Sektörel

Kovid-19'la mimaride hangi trendler başladı?

Koronavirüs salgını ile birlikte binaların insan sağlığı üzerindeki yansımaları tartışılmaya başlandı. Peki mimaride yeni trendler neler? Yeni nesil nasıl bir mimari istiyor? İşte detaylarıyla yeni mimari düşünceleri...

Koronavirüs salgını ile birlikte binaların insan sağlığı üzerindeki yansımaları tartışılmaya başlandı.

Capital Dergisi'nin 'Bodrum'da Yaşam' ekinde yer alan habere göre; pandemi sonrasında binaların geleceğinin ne olacağına ilişkin fikirler gündemden düşmüyor. 

Son zamanlarda sık sık gündeme gelen teknoloji odaklı ekolojik yaşam trendleri doğal yaşamın esaslarıyla tekrar tasarlanıyor. Bununla beraber, geçmişin iyi yaşam odaklı mimari tarzları da bir kez daha analiz edilmeye başlandı. Dünya doğala dönüş trendlerine ciddi şekilde dikkat çekerken, bizde kendi coğrafyamız içinde yemyeşil, ılıman, ferah, doğal ve iyileştirici bir mimari yakalamaya çalışıyoruz.

Well Building Institute tarafından gerçekleştirilen bir araştırma, doğa ile insan arasındaki duvarların kaldırılıp dışarda bulunmanın fırsatlarına sahip fakat korunaklı bir yer yaratmanın; yaratıcı düşünmeyi ve konsantrasyonu oldukça artırdığını ortaya koyuyor. Kırsal alanlardan ayrılarak şehirlerde yığılma yaratan dünya nüfusunun doğadan gittikçe kopmasıyla küresel bir hastalık kadar ciddileşen kronik yorgunluk, stres, bunlara bağlı kalp rahatsızlıkları ve bağııklıl sisteminin zayıf olması gibi salgın sürecinde de sık sık karşılaşılan, virüsten daha öldürücü olan riskler, doğayı iç mekana taşıma eylemini mimarinin ve tasarımın temel taşı haline getirdi. Doğanın dikey bahçeler, cephesinden ağaçlar fışkıran gökdelenler şeklinde şehir hayatına; banyo dahil evin her odasına nüfuz edişi, son 5 senedir manşetlerden düşmeyen ve sürekli gündeme gelen biyofiliyi mimari, önümüzdeki 10 senelik süreçte de yükselişine devam edecek. 

Sürdürülebilir Mimari 

Sürdürülebilir mimari de temel prnsip, enerji kaynaklarının minimum seviyede kullanıldığı, doğayla uyumlu ve insan sağlığına zararı olmayan yapılar yapabilmek. Şimdilerde bu, marjinal bir ekolojik fikir değil daha çok zorunluluk haline geldi. 

Mimarlık okuluna başlamış her öğrenci, okulun kapısından içeri girdiği ilk günde, ilk temel tasarım dersinde "iyi mimari" kavramını öğrenir. Peki, nedir iyi mimari? Akla ilk gelen özellik “sürdürülebilirlik” oluyor, evet sürdürülebilir mimari, iyi mimarinin ilk adımı; ancak tüm konsept için yeterli bir açıklama olmuyor. İyi mimari, eline kalemi alan bir mimarın sürdürülebilirlik kapsamında kendisine öncelikli olarak şu soruyu yöneltmesi olarak görülür: 

“Daha fazla binaya ihtiyacımız var mı?" Sonraki soru, binanın komşu binalar ve şehirle ilişkisinin nasıl olacağı olur. Üçüncü soru ise binanın kullanıcısıyla ilişkisine, yani o binanın içinde yaşayan insanın orada kendisini ergonomi, aydınlatma, akustik, mekân matematiği bakımından nasıl hissettiği ile ilgilenir. 

Son iki soru, insan yaşamıyla doğrudan ilişkili çünkü kişi yalnızca binanın içinde yaşamaz. İnsan, binanın yakın çevresi, mahalle, semt, ilçe, șehir olarak büyüme gösteren bir kozada doğar, yaşar ve ölür. Bu kozaları oluşturan her modül ve bu modüllerin birbiriyle ilişkisi insanın psikolojik ve fizyolojik sağlığını, bu sebeple de yaşam kalitesini doğrudan etkiler. 

İstanbul'dan örnek verildiğinde, sert rüzgarlarıyla ünlü Ayazağa semtinde kontrolsüz yüksek katlı yapılar inşa etmek rüzgarların yönünü değiştireceğinden mikroklimayı olumsuz şekilde etkiler. Bu da o bölgede yaşayan canlılarda sağlık problemleri oluşturur. Aynı şey ses için de söylenebilir. Bazı sokaklarda binalar öyle bir şekilde yükselir ki, aynı oranda araç trafiği olan diğer sokaklara göre daha gürültülü olur, evinizin balkonunda, terasta, hatta pencere açıkken odada oturmak mümkün olmaz. 

