Naci Görür: Türkiye Nepal'den farklı olmayabilir!
İTÜ Maden Fakültesi'ndeki görevinden "Deprem konusunda resmi organlar bizden fikir dahi almıyor" diyerek ayrılan Naci Görür BirGün'e konuştu. Görür, Nepal depremi sonrası bir kez daha uyardı.
Nepal’in başkenti Katmandu’da önceki hafta meydana gelen 7,8’lik depremin bilançosu her geçen gün ağırlaşıyor. Yaşanan felaket, bir deprem bölgesi olan ülkede yapılan uyarılara rağmen alınmayan tedbirleri de uluslararası medyada gündeme getirirdi. Bilimsel araştırmalar, İstanbul ve çevresini etkileyecek büyük bir depremin her an olabileceğini söylüyor. Ancak kentte, on binlerce kişinin ölebileceği söylenen depreme karşı önlem alınmadığı biliniyor.
Geçen eylül ayında ‘Üniversiteler bilimden uzaklaştırıldı, deprem konusunda resmi organlar bizden fikir dahi almıyor” diyerek İTÜ Maden Fakültesi’ndeki görevinden emekliye ayrılan Prof. Dr. Naci Görür, 15 yıl boyunca Marmara denizinde yürütülen deprem araştırmalarının da başındaki isimdi.
Uzmanların yıllardır Nepal’de yıkıcı bir depremin olacağı ve bu ülkedeki binaların böyle bir felakete hazır olmadığı konusunda uyarıda bulunduğu belirtiliyor. Benzer bir durum İstanbul için de geçerli. Nepal gibi deprem kuşağının göbeğinde oturan bir ülke neden hazır olmaz?
Nepal’le başlarsak, burası dünyanın deprem yönünden en aktif bölgelerinden biri; dolayısıyla hazırlıksız olmak, işi ciddiye almamak tamamen şuursuzluk. Kayıpların artışının nedeni şu; kırsal bölgeler bir bakıma Türkiye’dekilere benziyor; mühendislik hizmeti görmemiş, deprem bilinci olmayan bir anlayışla yapılmış kerpiç evler var. Depremin büyüklüğü de fazla olunca tabii…
Depremin bölgede başka bir depremi tetiklemesi söz konusu olur mu?
7,8’lik depremden sonra belki bir yıldan fazla artçı deprem bekleriz, bunlar da ciddi büyüklükte olur. Pakistan, Afganistan, Burma ve Hindistan’da da depremler bekleyebiliriz yakın gelecekte. Ama bu deprem, İstanbul’da beklediğimiz depremi hızlandırmaz.
İstanbul’da beklenen depremle ilgili bu güne kadar çok uyarıda bulundunuz…
1999’dan bu yana bilim insanları olarak bizler, tehlikenin boyutunu, verebileceği hasarı, bu hasarı minimize etmek için ne yapılması gerektiğini, hatta depremin oluşabileceği zamanı dahi verdik. Marmara bölgesi en az 7,2 büyüklüğünde bir deprem bekliyor. Bu deprem belki Adalar’ın güneyindeki fayda olur, belki Adalar ile Orta Marmara çukurluğu, Marmara Ereğlisi’nin güneyindeki o hat üzerinde olabilir. 7,2 deprem meydana geldiği takdirde İstanbul çok şiddetli şekilde etkilenebilir. Çünkü İstanbul, yapı stokunun yüzde 60’ı mühendislik hizmeti görmemiş, deprem güvenliği olmadığı resmi ağızlarca söylenen bir kent. Bunun dışında yolları, altyapısı son derece gelişigüzel. İstanbul’un çok ciddi şekilde etkilenmesi üzerine de çalışmalar yapıldı zamanında; gerçi Boğaziçi Üniversitesi kayıp sayısını azaltıyor, bir ara 10 bin 15 binlere kadar indiler ama ben onun siyasi nedenlerden olduğunu düşünüyorum. 1999’dan sonra 30 sene içinde (eksi, artı 15) bir deprem beklendiği söylendi ve bu hâlâ geçerli.
Peki bu zararı minimize etmek için özellkle 17 Ağustos’tan sonra ne yapıldı?
17 Ağustos’tan sonra belki çok şey yapıldı. Ancak İstanbul depreme tamamen hazır hale getirildi mi derseniz, tabii ki hayır. Bu hiçbir şey yapılmadığı anlamına gelmez, bazı şeyler yapılıyor da ama bu yapılanlar nicel olarak yeterli değil.
