03 / 05 / 2024

Diplomasız ustaların mimarlık dehası: Türk Evi!

Diplomasız ustaların mimarlık dehası: Türk Evi!

Anadolu ve Rumeli’deki diplomasız ustalar, atalarından edindikleri deneyimi, halkın kültürüyle birleştirerek Türk Evi’ni dünya mimarlık tarihine hediye etti.Bu yüzden sadece tanımayı ve tanıtmayı değil, korunmayı da hak ediyor.



Gözünüzü gecekondu mahallesinde açtıysanız hayata, kafanızı sokacak bir dam altıdır öncelikli ihtiyacınız. Kent kültürüyle yoğrulmuşsanız eğer beklentileriniz de, ihtiyaçlarınız da artar. Bir düğmeye basarak birçok ihtiyacınıza cevap veren evler seçebilirsiniz. İsterseniz 200. katta bulutları izleyerek kahvenizi yudumlayabilirsiniz. Sanat duygunuz gelişmişse, önceliğiniz mimaride estetiktir.


İkinci binyılı sürdüğümüz çağımızda mimarlığın gündemini akıllı binalar, yeşil binalar dolduruyor önemli ölçüde. Enerjisini kendi üreten altyapısız mimarlık arayışları sürüyor. Yani mimarinin günümüzdeki arayışı, çevre, sürdürülebilirlik, enerji gibi unsurlar temelinde şekilleniyor. Oysa yüzyıllardır biliniyordu bu bilgilerin çoğu. Bir zamanlar, uygarlığın beşiği Anadolu’da, bir evden beklenebilecek asgari ihtiyaçlar, çok fazla teknoloji gerektirmeden sağlanabiliyordu. Beraberinde Rumeli’de, Balkanlar’da Ege Adalarında yaygınlaşan bu evler iklime, coğrafyaya, doğaya uyum, çevresine saygı ilkeleriyle inşa ediliyordu. Bu ilkelerin uygulanmasıyla, bugün büyük bir ihtiyaç olan yalıtım işlemine bile gerek kalmıyordu birçok evde. Gerek yapım yöntemi gerekse malzeme seçimi, enerji tasarrufunu da beraberinde getiriyordu. Üstelik bu evleri yapanların ne diplomaları vardı ne de malzemeler bugünkü gibi gelişmişti. Buna karşın zamanın en ileri teknolojisini kullanıyorlardı. Çünkü referansını halktan, halkın kültüründen, yaşama saygıdan alıyorlardı.


Halk yapı sanatından ve bu sanatın ürünleri olan Türk Evlerinden bahsediyoruz. Kimilerinin anonim mimarlık veya mimarsız mimarlık olarak adlandırdığı; mimarlık literatüründe vernaküler mimarlık, spontan mimarlık, kırsal mimarlık, yöre mimarisi, ilkel mimari, halk mimarlığı, halk yapıları isimlerinin kullanıldığı bu yapıların tam karşılığı, “halk yapı sanatı” deyiminde birleşiyor. Günümüz mimarlığının saygın isimleri, halk yapı sanatının halk biliminin (folklor) bir parçası olduğunun altını çiziyor her ikisinin örtüştüğü şu noktalara değiniyor: Anonimlik, durağan değil devingen olması, zaman içinde oluşması, yaşamı doğrudan yansıtması, tüm insan yaşamına yer ve hacim kazandırması… Aynı çevreler halk yapı sanatını şöyle tanımlıyor: Halkın kendi olanakları içinde, gereksinimlerine doğrudan karşılık arayarak, kültür birikimine ve gelenek çizgisine doğaçtan eklenerek, katılımlı bir yolla gerçekleştirilen yapılar.


