17 / 11 / 2024

Aydın Boysan: İstanbul'da sanayi yerleşmemeliydi!

Aydın Boysan: İstanbul'da sanayi yerleşmemeliydi!

Mimar Aydın Boysan, “Politikada insanlar nasıl iş başına geçiyorsa mimarlıkta da öyle geçebiliyor. Para budalaları, namussuzlar öncelik kazanabiliyor” diyor




Cumhuriyet dönemine dair hatıralarınızda neler var?
10’ncu yıl bayramını hatırlarım.

Cumhuriyet’in 10’ncu yıl heyecanı nasıl yaşandı?
Ortaokul öğrencisiydik. Tören yeri, baştan aşağı bütün İstanbul’du. Merkez diye bir şey yoktu. Her taraf bayram yeriydi. Okullarda bir hafta dersi kestiler. Cumhuriyetle uğraştılar.

Pertevniyal Lisesi’ndeydiniz değil mi?
Evet. Lisede bayramı kutladık. O zamanki öğretmenlerimiz arasında Nurullah Ataç, Reşat Ekrem Koçu, İhsan Kongar vardı. Müzik öğretmenimiz Mesut Cemil Bey’di. Biz ‘10’ncu Yıl Marşı’nı Mesut Cemil Bey’den öğrendik.

O dönemden unutamadığınız güzellikler nelerdi?
Samatya’da otururduk, Narlıkapı Çıkmazı’nda. Uzun bir çıkmazdı. Bir tarafı demiryolu, bir tarafı evler... Üç katlıydı evimiz ama 105 metrekare bir şeydi. Her evin mutlaka bahçesi vardı. O bahçelerde kümesler vardı. Tavuk, hindi, kaz beslenirdi.

İstanbul’a henüz dokunulmadığı yıllar...
Yerel şivelerin kalıntıları vardı o zamanlar. Mesela Bursalılar, “Geliyom, gidiyom” diye konuşurdu. Şehirlerin karakterleri korunurdu 1930’lu yıllarda. Yapılarının da karakterleri vardı. Bursa’nın daracık sokakları vardı. Bu sokaklarda iki kişi karşılaşsa, birisi diğerine yol vermeden kimse geçemezdi. Şehirlere mahsus olan ilginç şeyler yok edildi gitti.

İstanbul’un mimari yapısı nasıldı?
Apartman hayatı yoktu. Türk toplumunda 1930’larda apartman daha bilinmeyen bir şeydi. 40’lı yıllarda başladı apartmanlar. Anadolu’dan İstanbul’a göçler yoktu daha. İstanbul, Rumu’yla, Ermenisi’yle, Yahudisi’yle birlikte kendi nüfusu içinde nispeten sabit bir halde yaşamaktaydı. İstanbul nüfusunun bir milyonu aşması, 1950 yılıdır. Şimdi oldu 20 milyon. Buna Türkçe bir isim vermek gerekiyorsa, bana yakışan edepsizlikle söyleyeyim, ‘rezilliktir’. Çok ayıp bir şeydir. Bir şehir nüfusunun 1950’den sonraki 60 yıl içinde bir milyondan 20 milyona çıkması medeniyette kara lekedir.

Adnan Menderes’in ‘imar hareketi’ne’ eleştiriniz var...
‘İmar’ denen şeyin amacı, mevcut değerleri korumak, kurulacak şehirlerde hoşluklar yaratmak olmalıydı. Ama eskiyi tahrip edip, vahşi boyutlarda işler yapmak, insanlık dışına taşmak oldu. ‘Menderes imarı’ denen hareket odur. İstanbul’un karakterini perişan eden alçakça bir harekettir. Mesela İstanbul’un bir sahili vardı. Galata Köprüsü’nden başlayıp Sarayburnu’ndan Yedikule surlarına kadar devam ederdi. O sahilde balıkçılar vardı, evler vardı. Deniz yaşamla iç içeydi.

Şehir planlamasında size göre en büyük hata nerede yapıldı?
İstanbul’da sanayi yerleşmemeliydi. Vergilerle, imar yasaklarıyla İstanbul’da yaşamak zorlaştırılmamalıydı. Gökdelenler yapılmamalıydı. Nüfusu artıracak, azdıracak hareketlere izin verilmemeliydi. Bizim hükümetler bunu düşünmeye vakit bulamadı.

Türkiye’de ilk sanat ve mimarlık yüksek okulu Güzel Sanatlar Akademisi, daha 1928’de kurulmuşken nasıl bu kadar çirkin binalar yapıldı? Üstelik Sanayi-i Nefise Mektebi olarak köklü bir geçmişi de var.
Türkiye’de bin tane mimar vardı o zamanlar. Hepsinin doğru dürüst eğitildiği, kontrol edildiği söylenemez.

Peki, İstanbul’un çirkinleşmesinde mimarların payı nedir?

Bir ressam, bir heykeltıraş, işini yalnız yapıyor, yalnız bitiriyor, kimse karışmıyor. Mimarlık eserinin, projesinin çizilmesinden itibaren masraf başlıyor. İnşaatçılar, tesisatçılar, her türlü mühendis karışıyor. Bu bir heyet işi. Bazen öyle rezillik oluyor ki...

İstiklal Caddesi’nde yürürken birbirinden güzel binalar görüyorsunuz. Estetiği yakalama merakı neden kayboldu dersiniz?

Politikadaki insanlarımıza bakın. Onlar bu toplumda bulduğumuz en harika insanlar mı? Değil, değil mi? Politikada nasıl insanlar iş başına geçiyorsa mimarlıkta da öyle geçebiliyor. Para budalaları, para peşinde koşanlar, namussuzlar öncelik kazanabiliyor.

İstanbul’un mimari açıdan kalbi neresidir?
Eski Suriçi bölgesi. Bizans surları vardı ya... Duvarları hala vardır. Bir kısmı harabe halindedir. İstanbul’da o Suriçi bölgede müthiş boşluklar vardı. Mesela Aksaray’dan Samatya’ya giderken Langa bostanları vardı. Langa, Aksaray ile Samatya arasındaki semtin adıdır. Hatta İstanbul’da ‘Langa hıyarı’ diye bir deyim vardı. İnsanların hamına denirdi.

Sizin İstanbul’da en sevdiğiniz yer neresi?
Narlıkapı Çıkmazı. Hemen aklıma gelen orası.
Milliyet/Neşe Mesutoğlu - Hüseyin Özdemir


Geri Dön