Mimarlık

Michael Pawlyn: Mükemmel tasarımın adresi doğa!

Pawlyn'in baş mimarlığını yaptığı Cornwall'deki Eden Projesi bu yaklaşımın en iyi bilinen örneği. Yapının en belirgin özelliği birbirine sıkıca kenetlenmiş birimlerden oluşması. Bu tasarım tümüyle yusufçuğun kanadından esinlenerek üretilmiştir.


"Mükemmel Tasarımın Adresi Doğa" Michael Pawlyn doğaya tutkun bir mimar. Bu nedenle biyomimikri adı verilen yeni bir disiplinin sıkı takipçisi. Pavvlyn, 21-22 Şubat 2014 tarihlerinde düzenlenen Alldesign Uluslararası Tasarım Konferansları ve Yaratıcı Endüstriler Fuarı için Türkiye'ye geldi. Kendisiyle yaptığımız söyleşide, insanların karşılaştığı pek çok sorunun çözümünün doğada bulunduğunu, sürdürülebilir bir yaşam için doğayı taklit etmemiz gerektiğini ileri sürdü. 

Reyhan Oksay Biyomimikri eski Yunancada "yaşam" anlamına gelen "bios" ve "taklit etmek" anlamına gelen "mimesis" kelimelerinden türemiş olan, insanların karşılaştıkları sorunları çözmek için doğayı örnek alması gerektiğini söyleyen bir tasarım disiplini. Ana fikri, doğanın bizim şu anda boğuştuğumuz pek çok problemi çözmüş olması. 

Biyomimikri özetle 'yeni bir inovasyon disiplini', 'çok disiplinli tasarım yaklaşımı', 'doğa ile yeni bir ilişki' veya 'sürdürülebilir gelişim etiği' olarak tanımlanabilir. 

Pawlyn'in baş mimarlığını yaptığı Cornwall'deki Eden Projesi bu yaklaşımın en iyi bilinen örneği. Yapının en belirgin özelliği birbirine sıkıca kenetlenmiş birimlerden oluşması. Bu tasarım tümüyle yusufçuğun kanadından esinlenerek üretilmiştir. 

Eden Projesi'ni tamamladıktan sonra çalışmakta olduğu İngiliz Mimarlık Şirketi Grimshavv'dan 2007 yılında ayrılan Pawlyn, doğadan esinlenen, sürdürülebilirliği olan projelere yoğunlaştı. Temel hedefi, lineer tüketim modellerine, döngüsel bir yapı kazandırarak, bağımsız ekosistemlerde görüldüğü gibi, atıkları yakıt olarak geri kazanmaktır. 

Biyomimikri kavramını, bu konuda hiçbir bilgisi olmayan birine nasıl anlatırsınız? 

Biyomimikri, yeni tasarım çözümleri üretmek için biyolojik organizmalarda bulunan sıra dışı uyarlamaları örnek almaktır. Yalnızca organizmaların şekillerini değil, nasıl çalıştıklarını anlamaya dayanır. Bu şekilde kaynakların en verimli şekilde nasıl kullanılacağına ışık tutar. 

Doğa sizi bu kadar çok etkilediyse, biyoloji yerine niçin mimarlık eğitimi aldınız? 

Kanımca herkes doğuştan doğaya bağlıdır. Doğa belgeselleri izlemek ve sualtı sporları yapmak bendeki bu bağlılığı daha da güçlendirdi. Ergenlik dönemlerinde en sevdiğim ders biyolojiydi. Ancak bu alanda yaratıcılığımı değerlendirebileceğim bir potansiyel olmadığını düşündüğüm için mimariyi seçtim. Mimari bana tasarım yapmak ve bazı şeyler üretmek için daha fazla olanak sundu. 


Doğada sizi en fazla etkileyen canlı neydi? 

Londra, Kew'daki Kraliyet Botanik bahçeleri tarafından bize verilen dev Amazon su nilüferlerinden çok etkilendik ve bunların kalıplarını çıkarttık. Yaprağın alt tarafındaki damarlı yapının, hayranlık uyandıracak bir tasarımı vardı; hem yapısal açıdan, hem de suyu bitki içinde optimum bir şekilde dolaştırması bakımından. 

Bu bitki bizim için tam bir esin kaynağı oldu. Londra'da 14 Şubat tarihinde açılacak olan Mimari Vakfı Sergisi'nde sergileyeceğimiz yapıtlarımızda bu etkiyi göreceksiniz. 


Biomimicry in Architecture isimli kitabınızda, çevreyle ilgili önemli sorulara yanıt arıyorsunuz. Temel öneriniz hiçbir atığın ortaya çıkmadığı kapalı döngü modeli. 

Sizce bu model günümüzün tüketime dayalı dünyasında ne kadar uygulanabilir? 

