29 / 04 / 2024

Ege'nin çeşmesi mi, Adriyatik'in Dubrovnik'i mi

Ege'nin çeşmesi mi, Adriyatik'in Dubrovnik'i mi

Pırıl deniz, tarihi doku, sonsuz yeme-içme, insani bütçe... Ege'nin hayhuyundan bunalanlar, kulaçlarını Adriyatik'e çevirsin; buyrun size Dubrovnik'e gitmek için birkaç iyi sebep



 Ege yerine Adriyatik

1. TARİH BURADA: Dubrovnik, İtalyan havalı bir Ortaçağ kenti. Tarihi kent, açık hava müzesi gibi. çok çekici, erken akşam ışıklarının pembeliğiyle çok fotojenik. Bazıları koridorumsu darlıktaki ara sokaklarıyla, mikro Venedik. Dünyanın en eski eczanesi gibi atraksiyonlar da var.

2. KLİşžENİN HAKKI: 'Tarihi ve doğal güzellikler' klişesine cuk oturuyor. Kıyılar dantel, adacıklar el oyası, yeşili bol. Binalar eskinin yanında zerre sırıtmayan estetikte. Coğrafya hoyrat kullanılmamış.

3. KÜçÜK OLSUN, BENİM OLSUN: Tarihi kent neticede ufak bir yer, oradan gelen bir şirinlik var. Mum yakan lokantanın romantik bulunduğu zihniyete karşıyız, ama günbatımında limandan şöyle etrafa bakınca... Bu kadar çok çift, bunca gay çift, hararetlenen bunca yaşlı çift yanılıyor olamaz. İnsanda şükür, minnet benzeri duygular yeşeriyor, sonra da bir kıpraşma...

4. TEMİZ, SERİN, DERİN DENİZ: çorba değil, yürü yürü dizde değil, bebek havuzu değil. Dirilten, derinleşen cinsten, adam gibi deniz. Ne bir çöp, ne ufukta deniz çiftliği. Tertemiz. Ege'yle yarışır.

5. VİZE YOK: Damgayı bile laf olsun diye vuruyorlar. Evvelinde sıfır hazırlık, sıfır gerginlik. Dalaman'a gitmekten çok da farkı yok. En üzücü yanı, Hırvatistan'ın AB'ye girmesiyle birlikte işkence kapısı Schengen'e geçecek olması. Son demler.
6. UçUşž SÜRESİ BİR BUçUK SAAT: Yormuyor, sıkmıyor, acıtmıyor, ayakları dolma etmiyor.

7. FİYATLAR İSTANBUL'DAN AZ: Memlekette gittiğimiz ayarda yerler, üçte ikiyle yarı fiyat arasında değişiyor. şžehrin en iyi pizzacısı Mea Culpa'da biralar dahil kallavi bir akşam yemeği, 210 kuna, böl üçe, 70 liraya çıkıyor.

8. YER GÖK YEME-İçME: Her yer, her yan, her yön lokanta, kafe, bar. Ara sokaklar, merdivenli paraleller, kaldırımlar masalarla kaplı, yüzlerce seçenek var. Lokantaların çoğu ya İtalyan ya deniz mahsulü ağırlıklı. Olağanüstü bir mutfakları yok ama Dalmaçya usulü kalamarlar, yengeçler, midyeler iştah açıcı. Hırvat şarapları arasında ciddi iz bırakanlara denk gelinebilir.

9. SIFIR YABANCILIK HİSSİ: Fettah Tamince'nin Rixos'u öbür otellere fark atıyor. Önceki gelişimizde hemen bitişik koydaki Bellevue'de kalmıştık, servis daha döver tondaydı. Rixos'un denizi çok temiz, kahvaltıları dört dörtlük, servis elemanları neşeli, arada hevesle Türkçe pratik yapıyorlar, banyo armatürleri Vitra (Türk müşteriler buna çok sevinip heyecanla birbirlerine anlatıyorlar nedense!), Türkiye dışında zor bulunan o hayati musluk bile mevcut, daha ne...