Şehir planlama ve mimarlık meslekleri, ortaya koydukları tasarımlarla toplum psikolojisini doğru yönetme ve yönlendirme amacıyla çalışır. Yani dünyanın en sevilen büyük şehirlerinin orta yerinde uçsuz bucaksız yeşil alanların, parkların bulunması, bu şehirlerdeki emlak yatırımcılarının saflığı sebebiyle olmuyor. Şehirde toplum psikolojisine değiniliyorsa kamu yapılarında topluluk, konut yapılarında ise birey ölçeğinde psikolojiden bahsedilebilir.

Yeni nesil nasıl bir mimari istiyor? 

2000'de doğan bir bebek, dijital dünyanın içine geldi. Dijital, onların ana dili, konfor alanı... diye düşünüyoruz değil mi? Değil. Çünkü yapaylık, X nesli için yeni ve ilginç bir durumken; Z nesli yani 1997 ve sonrasında doğanlar için geride bırakılması gereken bir unsur oldu. Onlar, ilerlemeyi küresel ısınmaya, kontrolsüz şehirleşmeyi durduracak doğal çözümlerde arıyor, mal mülk edinmekten çok deneyim kazanmasıy önemsiyorlar. El emeği, dedelerimizden kalma zanaatlar ön planda yer alıyor. Son dönemlerde ortaya çıkan artizan tasarımcılar bunun iyi bir örneği. Artık tasarımı çizip ustaya yaptırmak kavramı yok oluyor. Tasarımcılar, tasarımlarını bizzat üretebilmek için gerekli zanaatları öğrenmek ve uygulamak içn yarış halinde. Merak ettikleri zanaati online kurslarla işin dünyadaki en baba ustasından öğreniyor, küçük sığınaklarında kendilerini deniyor, hazır olunca ürünlerini online platformlarda tanıtabiliyor, kendi mesleklerini kendileri oluşturuyor. Yani doktor anne babanın çocuğunun "Marangoz olmak istiyorum” deyip bu yola baş koyması artık çok da acayip karşılanamaz. Derin bir zenginlik çağı bu.

"Az çoktur, diye de bir laf var, ne ola ki?" yüzeyselliğiyle büyüyen 90'lar gençlerine; üstat Dieter Rams'ın "Az ama daha iyi” prensibini dibine kadar dikkate alıp çalım atan bir genç nesil... Tam da bu sebeple Z nesli ve milenyum çocukları, kullandıkları ürünün hangi koşullarda nasıl malzemelerden üretildiğine dikkat ediyor ve bunu bilmeyi istiyor. Doğal ürünler, doğal yaşamlar, sağlıklı yemekler, veganizm, etik tarım, çadır kampları, günbatımında doğa yürüyüşleri, kırsalda yaşam, biraz patates soğan, biraz dijital dünya, sükunet, seyahat, dünyanın her yerinden arkadaşlar, şehirde bina çatılarında sessiz buluşmalar, insanın kulağından önce göğsüyle dinlediği altyapısı güçlü müzikler, yoga, meditasyon köşeleri, güncel minimal, az ama özel parçalarla döşenmiş, oksijeni bol, işığı bol, dış mekân bağlantısı güçlü, sıcak evler arayışındalar. 

Yavaş şehirlerden yavaş evlere geçiş 

Yavaş akımının temelinde farkındalık kavramı yer alıyor. Yani amaç sadece yavaş olmak değil, yeteri kadar yavaş olmak, ihtiyaçların yeterince giderilmesi. Yavaş yaşam, daha bilinçli bir yaşam tarzını benimsemeyi ve dünya için, kendimiz için gerçekten önemli olgular için düşünmeyi hedefliyor. Nicelik yerine nitelik önemli hale geliyor. Hayata yalnızca bir kez gelindiği unutulmadan sürecin olduğu kadar keyifli geçirilmesi gerektiğine dikkat çekiyor. 80'li yılların ve 90'lı yılların, hatta 2000'li yılların çok çalışan, hayır, insan üstü çalıșan yankilerinin sert bir şekilde frenleyip yavaşa doğru gitmesi pek mümkün görünmüyor. Bu, milenyum çocuklarının akımı. Onların doğasını gösteriyor: 
 
“Az çalış, çok eğlen, yavaş ol. Koşmana gerek yok. Gelecek, öyle ya da böyle gelecek." 

Boomer ve X nesli yaşlanıp işten güçten çekilmeye başladıklarında kendi krallıklarını hayta geçirecekler. Sonra onları çok tembel gören başka bir nesil gelip yeniden hız trendine döndürecek. Bu sürekli bu şekilde devinim olarak sürecek. Tabii içinde yaşanacak bir dünya bırakmayı becerebilirsek.

Koronavirüs mimariyi nasıl etkiledi?

İnşaat firmaları yeni döneme başlıyor! Kriterler değişti!