27 / 12 / 2024

Nicolas Berggruen: Bugün evim İstanbul yarın New York olabilir

Nicolas Berggruen: Bugün evim İstanbul yarın New York olabilir

Hürriyet Gazetesi yazarlarından Ezgi Başaran, 2 milyar dolardan fazla servete sahip, ancak  otellerde yaşayan evsiz bir milyoner olan Nicolas Berggrue'la röportaj yaptı...



Nicolas Berggruen (47) çok zengin. Bir o kadar da eksantrik. Forbes'a göre serveti 2 milyar dolardan fazla. Finansçı, emlakçı, dünyanın çeşitli yerlerinde tarlaları var. Star mimarlarla çalışıp binalar inşa ettiriyor. Yeşil enerjiye yatırım yapıyor. Buraya kadar normal. Onu sıradışı yapan evsiz olması.

Ne ev, ne yat, ne kat. 10 yıl önce bir gün, eşyalara bağımlı olmanın ne büyük bir dert olduğunu fark ediyor ve her şeyini satıyor. Şimdi otellerde yaşayan "homeless" (evsiz) bir milyoner. Ayrıca Picasso'nun arkadaşı, Frida Kahlo'nun kısa dönem sevgilisi, 20'nci yüzyılın en önemli sanat koleksiyoneri Heinz Berggruen'in oğlu. Bu arada kendisinin de Andy Warhol, Jeff Koons ve Damien Hirst'e odaklanan yüzlerce parçalık bir koleksiyonu var. Ama onu da Berlin Müzesi'ne bağışlamış.

Zenginlik tanımınız ne?
-Daha önce duymadığınız, orijinal bir şeyler söylemek isterdim ama doğru bildiğimi söylemekle yetineceğim: Gerçek zenginliğin sahip olduğunuz materyallerle hiç ilgisi yoktur. Ancak kafanızın içindekiler, yani zihniniz zenginse refah içinde yaşarsınız. Biliyorum birçok insan başını sokacak bir eve, güzel eşyalara sahip olmak ister, ki bu son derece sağlıklı. Bunu ne yargılarım ne de yadırgarım. Ama ben öyle bir noktaya geldim ki, herhangi bir şeye sahip olmaya ihtiyaç duymuyorum. Güvende hissetmem ya da hayattan zevk almam için bir şeye sahip olmam gerekmiyor artık.

Gösterişe karşı olmayı anlarım ama yine de insanın bu kadar parası varsa bir evi olur!
-Size anlatmaya çalışayım: Bir eve ya da arabaya sahip olunca ona bağlanıyorsunuz. Bu ekstradan sorumluluk demek, yük demek. Hayatımda böyle bir yük istemiyorum. Her tür eşyadan bağımsız olma fikri bana parayla satın alınamayacak bir özgürlük ve güç veriyor. Hiçbir şeyle uğraşmam gerekmiyor, dünyanın her yerinde güzel otellerde kalıyorum, çok da rahatım...

Ne zamandan beri böylesiniz; evsiz, arabasız bir milyoner olarak dolaşıyorsunuz?
-Yaklaşık 10 yıldır. Eskiden başkalarının evine gittiğimde, "Off ne güzel dekore etmiş, şömine ne hoş, ne zevkli adammış" filan der, özenirdim. Fakat 30'larımın başında fark ettim ki o evlerde sadece misafir olarak bulunmanın keyfi bambaşka.

`Evinde hissetmek' diye bir şey var ama... Bir otelden başka bir otele gidiyorsunuz, neresi ev?
-Bugün evim İstanbul, Boğaz'a bakıyorum ve evdeyim. Yarın New York'tayım, yarın evim New York. Bu kadar basit.

Bir insanın evi karakterini yansıtır derler, evsiz olmanız sizin karakterinizle ilgili ne söylüyor sizce?
-Eşyalara, materyallere bağlanmak istemeyen bir adam olduğumu herhalde. Benim derdim kalıcı olmak. Müthiş bir bina inşa etmek isterim. Öyle bir bina ki içinde bulunduğu şehre yenilik ve güzellik getirsin. O binaya sahip olmak istemem. Sadece onu yapan adam olmak beni heyecanlandırır.