Güçlendirme çalıştırmaları yapıldı örneğin. Ne kadar yeterli oldu?
Resmi binalar, okullar, hastaneler güçlendirildi. Tamamı bitti mi? Hayır. İstanbul’da 1 milyon 600 bin bina var. Yüzde 60’ına çürük derseniz, yaklaşık 900-950 bin bina deprem güvenli değil, demiş olursunuz. Bu binaları bugünkü kentsel dönüşüm mantığıyla (lüks binalar yaparak) zaten güçlendirmeniz mümkün değil. Ne zaman ne de para yeter…
Afet yasasıyla gelen kentsel dönüşümle lüks binalar yapılıyor...
Siyasi bir rant amacıyla depremi de bahane olarak kullanarak kentsel dönüşüm yapılıyor. Bu kentsel dönüşüm gerçek anlamda deprem odaklı yapılmıyor. Kenti daha dayanıklı hale getirecekseniz, önce hem zemin hem de bina analizi yaparsınız. İstanbul’da daha nerelerinin sağlam nerelerinin çürük olduğuna dair bile ayrıntılı plan yapmış ve zeminin depremsellik parametrelerini tespit etmiş değiliz. Henüz bir bina envanterimiz yok. Bu, binanın yaşından tutun yapısına, cinsine, mimarisine kadar bir sürü özelliğini bilmek ve bunları bilimsel yöntemlerle inceleyip hangi binanın 7 büyüklüğünde depreme dayanıklı olduğunu tespit etmek demektir. Günün birinde, o deprem geldiğinde bir bakarsınız ki birçok yere bina yapmışsınız ama asıl darbeyi bir başka yerden yemişsiniz, on binlerce insan sizin hiç kentsel dönüşüm bayrağını sokmadığınız yerden çıkar, o zaman da bu topluma hesap veremezsiniz.
Şehrin merkezinde toplanma alanları kaldı mı?
Biz boş arsaları, yeşil alanları yıkıp AVM’ler, binalar yapıyoruz… Belediyelerimiz sağ olsun, o amaçla çalışıyor… Hani toplanma sahaları? Peki hani acil yollar? Deprem olduğunda senin bulunduğun bölgenin acil kurtarma ekipleri hangileridir, sayıları nedir, nereden geleceklerdir? Diyelim sağ kurtuldun, nereye, kime başvuracaksın, hangi ekmek fırınından ekmek alacaksın? Böyle bir örgütlenme, bilgilendirme yok.
Nepal’de de en çok gündeme gelen afet sonrasına dair örgütlenme eksiğiydi. Olası bir büyük depremde Türkiye’de durum ne olur sizce?
Türkiye de herhalde çok farklı olmaz. Türk milleti büyüktür demek, lafla olmaz. Büyüklük bilimin ışığında deprem zararlarını azaltacak plan ve programları yapmak, o plan ve programları uygulayacak irade ve mekanizmayı kurmakla olur. Başka türlüsü boş laf, İstanbul’da yer bırakmadınız ki… Depremden sonra evsiz kaldın diyelim; suyu kim getirecek, ekmeğini nereden alacaksın, kime başvuracaksın, bunu bilmek durumundasın.
Olası bir depremde burada yapılması planlanan nükleer santrallar da akla geliyor.
Tabii santrallar yapılırken depremselliğin en az olduğu yerler seçiliyor. Mesela Sinop ve Akkuyu mevkiisi gerçekten de depremlerin göreceli olarak az olduğu yer. Ama hiç olmadığı anlamı taşımıyor bu. Akkuyu’nun güneyinde Akdeniz’de büyük depremler olabilir. Almanların dahi, sırf bu çevresel nedenler ve risk nedeniyle, terk ettiği bu sisteme, Türkiye’nin girişinden tabii ki rahatsızlık duyuyorum. Bu nükleer santral yapımına karşı olduğum için veya depremden zarar görür endişesiyle değil, santralı yönetim ve sürdürme konusunda Almanlar riski göze alamıyorsa bizim vurdumduymazlığımız ve ilgisizliğimizle başımıza dertler açabileceğimizi düşünüyorum. Japonya da nükleer santralın depremden hiç etkilenmeyeceğini düşünüyordu.
Peki devlet üniversitelerinde sağlıklı deprem çalışmaları yürütülüyor mu şu an?