10. SOSYALİZM EGZERSİZİ: Bir yandan sahilin ilk 35 metresinin halka ait olması gibi düzenlemeler (Beş yıldızlı otel mi yaptınız, peki, ama deniz kıyısından ilk 35 metrelik alana halkın girmesine mani olamıyorsunuz; yok kıllıydı, yok göbeğini kaşıyordu, yok!)... Öte taraftan yekten yok deyip yasak hemşerimciliğini sürdüren ahali, su istediğimizde küt diye 'şžimdi getiremem, mutfağa iki kere gidemem,' diyen garson... Yerinde tespit ederekten 'Sosyalizm nereye kadar' suali etrafında hafif egzersizler iyi gelir.

Kerem Görsev'in Revelin Kalesi'ni fethi muhteşemdi

Mini Dubrovnik seferinin en tatlı tesadüfü, Kerem Görsev'le karşılaşmak oldu. Zeki bir iş kadını olan eşi Pınar ve normal okulunun yanında yarı zamanlı olarak konservatuvarda da okuyan 11 yaşındaki tatlı kızı Nisan'la birlikte, tatilden çok daha fazlasını yapıyorlardı, çünkü takım kalabalıktı: Menajer Serhan Lokman, Trio'nun diğer iki elemanı basçı Kağan Yıldız ile davulcu Ferit Odman ve de çello sanatçısı Sedef Erçetin. Fransa'nın en prestijli caz festivallerinden olan Marciac öncesinde, Dubrovnik Yaz Festivali'nde çalacaklardı. Bu ekibi geçen kış Borusan Müzik Evi'ndeki (İstiklal Caddesi) konserlerinde dinlemiştik. Kerem Görsev'in bestelerini çalmışlar (Therapy adlı albümü nefistir) ve hayran bırakmışlardı bizi. Yetenek çok acayip bir şey. Kerem Görsev'in piyanoya hükmeden parmaklarını gördükçe, hangi doğal yeteneğe sahip olmak istediğimizi de soran Proust anketine var gücüyle 'Bir enstrüman çalmak!' diye bağırası geliyor insanın. Uyum da ayrı acayip bir şey. Aynı dili konuşmak. Basçı Kağan Yıldız 1980 doğumlu mesela, davulcu Ferit Odman 1982'li. Fakat bu iki genç adam da hem çok yetenekliler, hem süper eğitimliler, hem de belli ki çok eğlenerek, haz alarak çalıyorlar birlikte. çello, caza bu kadar mı iyi gider Sedef Erçetin, konservatuvara altı yaşında başlamış, sonra Paris'te devam etmiş eğitimine, önünde düğme iliklenecek bir kariyeri var. Son olarak Yunan piyanist Maria Papapetropoulou ile Erik Satie'den Astor Piazzolla'ya uzanan ve Ege'nin iki yakasını bitiştiren bir albüm yaptı (Metamorphosis). Ayrıca çok da güzel bir kadın. Yüz ifadesi an be an öyle değişiyor ki çalarken, sadece dinlemesi değil, seyri de büyük keyif. Tünel'in alametifarikalarından Lale Plak'ın sahibi Hakan Atala'yla evli olduğu küçük magazin bilgisini de eklemekte sakınca görmüyorum (Bir de minik oğulları var). Kerem Görsev Trio ve Sedef Erçetin, geçtiğimiz çarşamba akşamı Revelin Kalesi'ndeydiler. Bu yıl 62'ncisiymiş Dubrovnik Yaz Festivali'nin, onun davetlisi olarak. Ve şahaneydiler. Mekanın kendisi de sahne alıyor ya bazı konserlerde, burası da bizim Aya İrini gibi tarihi dokusuyla da ışıklar altındaki şehir-sahil kadrajıyla da baştan çıkarır kudretteydi. Ve bir konser bu kadar mı yakışır bir mekana... Ben milliyetçilik damarı kabarık biri değilim. Ama Hırvatistan'ın tarihi bir kalesinde bizden müzisyenleri dinlemek, hele ki böyle iyi bir performansı dinlemek, insanı bir hoş ediyor.