Halk kültürünü doğrudan yansıtması, halk yapı sanatının başarısının altındaki temel unsur belki de. Kolektif bir tutumla hayat bulan halk yapı sanatı, doğrudan yaşamdan kaynaklanıyor. Yaşamla birlikte yürüyüp yaşamın canlılığını taşıyor. Bu nedenle doğaya, insana, komşusuna, topluma saygı; halk yapı sanatının en temel ilkeleri arasında yer alıyor.


Doğayla savaşmaktansa uyum sağlamayı tercih ediyor, doğanın kan dolaşımı içinde kalıyor. Çünkü bu evleri tasarlayanlar, evrenin kendisi için yaratıldığını düşünmüyor. Kendini, saygı duyduğu doğanın bir parçası görüyor. Kuşlara da ev düşünüyor bu yüzden. Kokusu giden yemekten bir kap da komşuya gönderiyor. Başlı başına mimarlık harikası olan, dünya mimarisinin takdirini kazanan bu evlerin özelliklerinden önce, nasıl hayata geçtiklerine bakalım birlikte.


Halk yapı sanatını ünlü ustalar icra ederdi


Öncelikle halk yapı sanatının anonim olmadığının altını çizmek gerekiyor. Bu evlere hayat veren ustaların isimleri vardı ama isimlerini çoğu kez eserlerine geçmeyecek kadar tevazu sahibiydiler. Üstelik yöresinde tanınır, bilinirlerdi ve işlerinde iddialı kişilerdi. Yaşadığı yörenin dışında çalışan ustalar da vardı. Özellikle bir ustayı besleyemeyecek ölçüde küçük yerleşmelerdeki işler, çoğu kez bu gezici ustalarca yapılırdı.


Ev yaptırmak isteyenler onları bulur, bir çuval zahire göndererek ikna etmeye çalışırdı. Yörenin imkanlarına ve bütçesine göre değişirdi ustaya giden armağanlar. Usta, işi yapmaya gönüllüyse armağanı kabul ederdi. Önce aileyi iyice tanımak isterdi. İşvereninin hâli vakti yerinde mi, çocuğu var mı, daha olacak mı… İşverenin tüm gereksinimlerini, imkanlarını, yerinde tespit ederdi usta. Deneyimlerine, ev sahibinden aldığı verileri katarak evin birebir ölçeğini yere çizer, ardından çalışmalara başlardı. Ücretini götürü ya da yevmiye yöntemiyle alırdı.


Ustalar, çırak-usta ilişkisi içinde yetişirdi. Kimi duvarcılık, dülgerlik, ahşap süsleme gibi uzmanlık alanlarından bazılarına sahipti, kimi de tüm işlerin üstesinden gelecek birikime. Gerek duyduklarında işin belli bölümlerini başka ustalara devrediyorlardı. Bir kısmı işlerinin üstüne “kitabeyle” adlarını koyardı. Ustaların adları, evlerin önüne geçmezdi çoğunlukla. Halk yapı sanatının anonim mimarlık olarak da bilinme-sinin nedeni bu olsa gerek.


Yazılı kurallar, şartnameler yoktu


Ustalar, gösterişten ve anıtsallıktan uzak olan bu evleri, en az masraf harcayarak inşa eder ve içine yaşamın canlılığını katardı. Halkın yaşama biçimini, kültürünü doğrudan yansıtan halk yapı sanatı ürünleri, “katılım”la oluşurdu. Usta ve evi yaptırmak isteyenler karşılıklı konuşur, ustanın bilgileri, ev sahibinin de istekleri doğrultusunda tasarım birlikte şekillendirilirdi çoğu zaman. Evin sahibi veya başka üyeleri, evin yapımına da karışabilirdi.