Zenginsiniz diye suçluluk mu duyuyorsunuz yoksa?
-Hayır tabii ki. Çok çekici bir kadın, çekici olduğu için suçluluk duyar mı? Ya da bir şarkıcı müthiş bir sesi olduğu için? Ortalamanın üstünde, ayrıcalıklı biri olduğunuz için suçluluk duymamalısınız. Ama eğer o ayrıcalığınızı iyiye kullanmıyorsanız, işte o zaman durum kötü.

Konfiçyus okuyup cevap arıyorum

Üniversite yıllarınızda kafayı Camus ve Sartre'a takmış olduğunuzu duydum. Varoluşçuluk felsefesi mi sizi böyle yaptı?
-Belki de evet. Varoluşçuluk benim ana felsefem; kişi seçtiği hayatı yaşar ve yaptıklarının sonucuna katlanır.

Bu aralar da Konfiçyus okuyormuşsunuz...
-Bunları nereden biliyorsunuz, çok garip! Evet okuyorum Konfiçyus'u, doğru. Çünkü karışık olan kafamı sakinleştirmeye çalışıyorum, sorularıma cevap arıyorum.

Frida Kahlo'yu tanımadım ama babamdan dinledim

Babanız Heinz Berggruen 20'nci yüzyılın en önemli sanat koleksiyonerlerindendi. Evinize ünlü ressamlar gelip gider miydi?
-Evet ama ben ortalarda yoktum. Çok küçük yaştan itibaren bağımsız bir tip oldum ve kendi hayatımı yaşadım.

Yakın arkadaşı Picasso'dan, Frida Kahlo'yla olan ilişkisinden de mi hiç bahsetmedi?
-Tabii ki heyecanlı ve güzel hikâyeler olarak onları babamdan dinledim. Ama pek de önemsediğimi söyleyemeyeceğim.

Kendi sanat koleksiyonunuzu oluştururken babanızın bilgisinden ve ilişkilerinden yararlandınız mı?
-Babamdan öğrendiğim en önemli şey bir sanatçının derinine inebilmek, mümkünse her döneminden eserler satın alabilmek. Babamla ilgilendiğimiz sanatçılar tamamen farklıydı. Ben Warhol, Jeff Koons, Damien Hirst'e odaklandım, o Picasso, Matisse, Van Gogh ve Klee'ye...

Babanıza "Mezara bir resim götürmek isteseniz hangisi olurdu" diye sormuşlar, Picasso'nun Dora Maar'ı demiş. Siz?
-Koleksiyonumdaki herhangi bir Warhol olabilir. Hepsi çok özel.

Peki emek emek topladığınız bunca değerli resmi nasıl olur da Berlin Müzesi'ne bağışlarsınız?
-Eninde sonunda bir müzeye bağışlayacaktım. Babam da öyle yaptı. Evim de olmadığına göre, depoda durmasındansa bir müzede durması daha anlamlı.

Türkiye'de rüzgâr değirmeni sahibiyim

Bir süredir sadece "sosyal olarak sorumlu yatırımlar" yapıyormuşsunuz. Bu ne demek?
-Sadece faydalı işlere yatırım yaparak para kazanıyorum demek. Mesela Avustralya'da buğday tarlalarım var. Bir de Türkiye'de rüzgâr değirmenlerim... Çevreye zarar vermeden enerji üretiyoruz.

Bodrum'daki emlak projelerinizin bize ne faydası var?
-Gümüşlük ve Yalıkavak'ta, ortağım Ali Pamir'le yaptığımız site projesinin anlamlı olduğunu düşünüyorum. Dünyanın en önemli mimarlarından Richard Meier'le çalışıyoruz. Meier, 1970'lerde Manhattan'a yaptığı binalarla şehrin kalitesini azımsanmayacak şekilde yükseltmişti. Aynı mantık Bodrum için de geçerli. Bazen böyle bir bina, domino etkisi yaratır, ondan sonra yapılacak evlerin de aynı kaliteyi yakalaması şartını doğrurur. Bir şehrin yüzü böylece değişebilir.
Hürriyet/Ezgi Başaran


Geri Dön