Bavul uçaktan çıkmazsa...

Havaalanı. Dönen bir bant. Başına üşüşmüş insanlar. Valizler, çantalar teker teker alınıyor. Boşalıyor konveyör. Bitti. Duruyor. Yok. En büyük yolculuk felaketlerinden biri bu herhalde: Siz vardınız varacağınız yere, bagajınız ortalarda yok. O havaalanı kargaşasını, bozuk bantları, hele ki görevlilerin çantaları birer jonglör gibi atıp tutmalarını seyrettikten sonra, asıl bavulların bizim gittiğimiz yere gelebiliyor olmalarına şaşmalı! Ama bu defa gelemedi. Dubrovnik havaalanına indiğimizde, her şeyimizin içinde olduğu o tek bavulun bizle seyahat etmemiş olduğunu öğrendik! Hep başkalarına olurmuş gibi gelen bu durumu insan önce idrak edemiyor, o klasik sıralama burada da geçerli: 1. İnkar: Yok ya, çıkar şimdi, olmaz öyle şey. Tekrar dönmeyecek mi bant 2. İsyan: Hayır! Olamaz! Allahım, neden ben 3. Pazarlık: İstanbul'da kaldıysa, sabaha yetişir mi Ya New York uçağına gittiyse Hiç gelmeme ihtimali kaç Ne yaparsak hızlanır 4. Depresyon: Dönmek istiyorum. Bavulsuz bir hiçim. En uğurlu ip kolyem. En canım sandaletim. Of. Of. Baş edemem. Yapamam. 5. Kabullenme: E tamam madem, hemen çıkıp bir mayoyla elbise aldık mı... Bu aşamaya gelene kadar, etraftakileri de ölçüp tartma imkanı oluyor. Kimler mesela 'schadenfreude'dan mustarip, hemen kendini belli ediyor! 'Schadenfreude' Almanca bir kelime. Başkalarının felaketinden, sıkıntısından, şanssızlığından alınan zevk demek. Ama bunu sadizmle karıştırmamak lazım. Burada daha bir aynı gemide olma hali ve 'Oh, aman neyse, iyi ki ona oldu da, bana olmadı,' haletiruhiyesi var. 'O yandı ama ben yırttım, yaşasın!' Bavulunuz gelmediğinde, kimse sizinle birlikte üzülmüyor aslında. Hakim duygu, yüz ifadesinden hemen ele verilen nezaket icabı bir 'Tüh!'ten sonra, canı gönülden bir 'Oh!' (Bavul ertesi sabah sağ salim geldi. Atatürk Havalimanı'ndaki bantlar tutukluk yaptığı için bu aralar sık rastlanan bir durummuş.)

