Bunlar birinci ve ikinci hanlar çoğunlukla büyük yollar üzerinde kurulmuş. Buna göre bu hanlarda daha çok geçici yolcuların ihtiyaçları göz önünde bulundurulmuş. Üçüncü tipe giren hanlar tamamıyla Osmanlı devrinde yapılmış şehir içi han ve kervansaraylar. Bunlar sundukları hizmet bakımından çeşitlilik gösteririyor. İki katlı olan hanların zemin katlarında depo ve ahırlar var. Birinci kat ise iki bölüm halinde odalara ayrılmış, alt ve üst kat odalarının önlerinde birer sütunlu galeri bulunurdu. İkamet anlayışı bakımından Osmanlı halkının yaşadığı evlerden farksız idi.
Zaman