Leeum'un mimarı Fransız Jean Nouvel!
Leeum'un "modern pavyonu"nun mimarı Fransız Jean Nouvel...
Türk Hava Yolları bizi şaşırtmaya devam ediyor. Bazen o denli iyiler ki. Kimi zaman ise aman Yarabbim! Mönüde tarif olunan deyimle "Seçme şaraplar nedir?" sorusuna "kırmızı ve beyaz" cevabı, kamera şakası gibi...
Peki bir Chablis sıcak servis olabilir mi? Kabin amirine soruyorum. "Haklısınız" diyor. "Size hangi ısıda teslim olunuyor?" diye merak ediyorum. Gülümsüyor. Eyy, Doğudan Atilla! Mesela America's Cup'ta nasıl yapıyorsunuz? Bir desene?
Sonra: Dünyada olduğu gibi bizde de tuz tüketimi azalsın arzu ediyoruz. Lezzetle de problemli. Sıhhatle de. Uçaklarda ne diye tuzluk servis olunuyor: İstemeyenlere dahi? Gelelim şu tuhaf, altın şeritle fiyonglu ekmek paketine. "O da ne?" diyeceksiniz? Üzerinde kırmızı yazılar var. Talimatname olmalı. Hele okuyalım: Domuz eti yokmuş. İyi oldu da bunu bildik. Ya ekmeğe de koysalardı? Nice olurdu halimiz! Velhasıl yolculuğumuz eğlenceli geçiyor. Çok yaşa sen Atilla!
Her ne ise. Seul'deyiz. Nerede ise on saate yakın bir uçuşun ardından. Daha jet lag'den ayılamamışız. Yağmurlu, loş havanın bizleri, on günümüz böyle depresif mi geçecek diye silkelediği bir hal ve saat. öğleden sonra. On yedi otuz...
Yeryüzünün ikinci büyük metropolü. Biliyor musunuz, burada yirmi beş milyon kişi yaşıyor. Merkezin nezih bir mahallesine doğru ilerliyoruz. Sağda solda özenli yapılar. Tertemiz yollar. Yemyeşil yamaçlar. Nihayet ruhsuz bir yeraltı garajmdayız. Garajın ruhsuz, anonim, muhtemel kriminal dünyasından bilen bir elden çıkma hoş bir rampa marifeti ile çıkılıyor. Yavaşça tırmanarak. Işığa uçan "numen lumen" diye hipnotize olmuş küçücük böcekler olur ya. Onlar gibiyiz.
MİMAR NE İÇİN VAR?
Leeum'un "modern pavyonu"nun mimarı Fransız Jean Nouvel. Malzemeyi kullanışı, hacme sahip oluşu, ışıkla ilişkisi iyi. Kendini ortaya fırlatması hallice. Peki ya Mario Botta? Müzenin Klasik Kore koleksiyonunun yerleştiği pavyonun tasarımcısı! Aman Yarabbim. İsviçre'de sağda solda bakacağın bakmayacağın bir kültür yok ya. Her yer varsa yoksa para pul. Şu halde "Ben de var olduğum kadar benim" demek kolay. Ya "Uzakdoğu"? Goethe bile "ex orienteluk"diye işaret etmiş: "Işık doğudan doğuyor"... El insaf isviçreli! Vicdan bu kadar nadir midir? içeride sergilenen eserler zanaatla yola koyulup dâhiyane sanat eserlerine dönüşmüşken bir sirk gösterisi misali kendini ortaya atmanın, "Bakın bir bana bakın, esas ben buradayım" nakaratının lüzumu var mı?
Joseon Hanedanı'nın Seladonları içerisinde aynı rengin içinde mırıldanarak var olmayı tercih eden Kore sanatına, ışığa, hacme, kucaklaşmaya hiç ihtiyaçları olmaz duyarsızlığı ile bakan şöhret düşkünü! Kendini sergilemek, bunu da topu topu ömrü kırk - elli yıl olan bir bina ile yapmak nasıl bir ruh hali? önümüzde beşinci yüzyıldan kalma seramik şişe. Altı yüz yıl önce yaratmanın üst sınırlarında dolaşırken ismini dahi söylemeye gerek duymayan bir kültürü keşfetmeye mecburuz. Gösteriş meraklısı mimarlardan ise kaçmalıyız. Hem de koşa koşa...
Ali Esad Göksel/Habertürk