Metin Serezli: Teknolojik binalara hayır diyemiyorum!
İstanbulda yıllar içinde yaşanan değişimi anlatan tiyatro sanatçısı Metin Serezli, azınlıkların İstanbuldan ayrılmasıyla şehir profilinin değiştiğini söylüyor...
Kentin değişimini mimari açıdan da değerlendiren oyuncu, “Son zamanlarda ileri teknolojiyle yapılan binalara hayır diyemiyorum. Mükemmelini yapıyoruz. Avrupa’daki yapılar bizden eski kalacak” diyor
* Sizin hikayeniz nerede başlıyor
Beylerbeyi’nde doğdum. Babam Vakıflar Müdürü. O sırada Edirne’ye tayin ediyorlar. O da diyor ki, “Çocuğum doğacak. 40 gün sonra gideceğim Edirne’ye.” Benim 40’ımın çıkmasını bekliyorlar. Ben doğduktan sonra da Edirne’ye gidiyoruz. İstanbul’a döndüğümüzde Harbiye’de bir ev alıyor babam ve artık hayatım Nişantaşı’nda, Teşvikiye’de geçmeye başlıyor. Çünkü ilkokulum Şişli’de, ortaokulum Nişantaşı’nda, lisem Taksim’de, üniversitem de Beyazıt’taki İstanbul Üniversitesi oldu.
* Tiyatrocu olmaya nasıl karar verdiniz
Ailemde çok hukukçu olduğu için benim de hukuk tahsili yapmamı istemişlerdi. Ben sevemedim bir türlü. Hukukta okurken üniversitenin Gençlik Tiyatrosu’na başvurdum. Bir üniversitelinin sosyal bir faaliyetle de ilgilenmesine gerektiğine inanıyordum. Orada aktör olmaya karar verdim. Gençlik Tiyatrosu’nun çok değerli elemanları vardı. Kalsalardı Türkiye’nin en önemli oyuncuları olabilirlerdi. Biz 2-3 kişi oradan tiyatroya geçtik.
* O dönem Gençlik Tiyatrosu’nun etkisi nasıldı
Gazeteler şehir tiyatrolarının düşüşte olduğunu ve amatör tiyatroların güçlendiğini fark etmişti. “Amatör tiyatrolardan örnek alınız. Seyirciler sizlere gelmiyor, amatör tiyatrolara gidiyor. Çünkü amatör tiyatrolarda daha iyi oyunlar var. Daha iyi oyuncular görüyorsunuz” diye yazıyorlardı.
“Genç izleyicinin sayısı arttı”
* İstanbul’un değişimini şehrin tam ortasından gözlemlediniz. Neler değişti sizce
İki yönden değişti: Biri sosyolojik, yani yaşam biçimi olarak; diğeri de mimari açıdan.
* Sosyolojik değişimden başlayalım o halde...
Türklerin Anadolu’ya girişinden itibaren hiç tiyatro kültürü olmamış. Ama İstanbul’da var. İstanbul, payitaht. Halkın arasında ramazandan ramazana, eğlence programları mahiyetinde Naşit Bey, İsmail Dümbüllü gibi yetenekli kişiler, çeşitli Karagöz ustaları ve meddahlar çıkıyor. Ama sadece bir ay, iftarla teravih arasında geçen zamanı doldurmak için...
* Peki dönüm noktası ne oluyor
1914 yılında Belediye Başkanı Cemil Topuzlu Paşa, İstanbul’da ‘Osmanlı Güzellikler Evi’ anlamına gelen Darülbedayi-i Osmani’nin kurulmasını sağlıyor. Sonra Fransa’dan Andre Antoine isimli tiyatro hocasını getiriyor ve İstanbul’da ilk konservatuarı kuruyor. Antoine’ın yetiştirdiği talebeler şehir tiyatrosunu ‘komedi’ ve ‘dram’ olmak üzere iki sahnede halka sunuyor. Halk akın akın gidiyor. Bu süreç, İstanbul’da 1915-1950 gibi geniş zamanı kapsıyor. Bundan bir süre sonra cumhuriyet ilan ediliyor. Bu sefer Atatürk, Almanya’dan Carl Ebert isimli büyük tiyatro üstadını konservatuarı kurması için Ankara’ya davet ediyor. Carl Ebert’in ilk talebeleri hoca oldu, onlar öğrenci yetiştirdi. Cüneyt Gökçer, Mahir Canova, Ragıp Haykır, Muazzez Kurtoğlu, hep Carl Ebert’in öğrencileridir.
