Frank Gehry mimarisi!
1970'lerde Los Angeles'ta bir mahallede yaşıyorsunuz. Etrafınıza koloni dönemi mimari tarzında inşa edilmiş "normal" binalar var. Derken bir gün mimarın biri geliyor ve oluklu çelik, ekspoze kiriş ve bağlantılar, örgü telinden yapılmış çitler, eğilimli cam yüzeyler kullanarak evini yeniliyor...
Bahsettiğimiz kişi, yaşayan en önemli mimarlardan birisi ve dekonstrüktivizmin mimarideki öncülerinden olan 1929 doğumlu Frank Gehry. Söz konusu yapı ise Gehry'nin ilk dekonstrüktivist binası olan ve bugün de hâla yaşadığı Santa Monica'daki Gehry Evi. Neyse ki değişime ve yeniliğe direnenler birkaç komşuyla sınırlı ve herhangi bir dava ya da ceza durumu söz konusu değil. Aksine, bu avangart bina 1988 yılında dekonstrüktivist mimarinin bir örneği olarak New York'taki Modern Sanatlar Müzesi’nde sergileniyor ve ertesi yıl Frank Gehry mimarlık alanındaki en önemli ödül kabul edilen Pritzker Mimarlık Ödülü'nü kazanıyor, jürinin yayımladığı ödül metninden bir cümle ise Frank Gehry ve sanatının öneminin en güzel özeti gibi: "Retrospektiflerin risk almaktan daha yaygın olduğu, geleceğe değil, geriye dönük olan bir sanatsal iklimde Frank O. Gehry'nin mimarisini onurlandırmak önemlidir."
"YILDIZ MİMAR" FRANK GEHRY
Dekonstrüktivizm, Fransız filozof ve edebiyat eleştirmeni Jacques Derrida'nın felsefi teorilerine dayanıyor. Yapı sökümcülük de denilen Derridacı bu yöntem edebiyat kuramı, dilbilim, felsefe, hukuk, sosyoloji ve mimarlık gibi disiplinler başta olmak üzere birçok alanda yeni açılımlar ortaya çıkartıyor. Mimarideki yaygın yansımaları ise 1980lerde görülmeye başlanıyor. Dekonstrüktivist mimarlar, biçim ve biçim-işlev ilişkisinin geometrik saflığı gibi modernizmin ilkelerini reddediyor, bunun yerine yapının alışılagelmiş sistemini bozuyor ve formunu manipüle ediyor.
Dekonstrüktivist mimarinin belki de en önemli temsilcisi olan Gehry, form ve kütleyle oynamada o kadar başarılı oluyor ki, tasarladığı yapılar mimarlık tarihinde kelimenin tam anlamıyla çığır açıyor ve Gehry, "starchitect" ya da "yıldız mimar" olarak adlandırılıyor. Kendisi bu lakabın kullanılmasını pek sevmese de kalıpları yıkan cesareti, sanatsal bakışı ve yarattığı eserlerdeki heykelsi etkiyle mimaride yeni bir dönemin başlamasını sağlıyor.
HIRDAVAT DÜKKÂNINDAKİ OYUNLAR, BÜYÜKANNEYLE İNŞA EDİLEN HAYALİ EVLER
1929 yılında Kanada'da doğan Gehry'nin sanatla ve bugün kullandığı yapı malzemeleriyle ya da diğer bir deyişle sanatsal medyumlarla- tanışması daha çocukluk yıllarında başlıyor. Yaratıcı bir çocuk olan Gehry, ailesi tarafından da teşvik ediliyor. Babası onunla birlikte resim yaparken, annesi onu sanat dünyasıyla tanıştırıyor. Cumartesi sabahlarını büyükbabasının hırdavat dükkânında -bugün de kullandığı-oluklu çelik, örgü telinden yapılmış çitler ve kontrplak gibi malzemelerle oynayarak geçiriyor. Gehry'nin en büyük eğlencesi ise, evlerinin salonunda büyükannesiyle birlikte hayali evler ve fütüristik şehirler inşa etmek. Bu oyunlardaki oyuncakları ise ahşap bloklar ve büyükbabasının dükkânından aldığı malzemeler...
Gehry, yıllar sonra yapılan röportajlarda mesleği nasıl seçtiğiyle ilgili şunları söylüyor: "Yaratıcı genler oradaydı. Mimarlığı seçerken beni heyecanlandıran şeyleri hatırladım; müzelere gitmeyi, oradaki resimlere bakmayı ve müzik dinlemeyi çok severdim. Bunları bana kazandıran, çocukken beni müzelere ve konserlere götüren annem oldu. Daha sonra ise büyükannemi ve birlikte oyun oynadığımız ahşap blokları hatırladım."