Kimle aldatılmak koyar

Bir çift bacak bu kadar mı uzun ve de mevzun olur Bu uzun ve de mevzun bacaklardan bu kadar mı çok olur Selülit zaten söz konusu değil de, bu derece mi damarsız, pürüzsüz, beneksiz olur Hepsi mi böyle olur Hırvatistan, dünyanın herhalde en kusursuz, en seksi bacaklarının dolaştığı ülkelerden. Dubrovnik'in tarihi kent merkezi, ayna gibi parlayan 'bal dök yala' taşlarla kaplı yoluyla, podyum sanki. İnce topuklar taşların arasına girermiş, ufacık eteklerle frikik vermek için eğilmeye hiç lüzum yokmuş, ne gam. Bu küçük ama ihtişamlı piyasa parkurunu, her akşam dünyanın en göz alıcı kızları arşınlıyor. Süt gibi, ilik gibi kızlar. Etekleri, miniden ziyade 'mi!' denecek boyda. Ve hepsinde iki metre bacak var. çiftler arasında şöyle konuşmalar geçebiliyor: Kadın: Bak İstanbul'da aldatsan beni, hele tanıdık biriyle bir halt çevirsen kafayı yerim, ama bu kızlarla bir şey olsa gıkımı çıkarmam. Adam: Hadi yaa! Kadın: Valla, evet. Başka bir cins gibi bunlar. Farklı bir tür. Denemek senin de hakkın. Bir kereden bir şey olmaz. Adam: Hadi yaa! Kadın: Hatta şunu alıp eve götürelim desen, ona bile itiraz etmem. Adam: Hadi yaa! Beraber olduğu erkek onu aldatsın, hiçbir kadın istemez. Ama bunun daha bir anlayışla karşılanabileceği vakalar olabilir mi Kabul edilmese bile, azıcık hak verileceği Kız bir içim suysa mesela, hiç bitmeyecek gibiyse bacakları, pek tatlıysa, pek hoşsa, acısı daha mı az olur, daha mı fazla Uzaklarda bu geyikle meşgulken, meğer ülkemiz magazin gündemi de ilginç bir aşk söylentisiyle çalkalanmış. Süper bir star ile tanınmış bir yöneticinin beraberliği iddia, inkar ve ima edilmiş. Hangisi daha çok koyar sahi çok alımlı biriyle mi aldatılmak, yoksa hiçbir fiziksel özelliği bulunmayan biriyle mi Daha entelektüel biri mi yakar insanın canını, daha cahili mi Daha becerikli, iş bilir, akıllı, kurnazı mı, daha hesapsızı, naifi mi Daha rafine, cool biri mi, yoksa ucuzu, paçozu mu Kendinden çok daha genç biri mi oturur insanın içine, yoksa tam tersi daha yaşlısı mı 'İstesem doğururdum,' dediğiniz mi, annenizden büyüğü mü İlk öpüştüğünüzde çalan şarkı patladığında, ilk yemeğe gittiğiniz o lokanta kapandığında henüz daha doğmamış olanla mı rekabet etmek daha çileli Yoksa dünyaya geldiğinizde zaten bu haliyle var olanla mı baş etmek daha imkansız

1. TARİH BURADA: Dubrovnik, İtalyan havalı bir Ortaçağ kenti. Tarihi kent, açık hava müzesi gibi. çok çekici, erken akşam ışıklarının pembeliğiyle çok fotojenik. Bazıları koridorumsu darlıktaki ara sokaklarıyla, mikro Venedik. Dünyanın en eski eczanesi gibi atraksiyonlar da var.

2. KLİşžENİN HAKKI: 'Tarihi ve doğal güzellikler' klişesine cuk oturuyor. Kıyılar dantel, adacıklar el oyası, yeşili bol. Binalar eskinin yanında zerre sırıtmayan estetikte. Coğrafya hoyrat kullanılmamış.

3. KÜçÜK OLSUN, BENİM OLSUN: Tarihi kent neticede ufak bir yer, oradan gelen bir şirinlik var. Mum yakan lokantanın romantik bulunduğu zihniyete karşıyız, ama günbatımında limandan şöyle etrafa bakınca... Bu kadar çok çift, bunca gay çift, hararetlenen bunca yaşlı çift yanılıyor olamaz. İnsanda şükür, minnet benzeri duygular yeşeriyor, sonra da bir kıpraşma...

4. TEMİZ, SERİN, DERİN DENİZ: çorba değil, yürü yürü dizde değil, bebek havuzu değil. Dirilten, derinleşen cinsten, adam gibi deniz. Ne bir çöp, ne ufukta deniz çiftliği. Tertemiz. Ege'yle yarışır.

5. VİZE YOK: Damgayı bile laf olsun diye vuruyorlar. Evvelinde sıfır hazırlık, sıfır gerginlik. Dalaman'a gitmekten çok da farkı yok. En üzücü yanı, Hırvatistan'ın AB'ye girmesiyle birlikte işkence kapısı Schengen'e geçecek olması. Son demler.

