02 / 10 / 2024

Çok iğreti oturuyoruz, iğreti apartmanlarda, kötü mimar yapısı içinde!

Çok iğreti oturuyoruz, iğreti apartmanlarda, kötü mimar yapısı içinde!

Akşam gazetesi yazarı Ahmet İnam, "Şehir üstüne birkaç ima" başlıklı yazısında "Üzerinde kafa yormadığımız mekan şehrimiz olamaz" diye yazdı




 

Nedir şehir Üzerinde kafa yormadığımız mekan şehrimiz olamaz. Birkaç ipucu vereyim kendimce şehir üstüne. ***   Aynı mekanda 'yurt tutan' dostların yaşadığı topluluğa şehir denir. 'Yurt tutma' sözünü çok önemsiyorum çünkü yurt, biliyorsunuz bizim eski Türkçemizde çadır anlamına geliyor, çok önemli çağrışımları olan bir kelimedir. Çünkü yurt tutamadığınız mekan ve yurt tutamadığınız şehir sizin değildir. Çağımızda metropoller var ve o metropollerin içerisinde yalnız, yapayalnız insanlar var. Onların çoğu, 'karnımın doyduğu her yer benim şehrimdir' diyorlar. Böyle bir bakış elbette çok hazin, çünkü sadece karın doyurmak için yaşadığımız bir yerin şehir olabilmesi, orada yaşayan insanların sadece bir tarafının tatmin edildiği, başka taraflarının tatmin edilmediği, dolayısıyla orada tam insanların değil de, yarım, belki çeyrek insanların yaşadığı bir yer olmasına yol açıyor.  Karnım doymazsa elbette hiçbir şey yapamam ama ben sadece karnını doyuran bir canlı değilim. Umutlarım, düşüncelerim, inançlarım, sevinçlerim, geçmişim, tarihim, kültürüm var.  Gittiğim bir şehir yalnızca karnımı doyurdu diye (diyelim ki hiç bilmediğim, yabancı bir yere, atamın, dilimin, sanatımın, inançlarımın yer almadığı bir yerde yaşıyor isem)  benim için şehir olamaz, çünkü yurt tutamam.    Şimdi bizim Anadolu insanı, özellikle Türkleri düşündüğümüzde, Orta Asya'dan gelmişler, bunların göçebe olduğu ve sonra da yerleşik düzene geçtiği söyleniyor. Elbette, yerleşik düzene geçmek yurt tutmak anlamına gelmiyor.    Bizim şehirlerimizin en büyük problemi o şehirlerde bizim yurt tutamıyor oluşumuzdur. Çok iğreti oturuyoruz, iğreti apartmanlarda, kötü mimar” yapısı içinde, incecik duvarları var, komşuda ne konuşuluyor duyuyorsun, ışık durumu, havalandırma durumu, yemek kokuları, karanlık bir ortam, dolayısıyla yaşamak çok zor olabiliyor. Ben çağımız insanının en büyük probleminin (bizim Türkiye insanının da benzer problemi olduğunu düşünüyorum) yurt tutamamak olduğu kanaatindeyim.    Yurt tutmak demek maneviyatıyla o şehrin içinde yaşamak demektir. Sadece başımızı sokacak bir evimiz olsun, işte üç odası olsun, çocukların yatacağı oda olsun, kayınvalidemize de bir oda ayıralım, kaloriferi, banyosu olsun, şimdi bütün bunlar olunca ben şehirde yaşıyor muyum Şehirde bulunuyorum. Şimdi şehirde bulunmakla, yani mevcut olmakla yaşamak ayrı şeydir. Bir yerde mevcut olabilirim ama mevcut olduğum, bulunduğum yeri benimsemiyorsam, onun hakkında anlam dünyamda yer eden düşünceler, duygular yoksa, orada yaşamak bana yaşama sevinci vermiyorsa, hatta tersine orası beni rahatsız ediyorsa, orası nasıl benim şehrim olabilir ki!    Benim şehrim adresimin olduğu yer anlamında değildir. Adresim fiziksel adres olamaz. Adresimin manevi adres olması lazım, öyle bir yerde yaşamalıyım ki, orada kalbim de yaşamalı, orada şarkım, türküm, geçmişim, dilim, şiirlerim, sevincim,  üzüntüm de yaşamalı. Genellikle şehirlerde öyle düşünülmüyor, fiziksel alt yapı önemseniyor, öncelikle. Örneğin, depreme karşı dayanıklı olsun, bizi soğuktan, sıcaktan, yağmurdan korusun, komşularımızı ağırlayabilelim, akrabalarımızı misafir edebileceğimiz bir yer olsun, adresimiz olsun ama adresimizin yurt tuttuğumuz yer olmaması çok hazin.    Yaşadığımız mekanlar bizi öldürüyor. Neden birçok insan cinnet geçiriyor Neden birçok insanın ağır depresyon problemleri var Neden birçok insan hayatından memnun değil Gerçi biz Anadolu insanları hep memnunuz, 'Allah'a şükür' diyen bir tarafımız vardır ama içimizde o tatminsizlik, o ıstırap, o yetersizlik hep var. İnsanı insan yapan mekanıdır, mekan o kadar çok etkiliyor ki, yaşadığınız yer sizin karakterinizi nerdeyse belirliyor.    Bir şehirde nasıl yaşıyorsun söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim. Alışveriş merkezleri var mesela, ne kadar garip yerler, hiç penceresi yok, orada bir tezgahtar olduğunuzu düşünün, sabahın onunda geldiğinizi kabul edelim, gecenin on, on birine kadar, eve gidinceye on iki oluyor, bu genç insanlar, güneş yüzü görmüyor, ayağı toprağa basmıyor, vücudu güneş ışığı almıyor, bu kadar doğallıktan soyutlanmış, uzaklaşmış bir insanın o şehirde sağlıklı bir insan olarak yaşaması mümkün müdür Mümkün değildir bence. Okullarımızın da hali böyledir. Çok kötü durumda olan yapılarda okuyan çocuklarımız var, elbette parası pulu olanlar için özel okullar olabiliyor ama genellikle, maalesef yağmur yağdığında damı akan, ufacık bir depremde yıkılabilen mekanlarda, korku ve ağır kaygılar içerisinde yaşıyoruz. Şehir benim gönlümle yaşadığım bir yer olmalı.    Öyle bir yerde yaşadığınızı düşünün ki, penceremi bir açıyorum komşunun penceresini görüyorum veya pencereyi bir açıyorum karanlık bir yer, bir duvar, bir apartman boşluğu mesela, bunları görüyorum. İçimi hafakanlar basıyor mekanımda. İç dünyamı mahveden, umutlarımı, sevincimi, sevgimi, dostluk duygularımı alan bir yerde insan gibi insan olamam. Orada insan olarak çiçek açamam. Orada insan olarak başkalarına bir şey veremem. Orada sürekli kahır çeken bir varlık olurum.   Ahmet İnam / AKŞAM

Geri Dön