Doğaya saygı, ekolojik mimarlığa yönlendiriyor


Halk yapı sanatının en temel ilkeleri arasında, iklime, coğrafyaya, doğaya, insana, komşuya, topluma saygı ve uyum dikkat çekiyor. Doğru yönlendirmeyle ve doğru malzeme seçimiyle boşuna yakıt ve yapay ışık kullanımı önlenmiş. Böylece enerji tasarrufu da düşünülmüş. Enerji tasarrufuna ilişkin başka önlemler de var. Mesela evler gün doğusuna bakıyor.  İzmir  evlerinin cumbaları, kışın ısı kaynağı olma, yazın da ısıyı yalıtma görevi üstleniyor. Bu şekilde en az enerji tüketimi sağlanıyor. Daha ileri tasarımlarda, en çok ısıdan veya soğuktan korunması gereken oda olan sofa, planın içinde, ortada yer alıyor. Çatı ile son kattaki odaların tavanları arasında bir hava yastığı oluşturuluyor. Yine İzmir’deki evlerde, rüzgâra göre adlanan odalar var. Poyraz odası, lodos odası gibi… Yerleşmede topografyaya uyuluyor. Kimse kimsenin havasını, güneşini, bakışını kesmiyor. Bu özellik


Altınoluk’ta, Trabzon’da, bugün Hersek sınırlarında yer alan Poçitel’de, Mardin’de ve daha birçok yörenin evlerinde gözleniyor. Yapıldıkları dönemle de çağdaş olan, bir önceki döneme ya da geçmişin herhangi bir dönemine öykünmeyen bu evler, içinde oturacak kişinin özelliklerine, uğraşına göre de şekilleniyor. Evlerin yazlık- kışlık bölümleri belirlenmiş, ona göre ölçülendirilmiş.


Sadece insanlar değil, hayvanlar da düşünülmüş. Mesela evin kapısı atlı araba için açılırken, kapıda insan için ve kedi için farklı boyutlarda kanatlar tasarlanmış. Cephelerden birine kuş evi kondurulmuş. Konu komşuya gösteriş ayıptı. Temel olan insan ilişkileriydi.


İşlev, biçimden önce geliyor


Türk Evlerinin en önemli özelliklerinden biri de tasarımın içten başlaması ve dışa genişlemesidir. Önce biçim değil işlev (fonksiyon) çözümleniyor. Lüks peşinde olmayan halk yapı sanatında estetikten önce, işlevsel kaygılar ve rasyonel çözümler ağır basıyor. Bu nedenle yapılar dıştan görünüşe göre değil, içteki yaşama biçimine yani işleve göre tasarlanıyor. Ustalar, çözüme içten, yaşama biçiminden başlayarak, her türlü süslemeye karşın biçimciliğe düşmemiş oluyor. Evlerin içi ve dışı tam bir uyum yakalıyor.


Her bir ayrıntıda tutumluluk gözleniyor


Türk Evlerinin yapım ilkelerinin en önemlilerinden biri de tutumluluk yani ekonomiklik. Evlerin tasarım ve çözümleri, belirli bir amaca hizmet ediyor, belli bir faydası olduğu görülüyor. Ekonomiklik, yalnızca yapım tekniğinde, kullanılan malzemelerle sınırlı değil. Öncelikle kullanımda tutumluluk göze çarpıyor. Ortak kullanımlar iyi belirleniyor. Kişinin ya da çekirdek ailenin mahremiyetine “halel” gelmeden, kullanılabilecek her şey ortak kullanılıyor. Gösteriş için boşa harcamadan sakınılıyor. Bütün gün kullanılmayan, kilitli tutulan bir bölümü yok evlerin.