6. UçUşž SÜRESİ BİR BUçUK SAAT: Yormuyor, sıkmıyor, acıtmıyor, ayakları dolma etmiyor.

7. FİYATLAR İSTANBUL'DAN AZ: Memlekette gittiğimiz ayarda yerler, üçte ikiyle yarı fiyat arasında değişiyor. şžehrin en iyi pizzacısı Mea Culpa'da biralar dahil kallavi bir akşam yemeği, 210 kuna, böl üçe, 70 liraya çıkıyor.

8. YER GÖK YEME-İçME: Her yer, her yan, her yön lokanta, kafe, bar. Ara sokaklar, merdivenli paraleller, kaldırımlar masalarla kaplı, yüzlerce seçenek var. Lokantaların çoğu ya İtalyan ya deniz mahsulü ağırlıklı. Olağanüstü bir mutfakları yok ama Dalmaçya usulü kalamarlar, yengeçler, midyeler iştah açıcı. Hırvat şarapları arasında ciddi iz bırakanlara denk gelinebilir.

9. SIFIR YABANCILIK HİSSİ: Fettah Tamince'nin Rixos'u öbür otellere fark atıyor. Önceki gelişimizde hemen bitişik koydaki Bellevue'de kalmıştık, servis daha döver tondaydı. Rixos'un denizi çok temiz, kahvaltıları dört dörtlük, servis elemanları neşeli, arada hevesle Türkçe pratik yapıyorlar, banyo armatürleri Vitra (Türk müşteriler buna çok sevinip heyecanla birbirlerine anlatıyorlar nedense!), Türkiye dışında zor bulunan o hayati musluk bile mevcut, daha ne...

10. SOSYALİZM EGZERSİZİ: Bir yandan sahilin ilk 35 metresinin halka ait olması gibi düzenlemeler (Beş yıldızlı otel mi yaptınız, peki, ama deniz kıyısından ilk 35 metrelik alana halkın girmesine mani olamıyorsunuz; yok kıllıydı, yok göbeğini kaşıyordu, yok!)... Öte taraftan yekten yok deyip yasak hemşerimciliğini sürdüren ahali, su istediğimizde küt diye 'şžimdi getiremem, mutfağa iki kere gidemem,' diyen garson... Yerinde tespit ederekten 'Sosyalizm nereye kadar' suali etrafında hafif egzersizler iyi gelir.