Şu anda en önemli engel üretim teknikleriyle ilgili. Bu teknikler, kapalı döngü sistemlerine özgü malzemeyi ayırmayı ve tekrar geri kazandırmayı zorlaştırıyor. Bu teknik artık değişmeye başladı ve pek çok insan dairesel ekonomi fikrine daha sıcak bakıyor. Ayrıca iyimser olmak için pek çok neden var. Bir kere tüketim çılgınlığının en üst noktasına eriştik ve o noktayı geçtik. Bu en azından ingiltere ve ABD için geçerli. Seyahat, su, çimento vb konularda şu anda pek çok önlem yürürlükte. Bence kapalı döngü sistemi, yaratmak zorunda olduğumuz paradigmanın bir parçası. 


Bugün doğal kaynaklar giderek tükenmekte. Bu kısıtlı kaynaklan minimum yatırım yaparak ve maksimum uzun vadeli yarar gözeterek nasıl yönetebiliriz? 


Biyomimikrinin en büyük avantajı, kısıtlı kaynak konusunda pek çok sorunu halletmiş olan doğanın işleyişini örnek almaktır. Eğer benzer çözümleri hayata geçirmeyi öğrenebilirsek, birkaç yüzyıl sonra karşılaşmamız muhtemel olan kısıtlı kaynak sorunuyla da daha kolay baş edebileceğiz. 


Verimli yapılar inşa etmek için yeni malzemelere ihtiyacımız var. Bu malzemeleri nasıl üretebiliriz? 

3D printing teknolojisi geliştikçe biyolojik malzeme ve yapılara giderek daha da yakınlaşmış oluyoruz. Biyolojide malzemelerin pahalı, şeklin ucuz olduğunu söyleyebilirsiniz. 


Bu şu anlama geliyor: Kaynakları gayet verimli bir şekilde kullanan kompleks yapılarla sık sık karşılaşırsınız. İşin sırrı malzemelerin olması gereken yerde kullanılmasıdır. Son yıllara kadar doğadaki bu kompleks yapıyı taklit etmek bizlere çok pahalıya mal oluyordu, ama artık 3D printing sayesinde bu engeli de aşabiliyoruz. 

Sizin yaklaşımınızın en iyi bilinen örneği CornvvalPdaki Eden Projesi. Bu yapının öne çıkan en önemli özelliği nedir? 

Bu yapının hesaplarını yaparken süper-yapıların, binanın içindeki havadan daha hafif olduğunu gördük ve bu bizi çok şaşırttı. Daha ileri bina teknolojileri ve doğadan öğrendiklerimizle daha da hafif çözümler üretebileceğimizi tahmin ediyoruz. 


Bu yaklaşımı benimseyen başka mimari örnekler var mı: Buckminster Fuller* hafif yapıların tasarımına öncülük eden bir tasarımcıdır. Ancak bugün inşa edilmiş çok az sayıda büyük jeodezik kubbe örnekleri var. 

Bugün hangi projeler üzerinde çalışıyorsunuz? 


Şu anda bir sıfır-atık fabrika projesi üzerinde çalışmaya başladık. Biyomimetik Ofis'imizi bir sonraki aşamaya taşımayı planlıyoruz. Ayrıca şubat ayındaki sergiye hazırlanıyoruz. Sergileyeceğimiz yapı, PLA'dan (patates nişastasından yapılmış bir tür dönüştürülebilir plastik) 3D olarak print edildi. Bunun tasarımında kemiklerin ve ağaçların büyüme şekillerinden esinlenerek geliştirdiğimiz bir yazılımdan yararlandık. 


Size oldukça spesifik bir soru soracağım. İstanbul trafiğinin ne denli kaotik bir yapıya sahip olduğunu fark etmişsinizdir. Bu trafiği yoluna koymak için doğadaki hangi sistemden yararlanmamızı önerirsiniz? 

Bence özel otomobiller ve kentler arasında temel bir uyuşmazlık var. Eğer ulaşımı sürdürülebilir bir düzeye çıkartabilirsek, kent yaşamı daha çekilebilir hale gelebilir. 


Biyolojik tasarım yaklaşımından yararlanarak ulaşımda yararlanabileceğimiz en ilginç örnek, bir çeşit mantardır (slime mould-cıvık mantar). Bu mantarlar besinler ile aralarında öyle bir ağ oluştururlar ki ikisinin arasındaki mesafe minimumdur. 2009 yılında Hokkaido Üniversitesi'nden bilim insanları, Tokyo bölgesi haritası üzerinde bir deney yürüttüler. Bu deneyde çevre kentlerin üzerine küçük bir yiyecek kalıntısı, Tokyo'nun üzerine de küf mantarı yerleştirdiler. Mantar yiyecek kaynağına doğru genişledi ve aralarında minimum mesafe ağı oluştu. Bu ağ ile Tokyo çevresindeki demiryolu ağını karşılaştıran bilim insanları, müthiş bir şaşkınlık yaşadı, çünkü bu iki ağ şaşırtıcı bir biçimde birbirinin aynısıydı. Mühendislerin demiryolu ağının optimizasyonunu sağlamak için günlerce uğraşmasına karşın, mantar bu ağı tam 26 saatte tamamlamıştı. 




Cumhuriyet Bilim Teknoloji