Türk evlerinde plan öğesi, üç kısım içeriyor: Bahçe, hayat ve odalar. Hayat, evin ortak yaşam alanı. Hayatın kapalı biçimine sofa deniliyor. Odalar, içinde bir çekirdek ailenin yaşayabildiği evler şeklinde tasarlanıyor. Her birinde yunmalık (bir dolap içinde bir ferdin temizlenmesine imkân veren bölmeler), yüklük, fincanlık, ocak, odunluk, depolar ve sergen (raf) bulunuyor. Bu odaların dışındaki her şey üç dört çekirdek ailenin ortak kullanımında. Örneğin hayatta (ya da sofada) birlikte yeniliyor, içiliyor, sohbet ediliyor. Genellikle iki ya da üç çekirdek aile, (anne, baba, oğulla gelin, kızla damat) hamam, mutfak ve kileri ortak kullanıyor. Günümüzdeki misafir odası algısına izin verilmiyor. Kolektif yaşam, tutumluluk zihni ile inşa ediliyor. Yapım yöntemleri kolaylık ilkesine dayanıyor. En azla, en akıllı çözüme ulaşma çabası görülüyor. Gerekmeyen yerlerde çivi bile kullanılmıyor. Yağmurun bir damlası bile harcanmıyor. Hatta kimi yerlerde bacadan çıkan duman, sıcaklığından yararlanılmadan havaya bırakılmıyor.


Evlerde tutumluluk ilkesinin yanı sıra esneklik de gözetiliyor. Halk yapı sanatı ürünleri, yapım yöntemlerinde olduğu kadar kullanımda da esneklik taşıyor. Örneğin bir ev, aileyle birlikte büyüyüp küçülebiliyor. Evler birim birim büyüyebiliyor ya da sonradan bölünebiliyor.


Yörenin en uygun malzemesi kullanılıyordu


Evlerin inşaat malzemesi, halk yapı sanatı oluştuğu yerden sağlanmış. Ulaşılabildiği en ileri ve malzeme kullanılmış. Ahşabın az, taşın çok olduğu yörede evler taştan yapılmış. Ormanlık alanlarda ahşap, volkanik bölgelerde taş, bozkırda çamur kullanılması sonucunda, evler bulundukları doğaya ve iklime uyum sağlamış. Malzemeye saygı, yapım yöntemine açıklık getirmiş.


Ölçüler insan vücudundan çıkıyordu


Bu evlerin ilginç ilkelerinden biri de, ölçülerin insan bedeninden çıkması. Tahtanın, bir parmak kalınlığında, bir karış genişliğinde, iki kulaç uzunluğunda olması gibi. Keserin sapı bir ayak uzunluğunda. Kışlık kat, “elim tavana değmesin yeter” yüksekliğinde yapılıyor. Örneğin Bodrum’da pencere, üç karış genişlikte, beş karış yükseklik şeklindeki altın oranla belirleniyor. Karışlar da, yapanın ya da yaptıran karışından oluşuyor. Halk yapı sanatını oluşturan ilkeler, Anadolu’da olduğu kadar, Osmanlı’nın hüküm sürdüğü Balkan topraklarında, hatta yoksul ya da varlıklı kişilerin evlerinde de geçerli.


Halk yapı sanatı, dünyaya hediye ettiğimiz büyük bir değer Sadece mimarlığın değil, kültürel birikimimizin en gözde örnekleri arasında olan halk yapı sanatı, Türkiye’nin dünyaya hediye ettiği büyük bir değer. Değerlerimizi sevmek yetmiyor, sevginin yolu tanımaktan geçtiğinde inandırıcı olabiliyor. Aynı zamanda tanıtmaktan. Ustaların, doğanın aklını dinleyerek yakaladığı halk yapı sanatı ilkelerinden, günümüz mimarisinin öğreneceği çok şey var. Yapım ilkelerine yer eden kültür, katılım, saygı, ekonomiklik, ekoloji gibi değerler, mimarlığın evrensel değerleri olsa gerek. Halk yapı sanatını iyi tanımak, bugünkü mimarın kültürel birikiminde önemli bir yer tutuyor. Referansını halktan, halkın kültüründen, insan yaşamından, doğaya saygıdan alan, yaşamın canlılığını taşıyan halk yapı sanatı ürünleri, gelecek kuşaklara aktaracağımız mimarlık mirasımız. Bu yüzden sadece tanımayı ve tanıtmayı değil, korunmayı da hak ediyor.


TOKİ




Geri Dön