Hayır efendim. Millet zannediyor ki Türkiye’de deprem araştırmaları yapılıyor, hayır yok öyle bir şey. Zaten yapılması mümkün değil. Siz deprem araştırmalarında birinci derece sorumlu AFAD derseniz, nasıl mümkün olsun? AFAD, Kızılay gibi bir şey. Nitekim kalktılar bir şey yapmaya, parayı gösterip şu üniversitelere deprem araştırması için kaynak veriyoruz dediler, o para da bu işin uzmanı olan olmayan insanlara bölüştürüldü. AFAD yapılan işin kalitesini de ölçemez zaten, öyle bir yapılanması yok.
Siz nasıl yapmıştınız araştırmalarınızı?
Bize de tek kuruş vermediler, bir tek Avrupa kaynaklarından yaptık araştırmaları. Bu yaşananlardan dolayı ben akademiyi bıraktım. Allah işlerinizi rast getirsin dedim, o oldu…
Hangi partinin gündeminde?
Nepal'de çığ altında kalan dağcıların da görüntüleri yayınlandı. Deniz kıyısındaki depremlerde tsunami beklerken böyle bir tehlikeye şahit olduk. Başka riskleri neler?
Başka bileşenleri de var; mesela alt yapısı. İçme suyu, atık su, kanalizasyon şebekeleri, barajları, yolları, köprüleri, viyadükleri, telefon hatları veya doğalgaz şebekesi… En yakın risk bunlardan geliyor, deprem güvenli olmaları lazım. Bir başka bileşen var, çevre. Deprem en büyük zararı çevreye veriyor. Depremde çıkan yüzbinlerce, milyonlarca ton moloz nereye gidecek? İstanbul’da inanılmaz boyutlarda zehirli kimyevi maddeler üretiliyor, satılıyor, depolanıyor, bir yerlere atılıyor. Bunlar toprağa, suya, havaya karıştığında ne olacak? Peki, içinde bir sürü metal olan molozları ne yapacaksınız? Bu metaller havayla, suyla temas ettiği, okside olduğu zaman inanılmaz zehirlilik oluşturacaklar, kanserojen maddeler ortaya çıkacak, ne tedbirler aldınız? Bir de barajlar var. Barajların durumu ne, ne ölçüde depreme dayanıklılar bilmiyoruz… Baraj patladığı zaman müthiş bir zarar oluşur. Bir başka bileşen, halk. Halk deprem konusunda son derece bilgisiz ve bilinçsiz. Seçimler geliyor, siz hiç gördünüz mü bir medyada, hangi parti İstanbul’u depreme hazırlamada ne plan yapıyor?
Türkiye’de kimyasal madde depolamayla ilgili bir denetleme yok mu?
Güya var da kimse vermiyor veya doğrusu bilinmiyor. Bunlar hep depremde ortaya çıkacak. Ayrıca o kadar atığın korunması meselesi var. Lafa gelince, ‘Bunları çıkartacağız, hepsini tekrar değerlendireceğiz’ falan diyorlar; ama onun için ne yer ne mekanizma ne sanayi ne de plan var. Bizim daha zehirli kimyevi madde günlük envanter çalışmamız bile yok. Kim ne kadar kullanıyor, nerede nasıl depoluyor, kim ne kadar nereye veriyor, o bile bilinmiyor…
Müteahhitler karar veriyor
Dört üniversite Zeytinburnu’nu pilot bölge olarak belirledi. Bölgeyi depreme hazırlamak için projeler hazırladılar. Bugün o projeler kullanılmıyor. Amaç deprem odaklı bir kentsel dönüşüm ise bugün bütün dönüşüm faaliyetlerinin Zeytinburnu’nda olması lazımdı. Orada ilk etapta dokunulmasa da olur denen bina bile çöktü. Şimdi soruyorum, bugün bütün İstanbul’da kentsel dönüşüm yapıyorum diyen Bakanlık, neye göre buna karar veriyorsunuz? ‘Şu bina yıkılır, şu mahalle dayanmaz’a kim hangi ölçüm ve araştırmalarla karar veriyor? Buna bazen müteahhitler karar veriyorlar. Bir apartmanda belli sayıda daire sakinine imza attırıp, binayı güvensiz ilan edip yıkım kararı aldırıyorlar. Müteahhitlerin bu kararları aldırdıkları yerlere bakıyorsun, depremde her an yıkılabilir yerler değil rantı yüksek yerler.
Birgün