AKSAK RİTİMLİ VE DOĞAÇLAMA CAZ ESİNTİLERİ TAŞIYAN YAPILAR
Güzel sanatların diğer dallarında eser veren sanatçılarve eserleri, Gehry'nin mimarisinde yansımasını buluyor. Kübist sanatçılar Pablo Picasso, Marcel Duchamp ve Giorgio Morandi'den etkilenen Gehry için heykel sanatı da büyük önem teşkil ediyor. Özellikle Rönesans ve Barok Dönemleri ilgisini çekiyor. Michelangelo ve Bernini'nin mermeri mükemmel şekilde işleyerek âdeta gerçek bir kumaşa dönüştürmeleri Gehry'i büyülüyor. Öyle ki, NewYork'taki 8 Spruce binasını tasarlarken Bernini'nin Saint Teresa adlı mermer şaheserindeki uçuşan kumaş etkisinden ilham alıyor.
Müzik de vazgeçilmezlerinden... Seattle1 daki Museum of Pop Art'ı tasarlarken Jimi Hejadirx'in "Purple Haze" adlı parçasını dinliyor. Tasarımını, parçanın enerjisi ve a-kışkanlığıyla ortaya koyuyor. Yapıları aksak ritimli ve doğaçlama caz müzik esintileri taşıyor. Bir ilhamla yola çıkıyor; onu bir fikre ve forma dönüştürüyor, her seferinde caz müziği gibi canlı görünen, hareketli bir mimari yaratıyor.
WALT DİSNEY KONSER SALONU "YELKENLERİ MÜZİK İÇİN RÜZGÂRLA DOLU BİR TÖREN MAVNASI"
Aynı zamanda bir denizci olan Gehry'nin tasarımlarında göze çarpan unsurlardan biri de hareket. Işığın da güçlendirdiği etkiyle rüzgârı arkasına almış bir yelkenliyi andıran yapılarında, denizin ve denizciliğin yarattığı hareket etkisini görmek mümkün. 19'uncu yüzyılın Crystal Palace ve Grand Palais binalarından esinlenerek tasarladığı Walt Disney Konser Salonu’nu, "Yelkenleri müzik için rüzgârla dolu olan bir tören mavnası" olarak tanımlıyor. Balığı da mükemmel bir form olarak gören Gehry, balıkların kıvrak ve seri hareketlerinden, canlılıklarından ve hafifliklerinden etkileniyor.
ESTETİKLE OYNAMAK
Gehry, plastik sanatlarla hep daha çok ilgili olduğunu ve bu durumun mimarisini etkilediğini şöyle anlatıyor: "Yetişkin hayatımın başlangıcından beri her zaman mimarlardan daha çok sanatçılarla ilgiliydim. Mimarlık okulunu bitirdiğimde, Kahn'ı, Le Corbusier'yi ve diğer mimarları sevdim ama yine de sanatçıların yaptıklarında daha fazla şeyler olduğunu hissettim. Sanatçılar, görsel bir dili zorluyorlardı ve açıkça görülen bu görsel dil sanat için geçerliyse, bu dilin mimarlık için de geçerli olabileceğini düşündüm...
Sezgilerle ürün arasındaki doğrudan bağlantıyla çok ilgileniyordum. Bir Rembrandt resmi, az önce resmedilmiş gibi hissettiriyordu ve ben mimaride de bu yakınlığı arıyordum. Her yerde inşa edilen evler vardı ve ben de dâhil herkes bunların daha çok 'ham' göründüğünü söylüyorduk, işte bu yüzden estetikle oynamaya başladım."
BİLBAO GUGENHEİM MÜZESİ VE BİLBAO ETKİSİ
"Tepeye çıktım, orada parladığını gördüm ve düşündüm, ben bu insanlara ne yaptım?" Guggenheim Müzesi'nin açılışından bir ay kadar önce Bilbao'ya giden Gehry1 nin sözleri bunlar oluyor.
"Bilbao etkisi", Gehry'nin Guggenheim Müzesiyle ortaya çıkan bir kavram. Nervion Nehri kıyısındaki bu mimarlık harikası müzenin farklı formlardaki taş, titanyum ve cam yüzeyleri kentsel yapıyla mükemmel bir biçimde bütünleşiyor. Müze, terörle ve kötüye giden ekonomisiyle anılan ve de kaybettiğine inanılan şehrin kaderini değiştiriyor; tüm dünyaya sanatın dönüştürücü etkisini gösteriyor. Bilbao bugün Ispanya'nın yeni cazibe merkezi olarak kabul ediliyor. Dünyanın dört bir yanından turistler, sanatseverler, mimarlar kente akın ediyor. Gehry, bir kez daha ortaya çıkarak bu sefer sadece mimarlık tarihini değil, aynı zamanda bir şehrin sosyoekonomik kaderini de değiştiriyor.
Mimarlık tarihinde birçok sıra dışı tasarıma imza atan ve sayısız ödüle sahip olan Gehry, farklı alanlarda da işler üretiyor; sergi tasarımları, sahne tasarımları, mobilyalar, mücevherler, heykeller, yat tasarımları... Hokey sporunu çok seven Gehry, Dünya Buz Hokeyi Kupası için kupa tasarımı da yaptı.
TOKİ Dergi