Kerem Görsev'in Revelin Kalesi'ni fethi muhteşemdi

Mini Dubrovnik seferinin en tatlı tesadüfü, Kerem Görsev'le karşılaşmak oldu. Zeki bir iş kadını olan eşi Pınar ve normal okulunun yanında yarı zamanlı olarak konservatuvarda da okuyan 11 yaşındaki tatlı kızı Nisan'la birlikte, tatilden çok daha fazlasını yapıyorlardı, çünkü takım kalabalıktı: Menajer Serhan Lokman, Trio'nun diğer iki elemanı basçı Kağan Yıldız ile davulcu Ferit Odman ve de çello sanatçısı Sedef Erçetin. Fransa'nın en prestijli caz festivallerinden olan Marciac öncesinde, Dubrovnik Yaz Festivali'nde çalacaklardı. Bu ekibi geçen kış Borusan Müzik Evi'ndeki (İstiklal Caddesi) konserlerinde dinlemiştik. Kerem Görsev'in bestelerini çalmışlar (Therapy adlı albümü nefistir) ve hayran bırakmışlardı bizi. Yetenek çok acayip bir şey. Kerem Görsev'in piyanoya hükmeden parmaklarını gördükçe, hangi doğal yeteneğe sahip olmak istediğimizi de soran Proust anketine var gücüyle 'Bir enstrüman çalmak!' diye bağırası geliyor insanın. Uyum da ayrı acayip bir şey. Aynı dili konuşmak. Basçı Kağan Yıldız 1980 doğumlu mesela, davulcu Ferit Odman 1982'li. Fakat bu iki genç adam da hem çok yetenekliler, hem süper eğitimliler, hem de belli ki çok eğlenerek, haz alarak çalıyorlar birlikte. çello, caza bu kadar mı iyi gider Sedef Erçetin, konservatuvara altı yaşında başlamış, sonra Paris'te devam etmiş eğitimine, önünde düğme iliklenecek bir kariyeri var. Son olarak Yunan piyanist Maria Papapetropoulou ile Erik Satie'den Astor Piazzolla'ya uzanan ve Ege'nin iki yakasını bitiştiren bir albüm yaptı (Metamorphosis). Ayrıca çok da güzel bir kadın. Yüz ifadesi an be an öyle değişiyor ki çalarken, sadece dinlemesi değil, seyri de büyük keyif. Tünel'in alametifarikalarından Lale Plak'ın sahibi Hakan Atala'yla evli olduğu küçük magazin bilgisini de eklemekte sakınca görmüyorum (Bir de minik oğulları var). Kerem Görsev Trio ve Sedef Erçetin, geçtiğimiz çarşamba akşamı Revelin Kalesi'ndeydiler. Bu yıl 62'ncisiymiş Dubrovnik Yaz Festivali'nin, onun davetlisi olarak. Ve şahaneydiler. Mekanın kendisi de sahne alıyor ya bazı konserlerde, burası da bizim Aya İrini gibi tarihi dokusuyla da ışıklar altındaki şehir-sahil kadrajıyla da baştan çıkarır kudretteydi. Ve bir konser bu kadar mı yakışır bir mekana... Ben milliyetçilik damarı kabarık biri değilim. Ama Hırvatistan'ın tarihi bir kalesinde bizden müzisyenleri dinlemek, hele ki böyle iyi bir performansı dinlemek, insanı bir hoş ediyor.

Bavul uçaktan çıkmazsa...

Havaalanı. Dönen bir bant. Başına üşüşmüş insanlar. Valizler, çantalar teker teker alınıyor. Boşalıyor konveyör. Bitti. Duruyor. Yok. En büyük yolculuk felaketlerinden biri bu herhalde: Siz vardınız varacağınız yere, bagajınız ortalarda yok. O havaalanı kargaşasını, bozuk bantları, hele ki görevlilerin çantaları birer jonglör gibi atıp tutmalarını seyrettikten sonra, asıl bavulların bizim gittiğimiz yere gelebiliyor olmalarına şaşmalı! Ama bu defa gelemedi. Dubrovnik havaalanına indiğimizde, her şeyimizin içinde olduğu o tek bavulun bizle seyahat etmemiş olduğunu öğrendik! Hep başkalarına olurmuş gibi gelen bu durumu insan önce idrak edemiyor, o klasik sıralama burada da geçerli: 1. İnkar: Yok ya, çıkar şimdi, olmaz öyle şey. Tekrar dönmeyecek mi bant 2. İsyan: Hayır! Olamaz! Allahım, neden ben 3. Pazarlık: İstanbul'da kaldıysa, sabaha yetişir mi Ya New York uçağına gittiyse Hiç gelmeme ihtimali kaç Ne yaparsak hızlanır 4. Depresyon: Dönmek istiyorum. Bavulsuz bir hiçim. En uğurlu ip kolyem. En canım sandaletim. Of. Of. Baş edemem. Yapamam. 5. Kabullenme: E tamam madem, hemen çıkıp bir mayoyla elbise aldık mı... Bu aşamaya gelene kadar, etraftakileri de ölçüp tartma imkanı oluyor. Kimler mesela 'schadenfreude'dan mustarip, hemen kendini belli ediyor! 'Schadenfreude' Almanca bir kelime. Başkalarının felaketinden, sıkıntısından, şanssızlığından alınan zevk demek. Ama bunu sadizmle karıştırmamak lazım. Burada daha bir aynı gemide olma hali ve 'Oh, aman neyse, iyi ki ona oldu da, bana olmadı,' haletiruhiyesi var. 'O yandı ama ben yırttım, yaşasın!' Bavulunuz gelmediğinde, kimse sizinle birlikte üzülmüyor aslında. Hakim duygu, yüz ifadesinden hemen ele verilen nezaket icabı bir 'Tüh!'ten sonra, canı gönülden bir 'Oh!' (Bavul ertesi sabah sağ salim geldi. Atatürk Havalimanı'ndaki bantlar tutukluk yaptığı için bu aralar sık rastlanan bir durummuş.)

