Bebeğini daha karnındayken Allah'a adayan, sonra vaadini tutup onu Beytül Makdis'e veren mübarek kadın... Küçük kızı, Zekeriya'nın ellerinde güzel bir çiçek gibi yetişirken neler hissettiğine, Allah'ın kelimesini doğurduğunda hayatta olup olmadığına dair Kur'anî bilgimiz yok. Ana-kızın içlerindeki güzelliğin yüzlerine nasıl yansıdığını, birbirlerine benzeyip benzemediğini, aralarında kaç yaş bulunduğunu da bilmiyoruz.
Batıda Hz. İsa'yı annesi ve anneannesiyle birlikte resmeden pek çok tablo var. Bunlardan en ünlüsünü geçtiğimiz hafta Paris'te görme şansım oldu. Leonardo Da Vinci'nin 1519'a tarihlenen büyük eseri 29 Mart'tan bu yana "Asrın restorasyonu" anonsuyla Louvre Müzesi'nde sergileniyordu. Dâhi ressamın 500 yıllık selamını almamazlık edemezdim.
Hz. Meryem annesinin kucağına oturmuş, dizinin dibinde bebek İsa, kollarını ona uzatırken oğul Allah'a adanmışlığın sembolü bir kuzuyu tutuyor. Meryem'in bir kolu aynı zamanda, onu sevgiyle süzen annesinin kolu gibi görünüyor. Kutsal üçlü, sanki ânın müjdesiyle beraber geleceğin çilesini de paylaşıyor. Sevinçle hüzün göz kamaştıran bir uyum içinde. İnsanı gerçekten büyüleyen, baktıkça bakası gelen, çerçeveden taşıp içinize fışkıran bir güzellik...
Da Vinci yapıtına yirmi yıl çalışmış yine de bitirememişti. Kompozisyon aynı kalsa da arka planını, azizelerin saç ve giysilerini defalarca değiştirmişti. 1800'lerin başında Louvre'a geldiğinde tamamlanmamışlığının yanı sıra yaralı bir tabloydu. Üzerinde lekeler vardı, boyalar yer yer dökülmüş, renkler orijinal hallerinden uzaklaşmıştı. Yüzyıllar boyu resmi korumak adına üzerine cila üstüne cila atıldığından kalınlaşmıştı. Vernikli yüzeye eklenen minik boya parçaları zamanla kırılıp etrafına yayılmıştı. Yine de imdat çığlığına kulak verilmedi.
Restorasyon kararı 2008'de alındı. Resim duvardan inince yıllar sürecek bir tartışma süreci başladı. Uzmanlardan bir kısmı tabloya fazla dokunmaktan yana değildi. Yapılacak her müdahalenin eserin dengesini bozacağını düşünüyorlardı. Özellikle Hz. Meryem'in mavi elbisesinin temizliği kolay olmayacaktı. Ortaya çıkacak parlak görüntünün tahrik edici olacağını iddia edenler bile çıktı. Basının tepkisinden de korkuluyordu. Nitekim o dönemde "Da Vinci tehlikede" başlığıyla bazı yorumlar yayınlandı. Gazeteciler, "Hangi el Da Vinci kadar hassas olabilir?" diye sorguluyordu.
Tablo, kızıl ve mor ötesi ışınlarla kare kare incelendiğinde ana kompozisyonun altında bir hayalet resim daha çıktı. Ayrıca ahşap zemine yapılmış tablonun arka yüzünde başka bir resmin eskizleri bulundu. 168 cm x 112 cm ebadındaki tabloya atılan vernik tabakası 50 mikrona ulaşmıştı. Yüzeydeki kırılmalar cam parçaları gibi görünüyordu.
Uzun tartışmalardan sonra, özel çözücüler kullanarak cila katmanlarını belli bir seviyeye kadar inceltmekte mutabık kaldılar ama resmin ilk haline kadar gitmeyi göze alamadılar. Boyaları dökülmüş kısımları yine vernikli yüzey üzerinden düzelteceklerdi. Çünkü verniği tamamen kaldırıp da resmin ilk zeminine fırça vursalardı bunun geri dönüşü olmayacaktı. Proje nereden nereye geldi görülsün diye resmin küçük bir kısmına hiç dokunmamaya karar verdiler.
Verniğin kaç mikrona kadar inceltilebileceği, yalnızca teknik değil, psikolojik ve kültürel bir meseleydi. Artistik bir seçim, kişisel bir lezzet yanı da vardı işin. Tablonun bitmemişliğinin temizlikten sonra daha fazla öne çıkmasından korkuluyordu. Hangi kimyasalları kullanıp, ne kadar derine girebilecekleri, hangi çukurlara, ne ton ve kıvamdaki boyadan ne kadar koyabileceklerini belirlemek için, her şeyi resmin küçük bir alanında deneyip sonra diğer kısımlara geçtiler. Yüzlere dokunmayı en sona bıraktılar.