* Böyle güzel gelişmeler olurken ne oldu da tiyatro çöküşe geçti
İstanbullular tam anlamıyla ‘Batılı görüşe’ sahip olan insanlar. Biz zaten politika olarak Batı’ya dönük bir ülke olmaya çalışıyoruz. İstanbul’u İstanbul yapan da 500 yıldır burada yaşayan Türkler ve 500 yıldır burada yaşayan Musevi, Ermeni ve Rumlardır. Osmanlı’da azınlıkların dini kurumlarına dokunulmamış, fakat başka politik dönemlerde bu insanlar devamlı rahatsız edilmişler. Nitekim tek parti devrindeki Varlık Vergisi’yle bu azınlık sınıfı kötü duruma düşürülüyor. O günden sonra kaçıp gitmeyi tercih ediyorlar. Bizse tek partili devreden çift partili politikaya geçiyoruz. 1950’den sonra kent büyük değişime uğruyor. İstanbul’a göçler başlıyor. Rumlar, Ermeniler ve Museviler yani yemek yemesini, eğlenmesini, çalışmasını bilen, her işte Batı’ya örnek olabilecek kişiler Türkiye’den gidiyor. Onların yerini akşam yemeğe çıkma, seyahat etme, tiyatro, sinema ve resim sergisine gitme gibi kültürü olmayan insanlar dolduruyor. Yani mükemmeller gidiyor, daha emekleme çağında olan insanlar geliyor. Ve İstanbul’un sosyolojik profilini değiştiriyorlar. Tiyatronun da profilini değiştiriyorlar tabii. Ama son zamanlarda genç izleyicinin sayısı eskiye oranla arttı.
* İkinci değişim “Mimari açıdan oldu” demiştiniz...
Bu konuda çok sevdiğim bir söz vardır. Zannediyorum Aydın Boysan’dan duymuştum. “Bütün dünyada şehirler yapıldıkça güzelleşir ama İstanbul yıkıldıkça güzelleşir” demişti. O kadar kötü şeyler yapıldı ki. Yalnız son zamanlarda ileri teknolojiyle yapılan binalara “Hayır” diyemiyorum. Mükemmelini yapıyoruz. Avrupa’daki yapılar bizden eski kalacak.
* Eski İstanbul’un mahalle kültürüne dair ne hatırlıyorsunuz
Gencay Gürün’ün röportajında yazmışsın. Manşetin çok güzeldi orada: ‘Eskiden Saygı Vardı.’ Çocukluk arkadaşıyız zaten. O da Nişantaşı’nda otururdu. Mahalle yaşamının çok güzel özellikleri vardı. Birinin evinde cenaze olsa, bizim evde bir hafta kadar
radyonun sesi ya kısılır ya da tamamen kapatılırdı. Başkalarının üzüntüsü varken, “Burada kimsenin eğlenmeye hakkı yok” denirdi. Mahalleye yeni taşınan birine 5-6 evden yemek giderdi. Köy hayatı, şehir hayatı, metropol hayatı birbirinden farklı şeyler.
“Nüfus çoğaldı diye boşuna sevinmişiz”
1955 civarı ben çocukken İstanbul’da nüfus sayımı yapılmıştı. Gazetecisi, politikacısı, tüccarı, mahalledeki herkes, bütün İstanbul, bütün Türkiye, “Bir milyon olduk” diye çok sevindi. Ertesi gün radyolar, gazeteler, komşular, okuldaki öğretmenler, herkes bayram etti. Biz de alkışladık, “İstanbul bir milyonu geçti, metropol oluyoruz” diye. Aradan yıllar geçtikçe İstanbul’un sosyolojik ve mimari yapısı değişti. Şimdi “Vah vah boşuna sevinmişiz” diyoruz.
“Bizim Adalar kadar güzeli yok”
* İstanbul’u en iyi anlatan sanatçılar kimler sizce
İstanbul’un kimse kötü anlatamaz ki! “Şuraya bak, nasıl mahvettiler!” derken, “Şu Boğaz’ın görünüşüne bak. Ne güzel! Hadi gel de orada bir çay içelim” dersin aslında. İstanbul büyülüdür. Bakın bu kadar çirkinliğe rağmen kimse bozamadı. Yıkamazlar, yıkamadılar. Şimdi biraz düzeltecekler belki. Eğer İstanbulluysanız, şehriniz dünyanın en güzel yeridir. Her zaman güzellikleri var. Mesela Prens Adaları... Dünyada milyonlarca ada var ama bu kadar güzeli başka nerede olabilir
FAVORiLERi
En sevdiği semt: Nişantaşı ve Teşvikiye. Maçka’ya kadar da uzayabilirim.
En sevdiği restoran: Poseidon (Bebek), Eftelya (Arnavutköy), İntibah (Kavacık), Günaydın (Acarkent), Kandilli Tesisleri, Çengelköy Balıkçısı, Kandilli Balıkçısı.
En sevdiği kitapçı: Profilo AVM’deki D&R ve Remzi Kitabevi.
Neşe Mesutoğlu-Garbis Özatay//Milliyet