Kimle aldatılmak koyar

Bir çift bacak bu kadar mı uzun ve de mevzun olur Bu uzun ve de mevzun bacaklardan bu kadar mı çok olur Selülit zaten söz konusu değil de, bu derece mi damarsız, pürüzsüz, beneksiz olur Hepsi mi böyle olur Hırvatistan, dünyanın herhalde en kusursuz, en seksi bacaklarının dolaştığı ülkelerden. Dubrovnik'in tarihi kent merkezi, ayna gibi parlayan 'bal dök yala' taşlarla kaplı yoluyla, podyum sanki. İnce topuklar taşların arasına girermiş, ufacık eteklerle frikik vermek için eğilmeye hiç lüzum yokmuş, ne gam. Bu küçük ama ihtişamlı piyasa parkurunu, her akşam dünyanın en göz alıcı kızları arşınlıyor. Süt gibi, ilik gibi kızlar. Etekleri, miniden ziyade 'mi!' denecek boyda. Ve hepsinde iki metre bacak var. çiftler arasında şöyle konuşmalar geçebiliyor: Kadın: Bak İstanbul'da aldatsan beni, hele tanıdık biriyle bir halt çevirsen kafayı yerim, ama bu kızlarla bir şey olsa gıkımı çıkarmam. Adam: Hadi yaa! Kadın: Valla, evet. Başka bir cins gibi bunlar. Farklı bir tür. Denemek senin de hakkın. Bir kereden bir şey olmaz. Adam: Hadi yaa! Kadın: Hatta şunu alıp eve götürelim desen, ona bile itiraz etmem. Adam: Hadi yaa! Beraber olduğu erkek onu aldatsın, hiçbir kadın istemez. Ama bunun daha bir anlayışla karşılanabileceği vakalar olabilir mi Kabul edilmese bile, azıcık hak verileceği Kız bir içim suysa mesela, hiç bitmeyecek gibiyse bacakları, pek tatlıysa, pek hoşsa, acısı daha mı az olur, daha mı fazla Uzaklarda bu geyikle meşgulken, meğer ülkemiz magazin gündemi de ilginç bir aşk söylentisiyle çalkalanmış. Süper bir star ile tanınmış bir yöneticinin beraberliği iddia, inkar ve ima edilmiş. Hangisi daha çok koyar sahi çok alımlı biriyle mi aldatılmak, yoksa hiçbir fiziksel özelliği bulunmayan biriyle mi Daha entelektüel biri mi yakar insanın canını, daha cahili mi Daha becerikli, iş bilir, akıllı, kurnazı mı, daha hesapsızı, naifi mi Daha rafine, cool biri mi, yoksa ucuzu, paçozu mu Kendinden çok daha genç biri mi oturur insanın içine, yoksa tam tersi daha yaşlısı mı 'İstesem doğururdum,' dediğiniz mi, annenizden büyüğü mü İlk öpüştüğünüzde çalan şarkı patladığında, ilk yemeğe gittiğiniz o lokanta kapandığında henüz daha doğmamış olanla mı rekabet etmek daha çileli Yoksa dünyaya geldiğinizde zaten bu haliyle var olanla mı baş etmek daha imkansız
Sabah/NUR çİNTAY


Geri Dön