Uzmanlar grubu restorasyonun her aşamasında yeniden toplanıp durum değerlendirmesi yaptı. Resim temizlendikçe hem eskiden yapılmış kötü yamalar hem de daha önce bilinmeyen bazı detaylar ortaya çıktı. Bunların bir kısmı, giysilerin kumaşı, nakışları ve saç modellerinde ressamın yaptığı değişikliklerdi. Bir kısmı da resmin arka planındaki manzaraya dairdi. Göğün, toprağın ve ağaçların adeta tozu alınınca evleriyle, kiliseleriyle, şelaleleriyle, sıradağlarıyla bir kentin silüeti ortaya çıktı. Şekiller dolgunlaşmış, yansımaları fark edilir olmuş, ışık gölge oyunları yüzeye derinlik kazandırmıştı. Kirliyken fark edilmeyen bir husus da Hz. Meryem ile annesinin ayaklarının suya dokunmasıydı. Da Vinci, azizelerin ayaklarına önce süslü sandaletler giydirmiş, sonra onları silip çıplak bırakmıştı.
Sergide aynı temayı işleyen başka sanatçıların tabloları da vardı. Dikkatimi çekti, onlar anne ile kızı arasındaki yaş farkını vurgularken Da Vinci iki kadını neredeyse aynı yaşlarda çizmişti. Da Vinci'nin resmini diğerlerinden ayıran en önemli nokta ise kadınların yüzlerindeki tebessümdü. Diğer ressamlar İmran'ın karısı ile kızına soğuk ve filozofik bir güzelliği yakıştırırken, Leonardo saflığı kadınlıkla harmanlayıp dudaklarına hem ilahi hem insani bir gülüş yerleştirmişti.
Asrın restorasyonu 2011 Aralık'ında bitti. Görevli komite sonuçları 2012 Ocak'ında onayladı. Tablo laboratuvardan çıktı ve sergilenmek üzere Napolyon salonuna asıldı. Mart sonu itibarıyla azizeleri görmeye gelenler, sanatçının bu mükemmelliğe ulaşma çabasına da tanık oldular. Da Vinci, dehasına güvenip resme doğrudan girişmemiş, her bölümünü başka bir zeminde ayrı ayrı çalışmıştı. Eskizler tablonun aslı kadar etkileyiciydi. Bütündeki ahengi yakalama adına önce parçaları mükemmelleştirmesi ve "Tamam işte budur" demeden eserine yirmi yıl emek vermesi beni çok sarstı. Sergi 25 Haziran'a kadar açık kalacak. Yolunuz Paris'e düşerse, kaçırmayın derim.
İçimizdeki Hayalet
İmran'ın karısı ile kızı ve tabii bir de torunu, sergiden çıktıktan sonra beni etkilemeye devam etti. Sadece güzel resmedildikleri için değil, restorasyonun hikâyesi çok zihin açıcıydı. Görünen resmin altındaki diğer resimleri çıplak gözle seçmek mümkün değil. Ama uzmanlar, hem resim bilgileriyle, hem de özel aletlerin yardımıyla bunları görebiliyor. Düşünüyorum da, acaba kendi örtülü geçmişimize ulaşabilmenin bir tekniği olsa, içimizdeki hayalet resimlere ulaşsak, kim bilir ne kadar heyecanlanırdık. Fakat saf halimizi merak etmeyi bırakalım, benliğimizdeki lekelerin bile farkında değiliz. Bir ömür boyu fırça atıyorlar bize, sayısız elin ve sözün izi kalıyor üzerimizde. Korunmak adına ancak cilalanmayı biliyoruz. Bunu bazen bilgiyle, bazen kozmetikle yapıyoruz. Leonardo'nun tablosu gibi gitgide kalınlaşıyoruz, renklerimiz parlak görüntüsünün ardında çürüyor, arka planımızdaki güzel manzara kayboluyor.
Louvre'da geçirdiğim iki saat bana "asrın restorasyonunu" asıl kendimize uygulamak gereğini hatırlattı. Benliğimizdeki lekelerin uygun çözücüler ve usta restoratörler eliyle temizlendiğini, aydınlığımıza yeniden kavuştuğumuzu hayal ettim. İsa'nın Meryem'den, Meryem'in de Hena'dan doğması tesadüf olamazdı. Gönlümüzü dünyadan arıtırsak biz de o zincire dahil olabilirdik. O zaman zincirin öteki halkalarına da eklenirdik; Vehb'in kızı ve Abdullah'ın karısı Amine'nin, rahmet elçisi oğlunun, onun eşi Hatice'nin ve kızları Fatma'nın yanına...
Zaman/Nuriye AKMAN